bugün

ön not: bu yazıyı yazmak için uygun zamanı bekledim; çünkü david lynch'in dünyasına girmek için insanın ruhunu buna tamamen açması lazım. ve işte zamanı geldi; güzel tesadüfler, akdeniz gecesi, alkol ve b.b.king bu yolculuğun kapısını araladı gerisi, david lynch'in insan ruhunda harekete geçirdiklerine kalmış...

david lynch gibi bir sanatçının yarattığı sanat eserleri hakkında genel, özel; yüzeysel, derinlikli herhangi bir yorum yapabilmek için önce bu insanı tanımak lazım. çünkü sanat eseri; insanın ruhunda, bilincinde ya da bilinçaltında yıllarca belki de jungvari bir bakışla kollektif bir insanlık zamanıyla biriktirdiklerinin çeşitli şekillerde, tarzlarda yansımalarıdır.
''lynch, sinemanın yanı sıra mobilya tasarımı, fotoğraf, resim gibi sanat dallarının hepsinde başarılı ürünler veren hatta bu yönüyle de hayli ün yapmış çok yönlü bir sanatçı. Tüm bu marifetlerinin yanısıra çizgi romanlar yazan ve Blue Bob adında bir Heavy Metal grubunda gitar çalan Lynch birçok filminde aynı zamanda da yakın arkadaşı olan müzisyen Angelo Badalamenti ile birlikte çalışyor. Badalamenti kendisiyle yapılan bir röpörtajda Lynch hakkında;David filmleri için kendisi müzik yapmıyor sadece bana, ''beni soyut bir dünyaya götür, karanlık, gizemli, acı dolu, tatlı veya trajik güzel olsun'', gibi sözler söyler. Benim onun bu sözcüklerini müziğe çevirmem gerekiyor. Müzik diliyle konuşmak çok zordur ama David'le çalışmak biraz daha farklı. Onu anlıyorum ve onun dünyası için benim müziğim doğru bir seçim'' diyor.''

ne diyorlar lynch için; anlaşılması zor bir dahi. baştan yanılıyorlar. david lynch gibi sanatçıların eserlerini anlamak değil önce hissetmek gerekir; sizi çarpması, bu çarpışma, etkileşim esnasında ruhunuzla titreşime giren yönlerini serbest çağrışımla bilinç düzeyine çıkarmanız, sanatın sihirli değneğiyle önce kendinizi sonra da kendiniz özelinde tüm insanlığın, hayatın gizli sızılarını, özlem dolu fısıltılarını duyabilmeniz gerekir. bu ya o anda yani sanat eseriyle karşılaştığınız anda olur ya da bu büyülü dokunuşun ruhunuzda kuluçkaya yatıp, başka bir zaman ama tam zamanında sizi uyandırmasıyla gerçekleşir. yani önce;kendini tam anlamıyla özgür bırakıp, böylesi sanat eserlerinin ruhuna karışmasına izin vermelisin. anlamadan önce hissetmeli ve duymalısın...

ne demiş lynch:

--spoiler--
Sinemanın asıl büyüsü, gücü; içgüdülerle hissetmekte, insanların tuhaf ve unutmayacakları bir hisle filmden ayrılmalarını sağlamakta yatıyor...
--spoiler--

evet hissedip, duyumsadıktan sonra anlamlandırma aşamasında, insan ruhunun gizemlerini, karanlık yönlerini ve tabi ki kendini tanımak isteyen her insan gibi psikoloji ve psikanalizden, karanlık yola ışık tutması için yardım alınabilir belki de alınmalıdır.

david lynch'in kahramanları dışardan sessiz, sakin, sıradan görünen ama geçmişlerinde travmalar yaşamış, bunlarla yüzleşemeyip bilinçaltına atmış ve geçmişin aslında geçememişin öldürücü nefesini enselerinde hisseden, rüyalarında bu karanlık okyanusta, can simitsiz yüzmeye çalışan; günlük hayatta baş edemedikleri gerçeklikten kaçmak için kişilik bölünmesi ve yabancılaşma yaşayan insanlardır. ya da sado mazoşist, fetişist; nefret ve şiddetle soluk alan; derinde yardım isteyen ayrıksı, mutsuz, zavallılardır. aslında lynch bize; hiçbir şeyin göründüğü gibi olmadığını; insanın görünenden apayrı bir kişiliğe, saklı hayata sahip olabileceğini hatta tüm insanlarda karanlık yönlerin bulunabileceğini söylemektedir. (isteyen jung'un persona ve shadow kavramlarına göz atabilir.)her şey bir etkiye bakar; yangın için bir kıvılcım yeterlidir.

nasıl hayat doğrusal bir çizgide ilerlemez; bugünün zengini yarının evsizi; dünün örnek vatandaşı bugünün katili oluyorsa; insan ve hayat mevsimler gibi hem kışın soğuğunu hem yazın sıcağını hem de baharın yeniden doğuşunu güzün soluşunu her daim yaşayabiliyorsa; tek bir gün içinde kısacık bir anda bile tüm hayatı bir kaza, dikkatsizlik ya da kötü bir tesadüf sonucu değişebiliyorsa; ruhların yansıması olan sanat eseri de böyle değişken, çetrefilli ve beklenmedik herşeye gebedir aynı david lynch filmleri gibi.

freud, jung ya da başka biliminsanlarını referans alarak, lynch filmlerinin psikolojik, pskinalitik sembol dilinde yorumlaması yapılabilir. ancak bu bıçak sırtı bir durumdur. çünkü david lynch gibi gerçeküstü anlatıma sahip, seyirciyi ruhsal ve bilişsel katılımıyla yaratıcılık sürecine interaktif bir şekilde dahil eden, avangart bir sanatçıyı sadece psikanalitik sembol diline indirgemek eksik, haksız ve sığ bir tavırdır. çünkü david lynch'in tüm arızalı karakterlerinin, aslında tüm insanların belirli seviyelerde, az ya da çok; varoluşsal sorunları vardır. ruhsal, psikolojik vb. arazların dayandığı temel nokta bu cadı kazanıdır. ve bunlar çözümlenmedikçe bu kazan kaynamaya devam etmekte; yeraltındaki magma gibi bir kriz anında lavlarını püskürten bir yanardağa dönüşüp hem kendini hem de çevresindekileri kırmızı lavlara boğmaktadır. onun içindir ki david lynch sinemasına felsefik bir bakışla yaklaşmak; lynch'in filmelerinin ve insan doğasının derinliğini kavrayabilmenin önemli adımlarındandır.

bu konuda yapılmış bir tez çalışması bazı açılardan,bize yol gösterebilir. eksik kalan felsefik yorumlar her zaman bizlerin hayal ve düşün gücüyle tamamlanır...

varoluşçuluk ve yeni kara fim; david lynch örneği****

--tezden yapılan özet mahiyetinde alıntı--
aşk hem david lynch sineması, hem de albert camus felsefesi için önemli bir konudur. öleceğini bilen bunu değiştirmeye çalışmayan uyumsuza ulaşmanın etkili araçlarından biridir. aşk sürekliliği dışladığı için uyumsuz bir duygudur. aşkı bu şekilde yaşayan kişi uyumsuz varoluşu gerçekleştirir. bu özelliğinden dolayı camus, aşka büyük değer atfeder ve onu ''her şeyin başlangıcı'' tayin eder.
aşkı, kişiyi ölümün kaçınılmazlığı ve yaşamın saçmalığı konusunda uyanık tutar. böylece kişi saçmanın bilincine varır ve güçlenir. hayata hakim olan hala anlamsızlıktır, ama aşk kişiyi bu anlamsızlıktan kurtarır.
aşık olan kişinin yaşamın saçmalığına rağmen, intiharı değil yaşamayı seçmek için artık bir nedeni vardır. aşkın bu özelliğinden dolayı sevmek bir görevdir. bu görevi yerine getiren insan saçmaya direnir.
aşk lynch için de önemli bir kavramdır. iki katmanlı öykülerden oluşan filmlerin ana temasıdır. gerçek aşkın aranması yönetmenin filmlerinde baskın bir konudur. lynch'in karakterleri kendilerini aşk aracılığıyla tasarlar. fred'in pete'e; diane'nin betty'e dönüşmesinin nedeni aşktır. bu nedenle david lynch sineması ile albert camus felesefesi, aşk ekseninde birleştirilmiştir. david lynch'in kayıp otoban ve mulholland çıkmazı filmlerinde karakterlerin, uyumsuz aşık olup olmadıkları ele alınmıştır.

david lynch'in karakterleri camus'nun günü gününe yaşayan insan tasarımı ile birebir örtüşmektedir. fred ve diane camus'nun günü gününe insanı gibi mutsuzluk içinde yaşar ve gerçeği göremez. saçma karşısında bilinçsizdirler. dolayısıyla david lynch sinemasının izleyiciye sundukları; albert camus'nun savunularıyla örtüşür.

ikinci dünya savaşı'nı yaşayan insanlık; temel sorunsalı, yaşamın anlamı olan varoluşçuluğu keşfetmiştir. varoluşçuluğun psikanalizin yanıtlayamadığı sorunları yanıtlamasına rağmen sanat eserleri psikanalizin bakış açısıyla incelenmeye devam edilmiştir. özellikle gerçeküstü öğeler içeren sanat eserleri, freud'un teorilerinden yararlanarak değerlendirilmektedir. david lynch sineması da tek yönlü okunmaktadır. bu filmleri varoluşçuluğun bakış açısıyla çözümlemek onları derinleştirecektir. bu amaçla albert camus'nun saçma ve uyumsuz aşk ile ilgili kuramları takip edilecektir. bu tezde ayrıca yönetmenin son iki filmi olan kayıp otoban ve mulholland çıkmazında aynı karakterin öyküsünün anlatıldığı iddia edilecektir. böylelikle aşk teması, felsefe ile sinema arasında bir köprü olarak kullanılacaktır.

--tezden yapılan özet mahiyetinde alıntı--

son söz: kırmızı perdelerin uçuştuğu; siyah asfalt üzerindeki sarı yol çizgilerinin*** mevcut gerçekliği öldürerek arzulanana hızla aktığı; mavinin hüznü ve sırrı çağrıştırdığı; gizemli, düşsel,insan kadar çok katmanlı ve gerçek lynch boyutunu yaşarken kendimizi yeniden yaratmaya cesaret edebilmek dileğiyle... yaşasın insanı hem rahatsız ederek hem de büyülüyerek başkalaştıran sanat, sanat eseri ve sanatçı ruhlar!

sinamasal not:şaheser inland empire için (#15223026)
çatışık iliştirmeler arasından cımbızı iyi kullanabilmektir david lynch ve anlaşılma ilişkisi. çoğu zamanda da eserlerin ayrımı değil bütünüdür. yani david lynch in tek bir eseri mevcuttur ve bu esere yeni çekimleriyle bölümler eklemektedir. birleşimini sağlamak yorum meselesi.

twin peaks ile başlangıç vakti;
david lynch popülaritesinin başladığı asıl nokta. bilgi aktarımında köprü vazifesi görmüş bir yapım. eraserhead ile elephant man i kendi aralarında eşleyebildiğimiz için, vakıf olunan asıl film olarak geçmişten kalan blue velvet ten birçok nokta içermekte. öncelikle kırmızı perdeler, kör adamlar*, trafik lambaları. aynı zamanda twin peaks geleceğe de zemin hazırlayarak cüce simgesini ciddi anlamda* ilk kez lynch e özgü figür olarak hayatımıza sokmuştur.

kırmızı perdenin önünde blue lady dorothy vallens* vs Man From Another Place* "perdenin sunduğu her zaman kötüdür." mottosuyla gerçeklenmiş lynch in uyarı sistemi rolündeki imgelemidir. man from another place in bir başka incelemesi ise red gnome ile arasındaki benzerliktir. bu benzerlik inanç sistemine* başarılı bir göndermedir.

double ed* ile nadine hurley* arasında yine tekrar eden bir göndermeye rastlamaktayız. şöyle ki; engel nitelemesindeki problemlerle lynch şizofreni vs mutlulukla iki ayrı eserindeki karakterlerin betimlemesini bu kez tersinir olarak yansıtmaktadır.

Catherine Martell* ile Marietta Fortune* benzerliği: lynch takıntılarının devam noktası olarak yükselmektedir. belki bunda twin peaks ile wild at heart ın çekim döneminin belirli bir zamanının çakışmasınında etkisi vardır.*

trafik lambalarına olan aşinalığımızın kaynağı blue velvet;
bilgiyi biriktirerek sona doğru ulaşmaya çalışan insan modelindeki lynch trafik lambalarına aynı zamanda lost highway ve twin peaks'te de rastlanmaktadır. bu obje filmlerdeki geçiş anlarının zamana saklanması şeklinde yorumlanabilir.

toparlanmaya çalışılmış karmaşa halinin özeti;
gelişme bölümünde takılı kalınmış olsa da lynch sanatında zirveye oynarken; yanında takıntılarını da sürükler. david lynch in anlaşılamayışı ve kimi filmine yorum getirip kimine getirilememe hali sadece hepsinin arasında paravan olduğunu düşünmekten geçmekte.

son sözler;
birşey anlamıyorum triplerine girmek yoktur; gelişimin ağacını çıkaramayan david lynch i izlemeye ve anlamaya inat etmiş bünyeler vardır. oysa herşey a slice of lynch* gibi koyu şekersiz kahve gibidir. oldukça acı ve rastlanmak istenmeyen.
--spoiler--
sanat dendiği zaman ilk aklıma gelen ve çok sevdiğim bir anektod vardır. onunla bitirelim.

picasso'ya sormuşlar
- bu ne biçim balık, üstad?
+ o balık değil, resim!
demiş.
--spoiler--

ve

bu karikatürü bugün gördüm.
http://galeri.uludagsozlu...om/r/umut-sarıkaya-44270/
önce güldüm, sonra..

bu anektodu yıllar önce sait faik'in "açık hava oteli, konuşmalar mektuplar" adlı kitabında bedri rahmi eyüboğlu ile yaptığı söyleşi bölümünde görmüştüm. kitaptan aklımda bi bu kaldı diyebilirim. burda ilginç olan ben bunu okuyorum "hmm evet abi sanat böyle bi şeydir" sonucunu çıkartıyorum. umut sarıkaya okuyor "türkler neden kaybediyor?" sorusunu buluyor.. karikatürüne malzeme çıkıyor. evet işte sanatçı böyle bişeydir.
konu david lynch yada bir lynch filmi olduğunda, düzenli hikaye anlatımına, en azından bir hikayeye alışmış sinema izleyicisinden ve buna bağlı olarak sözlük yazarlarından şöyle şeyler duyarız.

-abi 5 kere izledim hala hiç bişey anlamadım
-hacı adam zaten anlamayalım diye yapıyo anlaşılmayınca da büyük yönetmen oluyo
-yav anlaşılmayacak ne var ilk izlememde anladım, bence çok basit
-david lynch'e sünnet düğünü çektirmek
-hiç bi şey anlamadım ama güzel film

burdan yola çıkarak hem lynch sinemasını (ki sinema 7. sanat olarak da bilinir) ve sanat eserini tartışıyoruz.

bence sinemaya sanat diyeceksek en büyük paylardan biride lynch ve lynch gibi sinemayı bir hikaye anlatma şeklinden çok yazılamayanları anlatma, hikayeyi hissettirme ve tabiki izleyicide iz bırakma derdinde olan yönetmenlerindir.
soyut olanla uğraşmak bütün sanatların ilgi alanı ancak bir ruh hastasının, şizofrenin, delinin gözünden hayata, eşyaya yada olaylara bakmak ancak lynch gibilere kısmet olmuştur. en önemlisi soyut olanı hiç kimsenin yapamayacağı bir şekilde somutlaştırmış, hissedilir, duyumsanır hale sokmuştur.

Suyun Sızladığıdır

--spoiler--
Sızıyı gideren su.
Suyun sızladığını kimseler bilmez.
--spoiler--
ismet Özel

yorgun serüvenci

--spoiler--
ben yeşil bir suç içtim onsekiz
emirgan'da içtim temmuz'da
bütün karadeniz akıyordu
rüzgar çözülmüştü ay yoktu
işte ben klor içtim onsekiz
bıyıklarımdan damlata damlata
büyük rezilliğimizi içtim

saat yirmibir demesin içim çöl
gözlerimi mumlar gibi söndürüyorum
sarhoşlar gitti onsekiz gitti
istinye'de gemiciler kahvesindeyim
avuçlarımda kurukafa işareti
oksijeni eksik başka bir gökteyim
başka bir karanlığa kan veriyorum
az sonra böbreklerim dökülecek

yabancı bir ıslık elektriklerde
rüzgar dudaklarımı kesiyor
şimdi git onbeş yıl önce gel
yalnızlar sokağında bekliyorum
tırnak uçlarımdan kan sızıyor
kan burun deliklerimden sızıyor
bütün camlarım kırılmış yorgunum
--spoiler--
attila ilhan

bu dizeleri okuduğumuzda da (en azından ilk okuyuşta) birşey anlamayız. ama güzel olduğunu bilir ve hissederiz.

bu aynen bir picasso tablosuna baktığımızda onun güzel olduğunu anında kavramamız gibidir.
http://www.tate.org.uk/mo...history/html/picasso.shtm

yada escher'in yapıtlarına bakınca evin merdivenleri saçma olmuş demek yerine ağzımızın salyasını akıta akıta bakarız.
http://www.zurnaalemi.net...rits-cornelis-escher.html

bu farklı sanat dallarındaki anlam veremediğimiz, normal olmayan yada somutlaştıramadığımız ancak hissettiğimiz şeyin adı estetiktir. estetik bir sanat eserinin olmazsa olmazıdır ancak tek unsur değildir. gerçek şu ki estetiğe ilgi insanda doğuştan olmakla birlikte son derece hamdır. eğer geliştirilmezse sanat eserine bakar ve ben bunu anlamadım olmamış diyebilir. yada anlamak için kıçını yırtabilir. sanat eserine baktığında insan fark etmeden değişir.

"intihara karar vermiş bir genç tesadüfen bir resim sergisine girer. renoir'in sergisidir bu.
gördüğü tabloda
bir gök
bir su
bir kadın vardır.
dünya ne güzelmiş az daha intihar ediyordum demiş."

bazen değişim bu denli fark edilir olur.

sanat eserinin birşeye benzemesinde de sakınca yoktur. kesin olan birşey varsa estetik olmalı ve sanatçının eli hissedilmelidir.
bir manzara karşısında kötü ressam gelir o manzaranın ta kendisini yapar, iyi ressam kafasındakini yüreğindekini.

bakın sinemayla ve anlamla ilgili david lynch ne diyor.

"sinemayı seviyorum çünkü bazı şeyleri yazarak anlatamazsınız."
"sinema soyut olanı anlatabilen bir dil hikayeleri seviyorum ama ben bir hikayeyi değil bir hissi anlatıyorum"
"Herşeyin ne anlama geldiğini ya da nasıl yorumlanacağını bilmemek daha iyidir, aksi takdirde olayları kendi akışına bırakmaya korkarsınız. Psikoloji, gizemi ve büyü niteliğini yok eder. Anlamlardan konuşmak beni çok rahatsız ediyor. Çünkü anlam çok kişisel birşeydir ve herkese göre değişir..."
"Hollywood da hep geleneksel tarzda filmler yapılıyor. Öyküleri herkes anlıyor ve herkesin anlamadığı küçük bir nokta bile olsa telaş başlıyor. Ama işin asıl ilginç yanı, daha soyut kavramlarla uğraşmaya başlayınca ortaya çıkıyor. Sinemanın asıl büyüsü, gücü içgüdülerle hissetmekte, insanların tuhaf ve unutmayacakları bir hisle filmden ayrılmalarını sağlamakta yatıyor..."
"Zihniniz birçok harika ve güzel şeyi dizginleyebilir. Mantık ve sebep aramaksızın her zaman başka birşey, görünmeyen birşey mevcuttur. Dünya sonlu olmaktan çok, sonsuz bir yerdir. "
"Gizemi ve bilinmeyeni severim, neler olup bittiğini bilemediğim için karanlık ortamları da Dış görünüşün altında bir şeyler saklı olduğu fikrinden hoşlanıyorum ve sanırım insanlar bilmedikleri bir şeyi veya daha önce hiç bulunmadıkları bir yeri seyretmeyi seviyorlar."

david lynch filmlerini onlarca kez izledim ve sürekli çözmeye çalıştım, kendimce çözümler de buldum ama dehasını ve sanatını düşündükçe aldığım zevkin yerini hiçbir şey tutamaz.
kırmızının, mavinin, dumanın, sarı şeritlerin, perdelerin, kabusun ve kaosun yönetmenidir o anlamaya zorlanmak zevktir.

sanat dendiği zaman ilk aklıma gelen ve çok sevdiğim bir anektod vardır. onunla bitirelim.

picasso'ya sormuşlar
- üstad, bu ne biçim balık
+ o balık değil resim
demiş.