bugün

u bir hikâye, dedemin hikâyesi. belki biraz benden de kalıntılar taşıyor. bilemedim. görelim bakalım.

her zaman geçen akşamlardan birini daha geçiriyordum. eskilere bakıyordum yine. evet, şuan farkına vardım eski diyorum galiba artık eski olduğunu kabul ettim. tam o sırada dedem odama girdi. oturdu yatağıma.

"müsait misin evlat" diye sordu. dedem bana hiç evlat dememişti. hatta dedem odama gelip yatağıma dahi hiç oturmamıştı. bir şeyler anlatacaktı, bu belliydi gözlerinden. odaya girdiğinde simge olarak küçülttüğüm eski yazışmaları, fotoğrafları, anıları sanırım kapatmak istiyordum. öyle de yaptım kapattım tüm sanallıkları. "evet dede, müsaitim" dedim.

"evlat sana bir şey anlatacağım. bir hikâye. aslında bu bir savaş hikâyesi" dedi. dedem daha önce bana hiç hikâye anlatmış mıydı? hatırlamıyorum. çünkü anlatmamıştı. bir şeyler anlatmayı sevmezdi, eskilere girmeyi hiç sevmezdi. onun ağzından hiç eski günler ve yaşantılar hakkında bir şey duymamıştım.

"dinlemek isterim" dedim. ve kitlenmiştim.

"bilirsin" diyerek başladı ve devamı geldi. "bilirsin ben kore’de savaştım. hani savaş denilince o gelir mendebur insanların aklına. silahlı, bombalı, tanklı, uçaklı bir olay. biri kazanacak diye birçoğunun öldüğü, birçoğunun yaralandığı, bir çocuğunun yaşamaya hak kazandığı. ölümü en yakın orada görürsün. birilerini öldürürken sevinci, yanında duran arkadaşının ölümünü görünce üzüntüyü, kendinin yaşadığını görünce havanın ağırlığını görürsün. orada aslında birçok şeyi görürsün evlat. o yüzden bir çok hikaye anlatırsın.

gecenin en soğuğunu orada görürsün, hikâyenin en acıklı olanını orada görürsün, insanın en umutsuzunu orada görürsün, gündüzün en karanlığını orada görürsün, ölümün en yakınını orada görürsün, yaşamanın en donuğunu orada görürsün, sevmenin en sancılısını orada görürsün, geçmişin en güzelini orada görürsün, geleceğin en hayal dolu olanını orada görürsün. ve orospuluğu, peşkeş çekilip satılmışlığı, pezevenkliği orada görürsün. o kadar çok görürsün ki hayatın her ipliğini, her düğümünü, her inceliğini oradan sıyrıldığında boşluğa düşersin.

unutma sakın. bu bir savaş hikâyesi.

savaş diyordum değil mi? savaş ne kadar dar anlamlı değil mi evlat? ya da biz ne kadar dar görüşlüyüz. elde ettiğimiz her şey için verdiğimiz savaşın farkında olmadan yaşamak. kendimizce kazandığımız galibiyetlerden, aldığımız mağlubiyetlerden bir haber yaşamak. bazımız ekmek alacak parayı kazanmak, bazımız hayallerine ulaşmak, bazılarımız zevkleri için, bazılarımız daha çok şeye sahip olmak, bazılarımız sevdiği insan için savaşır. savaş hiçbir zaman bitmez hayatta. ne kadar nefes alıyorsak o kadar savaşıyoruzdur aslında yaşamak için. unutma evlat savaş hiç bitmez, savaş her tarafımızda. kazanmak veya kaybetmekte bitmez. önemli olan nasıl kazandığımızdır. biz yüreğiyle hareket edenler için önemlidir bu çünkü biz hile ve hurda ile kazanırsak mutlu olamayız. biz yüreğimizle kazanmalıyız evlat.

bu bir savaş hikâyesi diyorum ya en büyük savaşımıza değineceğim; aşka. anneanneni sevdiğimi bilirsin. tam otuz altı yıl evli kaldık biz, tam otuz altı yıl birlikte nefes aldık. her anımda o vardı ve onla olmak beni dünya da rahatlatan tek şeydi. düşün evlat, o benim yüreğimle kazandığım, sevdiğim, saygı duyduğum insandı. ben ondan daha fazla şey görmüş olabilirim ama o bana dünya da görmeyeceğim şeyleri gösterdi daha önce hiç hissetmediğim şeyleri. ben ona yüreğimle kaybettim aynı zamanda evlat. her şeyimi sualsiz ona verdim onun yaptığı gibi.

yirmi üç yaşındaydım. babamdan öğrendiğim işi yapıyordum ve idare ediyordum. memleketten hiç çıkmamıştım. köyümden bile az çıkardım. tarlalar, hayvanlar, ev işleri ile uğraşırdım. o zaman daha genç, daha kalıplı, daha çalışkan, daha güçlüydüm. küçüklükten beri sevdiğim bir kız vardı köyde. o kadar güzeldi ki hala hatırlarım yüzünü. ara sıra buluşurduk. oturur bir çınar ağacının dibine birbirimize bir şeyler anlatırdık, kuruttuğumuz kavun çekirdeklerini yerken. hep hayallerimizi anlatırdık, yapmak istediklerimizi, kazanmak istediklerimizi ve bir gün konu hiç itiraf edemediğim bir yere geldi. bir aşk hikâyesi anlatıyordu ve benden de anlatmamı istiyordu. anlattım, bizi anlattım, ona duyduğum sevgiyi. gülümsüyordu ama içten değildi. bilirdim onun gülümsemelerini ama bunu hiç bilmiyordum ve hiç samimi gelmiyordu. doğruldu, elimi tuttu. “biz birbirimizi sevmek için çabalamayalım. sen beni sevmek için çabalama, ben seni sevmek için çabalamayayım. biz böyle kalalım, bir çınar ağacının altında kurumuş kabak çekirdekleri yiyen iki masum insan olarak. sakın sevmeyelim.” işte o an evlat hiçbir şey hissedemez oldum. sadece bu kadarını hatırlıyorum söylediklerinden ama cevap veremiyordum. tek hatırladığım bir ara ağzımdan çıkan “korkak! korkaksın sen, tanıdığım en büyük korkaksın” sözleriydi. evet, korkağın tekiydi. hep hikâyeler anlatırdı, hep hüzünlü şeyler, hep yenilgiler anlatırdı sanki hiç kazanmamış gibi ama bu farklıydı. son dedikleri çok büyük bir korkaklıktı ve belki de kazandığı ilk savaş, beni yenmeyi başarmıştı. benim sözlerimden sonra doğruldu ayağa, bana baktı yine o saçma sapan ağlamaklı yüzüyle “sen çok iyisin, çok iyisin benim karanlıklarımı aydınlatamazsın ama kaybolursun” demek oldu ve gitti. sanırım o zaman cidden hayatta ki en büyük mağlubiyetimi almıştım. o kadar büyük hayaller anlatmıştım, o kadar güzel şeyler paylaşmıştım ki sonunda bu yaşananlar en büyük mağlubiyetim olmuştu evlat. o ana kadar girdiğim en büyük savaştan mağlup ayılmıştım.

sonrasını biliyorsun. anneannen geldi. ben tüm yıkıntıları, yıpratmışları unuturken geldi. anneannen geldi ve beni yeniden bir savaşın içine soktu. o savaşta gördüm ben iki tarafında aynı anda kaybettiğini ve kazandığını. unutma evlat eğer gidiyorsa bel bağlama, bekleme sakın. gelmesini isteme, özleme, onsuz her yere gurbet deme. asla bunu yapma. yaparsan eğer aldığın mağlubiyetin acısı canlanır, daha çok mağlup olursun.

unutma evlat bu bir savaş hikâyesi, bu senin savaş hikâyen. savaş hiç bitmez. sevgi, aşk hiç bitmez. hazırlıklı ol yeni savaşlara. unutma bir gün çok daha büyük savaşlara gireceksin. bırak şimdi gideni, geçmişte kalanı falan sen hazırlık yap. o kahpelik yapsın başkalarının yanında sen onu unut hazırlığını yap.”

ve bitirmişti hikâyesini. sesi bazı yerlerde çatallaşmıştı ama ağlamamıştı. anneannemin cenazesinde bile ağlamamıştı. sadece bakıyordu, sadece bakmaya gücü varmış gibi davranıyordu. ve o an sanırım sahip olduğu en güçlü hikâyeyi bana anlatmıştı. belki benim güçlü bir hikâyeye olan ihtiyacımı hissetmişti. büyük adamsın be dedem.
inci sözlükte çok popülerdir.
güncel Önemli Başlıklar