bugün

söz de hayvan sever bir kadın. ekmek bulamıyorlarsa, whiskas yesinler diyebilecek kadar adi ve maalesef gerçek bir kadın.

içler acısı bir durum. tek yapabildiğim acımak acımak acımak. evet öylesine acıyorum ve üzülüyorum ki anlatamam.

geçtiğimiz hafta sonu kalabalığın arasında salına salına yürürken bir ibretlik olay ile burun buruna geldim, şu güzel ülkemin istanbul şehrinde ve fizik olarak güzel, maneviyat olarak çöküntüye uğramış güzel bir kız gibi güzelliğe ve içselliğe hasıl olan güzide kadıköy semtimizde.

kadıköy'de arkadaşlar ile bardan çıkmış, kafamız güzel, barlar sokağında salına salına yürüyor idik. birkaç turist kızın göz kırpmalarına aldırış etmeden akşam evde batak, ihale partisinde elime geçecek maça kızlarını düşünüyordum. beni mutlu eden kızlar bundan ibaret, maça kızlı, kupa kızlı, sinek kızlıya bile razıyım, o asık meymenetsiz sinekli kızın suratına bile razıydım.

nedir bu kız milletinden çektiklerimiz arkadaş, sevgi, aşk yalanmış bildikleri her şey entrika, para ve nasıl daha çok erkeği baştan çıkartabiliriz. hayır ayrılık acısı deyip kestirip atamazsın, onu çoktan unuttum zaten, keyfime bakıyorum. yanlış anlaşılmasın yermiyorum hiçbirini, dişi yaratıklara has kadınlık duyguları bunlar, biliyorum. ama yine de tuhaf. şunu anladım ki, günü birlik ilişkiler en güzeli ne öyle sevgilim ayakları, geçiniz onları, en iyi yol bildiğim yol bundan sonra.

işte öyle, iskambildeki kızları tasavvur ederken, çiya'nın önünden o zengin züppelerin arasından geçiyorduk; kim kim? ben, bahattin, ruknettin ve ilkokul arkadaşım asım'la. asım'ı severim iyi çocuktur. renkli gözlü (yeşil), sarışın güleç yüzlü bir çocuk, ayrıca az biraz da saf. ihale öncesi fasulyesine oynayalım diye tutturuyor her defasında, la bi siktir git asım lütfen ya başlama yine diyorum anlamıyor. ama iyi çocuk allah için. yok lan valla sözlükte bana, beni de yaz ömer abi, tipimi tarif et, bir iki kız düşerse haber et diye söyledi, diye demiyorum, ciddi iyi çocuk.

işte bu asım bana çiyadaki sokağa kurulmuş masadakileri işaret ederek baksana abi, köpeğine ne veriyor dedi. gözlerime inanamadın, masanın altındaki fino tüylü, köpeğine adana'nın yöresel yemeklerinden biri olan o güzelim bumbarı veriyordu aşifte kadın. up uzun tırnaklarının ucuna takılmış bumbar ile besliyordu iti. lan it! kıymanın kilosu kaça biliyor musun sen, az ötede ekmek parasına dilenen açlıktan kırılan çocuklar, köpek öldüren şaraplardan inim inim inleyen ayyaş sakallı meczuplar var sersefil kaldırımda yatıyorlar, önlerinden geçerken abi bi cigara be ha! diye ağlamaklı bir yüz ifadesi ile paçamdan tutuyorlar, akan burunlarını siliyorlar paçama. işte o kadar temiz masum ve saflar. peki bu ciks kadın ne yapıyor böyle, kol gibi hesabı köpeğe yediriyor. ahh ahh ulan. yaşantı işte. gözlerim nemlenmişti yine. masa örtüsünün altındaki kadının hadise misali süt liman bacaklarına sürtmeye başlamıştı köpek. durdum öylece. hızlı hızlı gel gitler sergiliyordu. kadın ise beyaz şarabaından bir yudum alıp hiçbirşey yokmuşcasına karşısındaki godoş adamla sohbete devam ediyordu. köpeğin zayıf şeyi iyice kalktı. kuyruğunu dikti. incecik ayak bileklerine daha da bir sürter oldu, gözleri deli misali yerlerinden fırlayacak gibiydi. sonra yerde sıçramaya başladı. koltuğun arkasından belli olan beyaz mini eteğinin altındaki siyah tangasına doğru zıplıyordu. herhalde daha öncesinden eğitimli idi köpek. kadın köpeğini yerden aldı, kollarının arasında havaya kaldırdı, yağlı ağzından mucuk diye öptü ve kucağına oturttu. daha fazla önümdeki bu iğrençliğe katlanamadım, o sürtünmeler, inlemeler ve ulumalar eşliğinde ikisini oracıkta baş başa bırakarak yoluma devam ettim. töbe töbe çektim içimden. sonra ellerimi yere sürerek toprakta bir teyemmüm aldım. tek yapabildiğim buydu. başka ne yapacaktım ki. köpeğin sıçtığı boku paket yapıp, içindeki kıyma tanelerini ayıkladıktan sonra yetim, fakir gurubaya vermek aklımdan geçti ama bunun için fazla vaktimiz yoktu. başka sefere artık.

balıkçı pazarının girişinden hemen aşağı, kahvecilerin oradan geçiverdik. ruknettin; "-abi ben migrostan bir maltepe alim geliyom." dedi. olum maltepe diye bişe mi kaldı bu devirde demedim, diyemedim gitti öylece... girdi yanar döner kapıdan migrosun sarı aydınlığına. yıllar sonra öğrenecektim ki, migrosun sarı aydınlığı, insandaki alışveriş dürtüsünü harekete geçiyormuş.
ruknettin gittikten sonra yanımıza bir kız yanaştı. ben bu yanaşmanın zamanlamasını ruknettin'in iki aydır yıkanmamış zencefilli çoraplarına bağladım ama işin aslı öyle değilmiş. üstü başı per perişan halde, kucağında bir bebek ile önümüzde durdu 14-15 yaşlarındaki kız. "-abi allah rızası için para istemiyom, bir ekmek alın bana migrostan, allah rızası için, ananın babanın hakkı için abi, bebeğeme ekmek vericem." diye dileniyordu. kıza baktım, kızın yüzü o dilencilere has bir şekilde kararmıştı. yer yer yüzünde beyazımsı gölgeler gözüme çarpsa da, her halinden ihtiyaç sahibi olduğu anlaşılıyordu. bi kere dişleri bembeyazdı, bişe yemiyolardı ki kirlensinler.

o an aklımdan bir şekilde yardım etmeliyim düşüncesi geçti. fakat insanoğlu elini cebine götürmeye görsün, kişinin aklına binbir türlü kurt gelip yerleşiyor. acaba bana numaramı yapıyor, tezgah mı bu, lan bunun ailesi benden zengindir, mercedesleri vardır, her gün burada dileniyor ki hem. yol bellemiş kendine. günde 100 tl'den, ayda 3 bin eder. diğer yandan bu kız ekmek istedi benden, para değil ki. olsun belki ekmeği alıp başka yerde satıyordur. işte böyle bin bir vesvese gelip gider insanın aklından. asım!ın kafasına bi tane patlattım. "-olum asım ayıp senin yaptığın, kızın günahını alma boş yere, bırak böyle düşünmeyi, bak kafandaki bulutumsudan ne düşündüğün belli oluyor, at elini cebine bi ekmek parası ver kıza." "ama abi" diyecek oldu asım. susturdum. "-sus asım, sus biliyorum. son paranı bardaki tuvalete düşürdün. tamam yemiştik biz o yalanı, daha fazla anlatma. "asım da içerledi bu serzenişimi fark ettim, başını önüne eğdi.

sonra kızın garip haline bir kez daha baktım, kucağındaki mahsun ağlamaklı bebeğin yanağına elimi götürdüm. sevdim yanağından usulca. parmağımı tuttu, bırakmadı. emdi işaret parmağımı, pıtırcık dudakları ile, süt istermişcesine. ahh zavallıcık, sana kimler acısın, baksana şu yoldan geçen mini etekli kıza, söylesem emzirir mi ki seni. o koca göğüslerinden bir tutam verir mi ki? yoksa sarkar diye gerizekalı şey deyip geçer mi buradan, arkasına bakmadan. hı mini etekli göğüsleri bodysinden taşan kız? sonra beni de emzirir misin kana kana. (gerizekalı şay. evat.) (ne yapalım biz erkeklerin de seks ile ilgili düşünmediği an yok gibi.)

ruknettin kasada işini bitirmiş, eline aldığı fişi buruşturup atarken, açılır kapanır kapıdan dışarı çıktı yavaş adımlarla. hemen önünde ise zayıfcana, sarışın, üzerinde askılı bol bir bluzu olan bir kadın vardı. kapının üzerindeki klima at kuyruğu yapılmış saçlarını ve mavi yuvarlak desenli beyaz eteğini havalandırdı. eteğinin altındaki esmer kavruk bacakları göz önüne çıktı. kısacık eteğinin havalanmasını hiç önemsemedi bile. asabi bir yüzle güneş gözlüğünü düzelttikten sonra dev ekran telefonuna sarıldı, "alooo, geliyorum hayatım, migrostan cincoşa whiskas aldım, ona mamasını verim gelicem akşama. sevişmek üzere" deyip oynar başlıklı telefon kapağını şlak diye kapattı.

yanımızdaki kız, kadının zengin görünümünü görünce ona doğru yaklaşmaya başladı. ceylan misali suratını daha da bir kırıştırak -abla şu bebeme bir süt parası, ne olur be abla hı! diye dudağını ve boynunu büktü, sağ avucunu ileri doğru uzattı. kız hristiyan dünyasındaki kötü ruhlardan arınmış magdalalı meryem gibi saf ve naif bir kimya ile sanki gökten inerek zuhr etmişti biz insanlık alemine. belki de şimdi insanlığın makus talihi şu şirret görünümlü at kadının parmaklarının ucundaydı. kim bilir. kim biliiiiir diye bir şarkıyı dudaklarım bilinçsizce mırıldandı.

sarışın kadına tekrar baktım fırsattan istifade, o şirret kadınlara has bir seksapellik vardı üzerinde. altında pileli beyaz eteği, bronzlaşmış bacaklarını ayan beyan açık ediyordu, ayağındaki sandaletler mavi ojeli tırnaklarının rüküşlüğünü fütursuzca sergiliyordu. üzerindeki askılı bol bluzun arasından ise ince askılı sütyenin kopçaları belli oluyordu. göğsü var denemezdi, zayıftı, fit bir fiziği ve yayvan kalçaları vardı. dudakları kırmızı rujdan ciyak ciyak bağırıyordu, dün akşam şehvetle öpüştüm diye. aldırılmış ve kaldırılmış kaşları o kocaman çerçeveli güneş gözlüğünden bile taşmıştı. yuvarlak geniş alnı ve esmer kavruk teni bir şekilde sarı saçlarını iyice belirginleştiriyordu. saçlarını ise düzgün bir şekilde arkaya toplamış, sosyete kadının o klas havasını vermeye çalışılmıştı. aslında perma yapsa daha çok yakışırdı ki yapacağı her halinde belli idi. permalı altın sarısı saçları ve kırmızı geceliği ile bu akşamı geçireceğim der gibi şuh bir şekilde kıza baktı. suratı "seninle mi uraşıcam" ifadesine bürünmüştü.

kadın ne diyor bu kız minvalinde kısa sürüncemesinden sonra, "ne para mı, bebek mi, al whiskas var" diyerek, poşetinin içindeki üzerinde sevimli kedi resmi olan kutuyu çıkartıp, whiskasın ağzını açtı. aynı anda ağzım bir karış açılarak olan biteni ve kadını izliyordum. kadın köşeye gitti, eğildi, bacaklarını büktü eğilirken, bronz bacaklarının güzelliği beyaz eteğinin içinde daha bir ön plana çıktı, yolun kenarına bir parça whiskas'tan döktükten sonra "-bununla beslenirsiniz nalet yaratıklar. bak size kedimin hakkından verdim, kıymetinizi bilin." deyip silkemez tavırla gülümsedi. yo yo olamazdı. kadının suratındaki o şıllık gülümsemeyi görünce anladım, jetonum o an düşüverdi. bir an için dalgınlığıma gelmişti, bu nalet kadın resmen kızla dalga geçiyordu, bir kedi gibi oynamıştı dilenci kızla. kız abla ben ne yaparım bunla, bebeeme süt lazım. dediyse de, kadın hiç tınlamadı bile, poposunu döndüğü gibi yoluna devam etti. o dönüşün şiddeti ile eteği iyice havalandı, popsunun kavisli o ele avuca gelir cinsten pürüssüz kavruk hatları belli oldu. altına hiç bişe giymemişti. hayır olamazdı. rezillikti bu...rezillik diz boyunu geçmişti bile.

asım'ın omzuna elimi atıp, "asım olum" dedim "bak gör ne kadınlar var, ondan sonra ömer abi sözlükte beni de yazsana allah için diye bin bir şaklabanlık yapıyorsun. gör asım gör, fotosunu çekme, sadece gör." dedim demesine de yine de asım cep telefonu ile hatunun dolgun kalçalarının fotosunu çekmeyi ihmal etmedi. ve kader yolumuza kaldığımız yerden devam ettik hep beraber... dostoyevskinin karamazof kardeşlerin sonunda dediği gibi hurrraaa!!
(bkz: onun ben aq)
http://img158.imageshack.us/img158/8991/tripgj9.swf