bugün

Değiştim, değiştik, değişmiş... Değişmek sözcüğü ve kavramı, ne denli gündemimizde, farkında mısınız? insan olmanın en kaçınılmaz özelliklerinden biri olarak değişmek, kimilerine göre en büyük suç, ayıp ve günah. Hiç değişmeyeceksiniz, 40 yıldır ne söylüyorsanız aynen onu söyleyeceksiniz, zamanın akışı, tarihin gelişimi, insanlığın büyük dönüşümleri karşısında bir sfenks gibi duygusuz ve tepkisiz kalacaksınız... istenen ve beklenen o. Bu yüzden, değişmek, farklılaşmak, yeni sözcüklerle yeni kavramlara sığınmak habire eleştiriliyor. Kaşar köşe yazarları "işte falan politikacı, tam beş yıl üç ay önce aynen şunları söylemişti," diye belge dağarcıklarından çıkardıklarını yayımlayıp duruyor. Peki, ama o politikacı, gerçekten değişmiş olamaz mı, bu hakkı ona tanımamalı mıyız? O daracık dünya görüşlü mahalle politikacısı kimliğinden gelip, kaderin cilvesi, kendisini tüm dünyanın merakla izlediği bir misyona, islam'la demokrasinin bağdaştırılması misyonuna sahip olarak bulan bir siyaset adamı, bu misyonun onuru ve heyecanıyla değişmiş olamaz mı? Ya da adı askeri müdahaleyle ve onu izleyen baskı yıllarıyla özdeşleşmiş bir eski asker, yıllar sonra günah çıkaramaz mı? Türkiye'nin geleceği konusunda çok farklı fikirlere ulaşmış olamaz mı? Yeni önerilerde bulunamaz mı? Kendilerini bir sfenks değişmezliğine mahkûm etmiş ve değişmemeyi en büyük erdem ilan etmiş olanlar, bu değişmelerden biraz olsun etkilenmez mi? Samimiyetleri konusunda en küçük bir kuşku duymaz mı? Değişmenin insancıllığı üzerine kafa yormaz mı? Ben sinema tutkumdan biliyorum, filmlerin en heyecan verici kahramanları, farklı ve zor koşullarda değişen ve hiç beklenmedik işlere sıvanan karakterlerdir. Zaafları olan, kuşkulara sahip, tereddüt eden, ama koşulların zorlamasıyla olmadık işlere sıvanan kişilikler. Yoksa, John Wayne örneği, hep kaya gibi güçlü ve kahraman olanlar değil. insanın değişimi, dram sanatının da en güçlü alanlarından biridir. Ama değişimin güzelliğini görmek için, illa da sinema tutkunu olmak herhalde gerekmiyor!

atilla dorsay
modern çağda değişimin dayanılmaz çekiciliği aslında değişimin dayanılmaz gerekliliği ile parallelik taşımakta olup, bir zamanlar descartes'in söylemiş olduğu aynı zamanda felsefede ilk işlenen konulardan biri olan "düşünüyorum o halde varım" sözünün bi şekilde günümüzde ötesine geçilip "değişiyorum o halde varım" şeklinde algılanması gerektiğini düşünmekte, dikkatli incelendiğinde düşünmenin var olmak için yeterli olmadığını, değişimin hayatın her dalında mutlak gerekliliğini, ancak değişim sayesinde müessir medeniyetler seviyesine ulaşılabileceğini, düşünmenin değişim yolunda bir amaç olması gerektiğini öne sürmekte, bunları söylerkende ya haddimi aşmış bulunmakta ya da felsefede çığır açmış olmaktayım. *
insanlar değişir, teknoloji değişir, anlayışlar, duygular, ideolojiler değişir. dünya halkı değişir..iktidarlar değişir. hatta iklimler değişir. ama değişmeyen bir tek şey vardır; hırsızlarımız.
eğer bu değişim teknoloji, bilim vs. gibi alanlarda gerçekleşen değişimse, insanların kendileri için yararlı olan bu değişimler karşısında kayıtsız kalamamasıdır. ama, eğer kastedilen insanların değişmesiyse, boş laftır. zira, insanlar kendilerini değiştirmekten korkarlar ve ne yazık ki bir çoğu da bu değişime gerek bile görmez.
(bkz: evrim teorisi)
genelde insanlara cekici gelen kismi kotu yonde olanidir degisimin. vatana, millete, cevresine ve kendisine hayirli degisime girenler zaten elestirilmez.
paket değişir,için aynı kalır...vitrine aldananlara işte...
güncel Önemli Başlıklar