bugün

fazla eksikleri ile güzel olan Alman bakışlı istanbul müziği belgeseli.
istanbulun ruhunu bir yerinden, diplerinde bir yerinden yakalamış yapım.

yatağımızın konforundan şikayet edip en ordopetiğinin peşinden koşarken biz; müziğini sokağa, müziğini doğrudan insana yapanların hikayesi bir nevi. kanadalı bir kadına basma etek giydirebiliyor müzik.
Son derece akıcı ve izlendikten sonra istanbul'a farklı bi gözle bakmanızı sağlayacak süper ötesi bir yapım.
siyasiyabend isimli grubun akşam üstü haliç' e karşı oturması belgeselin en güzel sahnelerinden birisidir. istanbul' a bir kez daha aşık olur insan.
sanırım herkesin izlemesi gereken bi film. belgesel tadında, türkiye'nin müziğini yansıtan güzel bi film. duman'ından sezen'ine, baba zula'dan siyasiyabend gibi sokak sanatçısına kadar leziz bi toplama olmuş.
arkadaşlarım crossing the bridge the sound of istanbul'u izlemedim dediği zaman, direk benden ''izle!'' lafını duymaları muhtemeldir.
karışmışız kalabalığına, gürültüsüne...
istanbul'u istanbul yapan ögelerden olmuşuz da haberimiz yok; şöyle kafayı hafif kaldırınca yahut dışarıdan bakınca halimize, nasıl görünüyoruz ki ordan diye... ''işte tamda böyle'' diyor fatih akın bize.

müziğine, yüzünü batıya dönmüş fakat dizine kadar doğu kültürüne ve alaturkaya batmış insanlarına, kalabalığına, yaşam mücadelesine, taksicisine, romanına, umursamaz tavırlarına, kısaca istanbul'a ve onu istanbul yapan her şeye tekrar ve tekrar aşık ettiriyor.

ceza, duman, babazula, sezen aksu,müzeyyen senar, siyasiyabend, burhan öçal, mercan dede, replikas, orhan gencebay, erkin koray, aynur doğan gibi efsane niteliği taşımaya aday yahut efsanenin sözlük anlamı olan insanların birarada toplanarak yaptığı bir şeyin kötü olması beklenilir mi gerçekten?

müzeyyen senarlı rakı fırlatma sahnesi ne kadar mükemmel sıfatının dahi üstünde bir sıfatı hak ediyorsa, istanbul'un anlatıldığı bir filmde hip hop kültüründen gelen ceza ve cezanın dıdısının dıdısının aile içi sohbetleri de o denli epic fail.

olur ya, bu şehir çürüttü beni, nefret ediyorum, bir an önce tası tarağı toplayıp kaçmak istiyorum dersiniz; açın izleyin. fatih akın başınızı okşasın, hele bir otur soluklan yeğenim muamelesi yapsın.

olur ya, henüz filmi izlememiş ve yurtdışında yaşıyorsunuzdur. eğer ki ilk uçakla istanbul'a dönebilme imkanınız yoksa, beni dinleyin; izlemeyin.

"bu şehrin büyüsünü çözemedim. sadece yüzeyini biraz tırmaladım o kadar. "
baştan sona kalpte bir heyecan dalgasıyla ve minnetle izleten, ülkeyi yaşanılır kılan yapımlardan biri. her kare öyle doğal, öyle gerçek ve öyle biz ki; her an filmin bir köşesinden uzanmış kafanızı görecek gibi olursunuz.
--spoiler--
filmin son dakikalarında baba zula ve eşliğindeki muhteşem ses günlerce silinmez kulaklardan.
(bkz: Brenna Maccrimmon) - (bkz: ben bir martı olsam)
--spoiler--
türkiyede yaşıyorsan ve türkçe müzikle uzaktan yakından ucundan azıcık alakan varsa ve sen ''crossing the bridge the sound of istanbul'' u izlemediysen hayatının yüzde on u gitti arkadaşım. şaka yapmıyorum harbiden gitti..
izledikten sonra istanbula çok daha farklı gözle baktıran istanbulu dinlettiren belgesel. istanbul bu kadar güzel anlatılmamıştı kanımca. herşey yerli yerinde şarkılar o kadar güzel seçilmiş o kadar güzel oturmuş ki. sonda sezen aksu dan istanbul hatırası ardından brenna mccrimmon dan cecom dumurdan dumura atlatır insanı bir sigara yakar bi ker daha izlersiniz.
ilginç bir şekilde bu film bana türkiye müziğinin daha ziyadesiyle azınlıklarımız tarafından sırtlandığını düşündürtmüştür. yani çoğunluk olan sünni-türk topluluktan ziyade, hem klasik türk müziği hem balkan ekolünde çingenelerin hâkimiyetini görüyoruz. neredeyse bütün enstruman üstadları (klarnet, darbuka, keman) çingeneler. diğer taraftan geleneksel halk müziğinin ve bağlama kültürünün taşıyıcısı aleviler. orta anadolu'daki "bozlak" geleneği bile yerleşik olanlarca icra edilmiyor, "abdal" adı verilen ve kız vermekten imtina edilen bir topluluğa taşere edilmiş. bir taraftan da hem arap hem de yöresel-etnik müzikleriyle kürtler geliyor. bütün bunların sebebi ise sünni-türk toplumunun bütün bu "eğlence" meselesini taassup nedeniyle hakir görüyor olmasıdır sanırım. durum ancak etnik aidiyetlerin ve geleneklerin önemsizleştiği büyük şehirlerde değişiyor (şehirli rock ve hiphop). ancak bu "şehirli" müzikte, filmde izlediğimiz gibi, etnik aidiyetleri kozmopolit bir potada erittiği ölçüde güzel ve ilgi çekici.
gerçekten çok sıcak bir belgesel. Boğaz üzerine temellendirilmiş bir istanbul ve doğu batı arasında kalmışlığı avantaj olarak kullanan ya da dezavantajlarıyla çıkmaza giren müziği anlatıyor.

Bizon'un söyledikleri çok doğru gibi bir klasik onaylama yöntemine girmeyeceğim. Ancak söyledikleri söylemek istediklerinden çok daha az olduğuna eminim.

Erkin Koray babanın ise "hala bazı şeylerde beni kısıtlıyorlar" gibi söylemleri babaya yakışmayacak kadar bir geride yaşamalıktan öte değil.

Baba Zula nın ise en saykodelik şarkısı (uzun havamsı) olan Cecom'un filmin soundtracklerinde yer alması ise gerçekten filmin benim adıma kopan anlarından biriydi.

Bilmiyorum objektif bakamıyorum bu filme. Bizi anlattığı için olacak herhalde çok benimsedim belgeseli. Olası anlatım hatalarını bile görmezden geldim.

bilgi: Bizon Murat'ın çaldığı aletin adı santur.
mekanlardan beyoğlu, odakule civarı...
akşamüstlerinden, yaz...
güneş birazdan batacak acele et, aslında etme. sakin...
güzel bir ses geliyor, bak! çık dışarı. ses'e git...
sokağın sesine, batan güneşin rengine eşlik eden bu güzel şarkıyı duy.
alkol alır mıyız?

(...)

"hiç, hiçbir şey bilmiyorlar,
bilmek istemiyorlar
şu cahillere bak
dünyanın sahibi onlar."

arada canım sıkıldığında izlediğim, bazen sadece dinlediğim bu lezzetli istanbul hatırası filminin, bendeki en güzel hatırası siya siyabend 'in hayyam'ı çalıp söylediği işte o enfes sahne.

fatih akın da kral şahsiyettir vesselam.
şu günlerde hastalıklı bünyeleri hayata bağlayacak kadar leziz bir yapım. eline sağlık fatih akın.
o kadar güzel, o kadar anlamli ki.. torunlarima saklayacagim bir belgeseldir.* ayrica her izleyi$imde istanbula gidip gelirim sanki.*
abd' de sundance kanalinda az once biten fatih akin yapimi belgesel. zaten bir kac kez izlemistim ama cikinca dayanamadim tekrar izledim. istanbul hatirasi' nin hos yorumu ile bir defa daha mest oldum. istanbul ozlemine gark etti bendenizi...
en güzel sahnesinin sezen aksu'nun olduğu istanbul hatırasını söylediği bölüm olan film. ara güler'in resimleri ve sezen'in harika yorumu filmin sonuna doğru çok güzel gitmiş.
--spoiler--
12 Eylul'de cikan bi yasa var. Azinlik muzigi yapmak yasak. Yani, bir almanca, fransizca, ingilizce muzik yapmak yasak degildi, ancak kendi vatanda$inin konu$tugu, kendi anadiliyle muzik yapmasi yasakti...
askerlik sorununu hallettim tamam mi, memlekete gidiyorum. gidemiyorsun, her 50 kilometrede bir indirilip araniyorsun tamam mi, kafami ceviriyorum bir yanda orman sevgisi vatan sevgisidir yaziyor, oteki yanda nehir akiyor ormanlar yaniyor tamam mi?... ve bizim evlerimizi boyle yakip yiktilar, Ve bu insanlar, kurtulu$ sava$inda bu topraklara sahip cikmi$ insanlar. bizi nasil bu topraklarin du$mani gorurler? Ha, nasil bizi du$man gorurler?
--spoiler--

bunun gibi binlerce basit soz, egitimsiz, konu$mayi bile zorlukla ba$aran, bu hale getirilen insanlarin agizindan dokuluyor bu filmde. kurtce $arkilarda gozya$larini tutamiyor insan... bu kadar basit cumlelerde bile, ozgurluk denen $eyin, belki de insanin insan olma bilincinin nasil kisitlandigini gordum, tekrar ve tekrar oynanan bir tiyatro gosterisinde.

aynur dogan - ahmedo
aynur dogan - Dar Hejiroke

sozlerimin degil, ancak yuregimin konu$abilecegi bir nokta burasi artik.

alin, sanki kaninizi akitmi$casina, sanki oldurulmu$cesine hakkari'de 90 yil once, sanki surulmu$cesine agri'dan adana'ya, ac, susuz... sanki curumu$cesine bedeniniz, koku$mu$ insan varillerinde, mavi gozlerinizin kederinde...

alin, g.tunuze sokun o cok sevdiginiz turkiye'nizi... karde$lerimizle payla$madiktan sonra, ne anlami var?

helal olsun.
Her seferinde ayrı bir hazla izlenebilen önemli bir yapıt.Arşivlerde bulunması gereken bir eser.
yaşadığım şehri bu sefer izlerken hissettiğim müzikal tadında belgesel.
son zamanlarda yapılan en iyi türk belgesellerinden. fikrimce belgeselin en iç alıcı anı baba zula ve brenna maccrimmon un gemide arkada nefis istanbul manzarası eşliğinde cecom u söylediği sahnedir.
izlerken istanbula ve istanbulun müzik kültürüne hayran kalınan belgesel.
aynur dogan ın hamamda soylediği ahmedo mest eder insanı. ayrıca kanadalı bir ablamız olan brenna maccrimmon ın turkcesi ve sesinin sarkıya * olan uyumu da ilgi cekmektedir.
"bir şehri tanımanın en iyi yolu,o şehrin müziklerini tanımaktır" diye yola çıkan ve gerçekten istanbul'un müzik kültürünün dolayısıyla yaşam kültürünün aslında bizim populer kültürle dağlanmış gözlerimizin ne kadar ardında ve sanıldığından ne kadar görkemli olduğunu gösteren bir başyapıt.
en komik anlarını, cezanın babasının türkiye`nin asıl ihtiyacı olan müzik * hakkındaki konuşmaları sırasında yaşatan belgesel.