bugün

star gazetesi yazarı ahmet kekeç in emin çölaşan ın hurriyet ten kovulması ile ilgili yazdığı aykırı yazının başlığı. finalde yılmaz özdil e nefis bir giydirme yapılmış. ayrıntılar aşağıda:

Hem de çok ayıp etiler... Madem Emin Çölaşan gibilerin bazı gazeteler için kontenjan değeri var, (kontenjan değeri olduğunu, Hürriyet gazetesinin yaptığı büyük yazar transferinden biliyoruz), kalsaydı adamcağız yerinde.

Mine Kırıkkanat ve Necati Doğru Vatan cephesi ni tutuyorlar.

Hıncal, Sabah barikatlarında...

Emin Çölaşan da Hürriyet cephesini tahkim ediyordu.

iyi de ediyordu.

Bütün o cedelci, laf anlamaz, inatçı tavrına rağmen (yazılarında pek göstermiyordu ama), Çölaşan da törpülenmemiş bir insan yan vardı.

Biraz da saftı.

Bütün o kavgacı yazıları da, herhalde, saf olduğu ve kendi kendini dolduruşa getirdiği için yazıyordu.

Çok değil, bundan altı ay kadar önce, üstadın veda kıvamındaki yazısını okuyunca dayanamamış, bir Çölaşan güzellemesi yazmıştım.

Sonra da, üstadın yazdıklarını ve yazamadıklarını dercetmiştim.

Pek çok kişi, nerden icap ettiği belirsiz veda yazısını, Çölaşan Hürriyet ten ayrılıyor galiba şeklinde yorumlamıştı ama, üstadınki bir tür 30 yıl dertleşmesi ydi.

işte, bugüne kadar doğru bildiğinden hiç şaşmamış, hep mazlumun yanında olmuş, kötülerin üzerine gitmiş, haram yememiş, kalemini satmamış, hayatını rejim düşmanlarıyla mücadeleye adamış, vs...

Başka türlüsü olabilir miydi ki zaten?

Medyanın dürüst kaleminden beklenen, elbette, yolsuzlukların üzerine gitmesi, dürüstlükten taviz vermemesiydi.

Fakat dürüst kalem Emin Çölaşan, bazı şeyleri yazmadı.

Neleri yazmadığını hatırlatmıştım ama, bu tecessüsten korktuğumu da ekleyivermiştim.

Çölaşan teşekkür telefonu açtı.

Hatta, Ankara ya davet etti.

Ee, ikimiz de boşta olduğumuza göre, bir Çölaşan seferi düşünülebilir.

Neyse işte, tecessüs kötü bir şeydi.

Birileri, iş edinmiş gibi, neyi yazdığınızı değil, neyi yazmadığınızı, hatta yazamadığınızı kolluyor, yaptığı şey yeterince sevimsiz değilmiş gibi, bir de oradan hüküm çıkarıyordu.

Çölaşan da her şeyi yazamıyordu işte.

Elinden gelmiyordu.

Fakat, yukarıda da belirttiğim gibi, yazamayan Emin Çölaşan bile daha sevimli bir figür.

Daha matrak...

Mizah duygusundan yoksun ama, daha matrak...

Hatta daha bilgili...

Bir de kontenjan dan Çölaşan ın yerine ikame edilen arkadaşın durumuna bakalım.

Ertuğrul Özkök, büyük yazar diye pazarlanan arkadaşı takdim ederken, satıraralarında Çölaşan a giydiriyordu: Samimiyetle, duyguyla, bilgiyle, mizahla, tarafsızlıkla yapılan muhalefet, çifte su verilmiş çelik gibi oluyor muş... Ama hakaret, iftira, takıntı, lakap takma, haksızlık gibi şeyleri muhaliflik gibi sunmaya kalktığınız zaman iş değişiyor muş...

Dolayısıyla, Çölaşan gider, Yılmaz Özdil gelirmiş.

Bu büyük yazar meselesine uygun bir zamanda değineceğim.

isterseniz önce şu bilgiyle yapılan muhalefete bir göz atalım:

işte Çölaşanın yerine ikame edilen bilgili, duygulu, tarafsız, samimi, esprili arkadaşın yazdıkları:

Bidon kafa...
Yani darılmayın ama, hakikaten Allah cezanızı versin be kardeşim.
Sevmeyenlerin cehenneme kadar yolu var...
Fethullah... Abdullah... Mabdullah...
Kıçına solunum cihazı taktıkları zaman beni hatırlarsın, çünkü bu saatten sonra ancak orandan nefes alabilirsin...
Elalem gemi almış, sen iskele babası almışsın...
Sen bilirsin kardeş.
Türbanmış, uzlaşmaymış, hikáyedir. Laga lugadır.

Şimdi gel de üzülme.

Gel de Emin Çölaşan ı arama.
buyuk yazar buyuk yazar diyerek yılmaz özdil e sarmaya çalışan gereksiz insan kekeçin yazdığı gereksiz yazıdır.

(bkz: bak dalgana)