bugün

sizle bakışır usul usul. hoşunuza gider bu durum. foursquare denen olay ilk defa işinize yarar. bir check in yaparsınız ki görürsünüz kızı. eklersiniz hemen. 2 dakika geçmeden kabul eder. tam yazacakken bir şeyler kafanızı bir kaldırırsınız adamın tekine sarılıyor, öpüyor onu. bu durumda kime üzüleceğinizi şaşırırsınız. bu kadar tatlı bir kızın iğrenç düşünce yapısına mı, hiçbir şeyden habersiz ona koşan sevgilisine mi, yoksa acıyan canınıza mı. muhtemelen en az zararlı siz olduğunuzu düşünüp arkadaşınızla muhabbetinize geri dönersiniz.

(bkz: based on a true story)
sevgilisini bekleyen kızdır.
siz aval aval bakarken sevgilisi gelir içinize bir hüzün düşer baktığınıza pişman olursunuz.
size bakmaz.
(bkz: okuyamadık kardeş durumumuz yoktu)
oldu ya hoşlandınız, bahtımı sikiyim diyin uzaklaşın. masasına gittiğiniz anda siz hanzo o da kate upton'ı sikeyim en güzel benim havalarında olacaktır.
yanına gittiğiniz anda daha konuşamadan , mekanın iri garsonu tarafından " bi sıkıntı mı var " diye araya girilmek suretiyle, zaten az olan özgüveninizin iyice yokolmasına dolaylı yoldan sebep olacak kızdır.
arada milyon kilometrelerin olduğu kızdır. sadece kesersiniz. kız telefonunu düşürüp eğilip alsında am görelim desenizde nafile.
sözlüğe bu şekilde yazıldığına göre bir halt yiyememiştir er kişi. eh anca buralara yazarlar, sonra güzeldi, şöyleydi böyleydi. korkak dingiller. lan konuşsanız yemez kimse sizi. en fazla olacağı tanışmak istemiyordur, bu. başka bir şey yok. çekip vurmaz sizi yani ne diyorsun sen be diyerek.

not: okumadım yazdığını.
arkadaşını ya da sevgilisini bekleyen güzel kızdır. boşuna sulanmayın kati surette yüz vermez.
Pek de umrunda olmayan guzel kizdir. Otursun ne iciyorsa afiyet olsun bakalim.
karşınızda veya yanınızda oturan kız güzelse rakibi, çirkinse düşmanıdır.
gözlendiğini farkedip bakıyor ve kur atıyorsa eve atılacak,gözlerini kaçırıp başka masaya geçiyorsa terbiyeli ve namuslu bir kız çeşididir.
(bkz: cafe vs kafe)
kız yokken baska şeyler konuşuyordunuz veya baska şeyle ilgileniyordunuz ama kız geldikten sonra tüm herşeyi bırakıp ona yöneliyorsunuz ister istemez. sonra bir takım hayaller başlar. yanına gitsem mi? acaba sevgilisi var mı? derken kız kalkıp gider ve aşktada şansınız yoksa kafanızda hep neden soruları çıkar bitmek bilmeyen.
counter strike oynamaya gelen kızdır. *
seksi bakışlar atıldığında kaçacak kızdır. yesinler nazını.****
asla dönüp bakmayacağım kızdır. bakıyoruz da ne oluyor! kalkıp gidiyorsun. en iyisi bakışlarınla kızı hiç rahatsız etmemek arakadaş.
farkedildiğinde biraz ortamı kastıran kız. belli mi olur belki ekmek çıkar mantığıyla.
bu kız kafeye oturduğu zaman, yurdumun bıçkın delikanları hayatlarında hiç olmadığı kadar poz atmaya başlarlar ,kafalar ağır çekimde kaşlar kaldırılarak bakılır.cool erkek görüntüsü sağlanmaya çalışılır ve bir taraflar inanılmaz kasılmalar yaşamaya başlar.önünde duran çay bardağına uzanma stili bile değişmiştir, önündeki çayı adeta george clooney havasında kavrar.5 saniyede bir de kızın masasını kolaçan eder, göz göze gelmek için var gücüyle kontra atak yapar.kız kalkıp gitiği zaman ise adeta deniz simidinin sibobunu açmışcasına tüm havası kaçar ve pösürür.
elinde çay varsa eti çay keyfi ile yaklaşılması gereken kızdır.
saç kavurma ve ayran sipariş edecekken;
ton balıklı salata ve cola light sipariş etmenizi sağlayandır.

ince bellide çay sipariş edecekken;
irish cream coffe sipariş etmenizi sağlayandır.

ehe ehe diye gülecekken;
ah hah ha diye gülmenizi sağlayandır.

gebeş gebeş göbeğinizi kaşıyacakken;
uzaklara bakarak çenenizi kaşımanızı sağlayandır.

yayıla yayıla oturacakken;
dik oturmanızı, göbek içeri, göğüs dışarı durmanızı sağlayandır.

özetle, ömür törpüsüdür.
yanına yaklaşıp "merhaba" demenizde izmir' de iseniz aynı sıcaklıkla bir "merhaba" ile karşılaşma ihtimaliniz yüksekken, diğer şehirlerde magandalıktan sapıklığa kadar hakaretle karşılaşmanız kuvvetle muhtemeldir.
yan masaya güzel kız gelmeden önce :

- hocu monica bellucci gibi sevgilin olsa işe gitmezsin
+ abi çok beğenmiyorum ben onu, elizabeth hurley'den şaşma
- onun göğüsleri küçük be, ne o öyle pinpon topu gibi
+ nasıl ya ? bi kere monica'nınkiler çok büyük, sarkar abi onlar

yan masaya güzel kız oturuyor:

- öhöm öhöm..
+ öhöm
- eee sen naptın ?
+ napiyim abi.. ööle işte

yan masaya güzel kız geldikten sonra :

- üstad geçen cogito okuyorum, miles davis dinlerken
+ hangi albümü mirim, ben etnik jazz dönemini sevmiyorum..
- yok yok montreal konseri, tony çalıyor bateriyi
+ fusion etkilenimli bir konser o, o konuda bir kitap okumuştum

yan masadan güzel kız gittikten sonra :

- hocu monica falan da yalanmış, ne ceylanlar varmış ülkemde
+ öyle abi kaliteyi uzakta arıyoruz hep
- bir yerde bir hata yaptık ama
+ hmm nerde..nerde..nerde ?
"hocu ne kadar güzel ya, resmen günperi bu!" diye düşündüm onu görür görmez. suratımda beğeniden çok, sakallı bebek görmüş gibi bir ifade oluştu, zira karizmatik şaşıran biri değildim. hani filmlerde ilk görüşte aşk sahnelerinde böyle başı öne eğik, yandan bakan abiler olur ya, arkalarında hep sis makinası olan, işte o abilerden değildim, o abilerden bulsam ıslak odunla döverdim. ama o, o kızlardandı, hani önünde rüzgar makinasıyla dolaşan kızlardan. rüzgar makinalı kızın önünde hesap makinasıyla kalakalmıştım, mühendistim.

dove reklamındaki kadınlar gibiydi cildi, entellektüel bir havası olmasının yanında, bakımlı, şık, ağır ve de güzeldi. kıyafetini inceledim, sanatla ilgili biri olduğu belliydi, kıyafetleri oldukça sade ve pastel tonlarındaydı. düz, kumral ve uzun saçları, büyük bir ağzı, sivri bir burnu, ve de uzun ince parmakları vardı. "sen piyano çal, ben bass, geçinip gidelim be günperi" diye düşündüm. julia roberts'ın fransa görmüşü, zuhal olcay'ın genci, elizabeth hurley'nin sürekli sırıtmayanıydı. garsonu beklerken kafasını kaldırdı, baktı, bana en çok yakışan gömleğimi giymediğim için hayıflandım, gerçi bana yakışan gömlek var mıydı onu da bilmiyordum. gözgöze geldiğimizde, şaşalak bakıyordum, zira hangi gömleğimin bana en çok yakıştığını düşünmekteydim. o şaşkın ifademe aldırmadan sanki ingiliz asilzadesiymişcesine gülümsedim. başını öne eğdi. manzaraya tahammül edememişti, ingiliz şaşalak kozalağı sevmiyordu. kıyamazdım ben ona.

ortamda sadece bir adet boş masa vardı, iki arkadaşımla birlikte o masaya buyur edildik garson tarafından, günperinin arkasında kalmıştık, ama zaten ben de öyle olsun istiyordum. kesebilen, kesişebilen, kesişilebilen biri değildim, sıkılıyordum öyle durumlarda. masamıza yerleştik, günperi ile sırtsırta oturuyorduk. günperi söylediğim herşeyi duyabilecekti, bu büyük bir fırsattı, en azından ben öyle sanıyordum.

hemen yüksek sesle şovuma başladım, espriler yapıyor, arkadaşlarımı güldürüyor, arada her fırsatta çok kültürlüyüm imajı vermeye çalışıyor, bir yandan özgeçmişimden bahsediyordum. bunları hem yüksek sesle yapıyor, hem de beni yıllardır tanıyan arkadaşlarıma, zaten bildikleri şeyleri anlatıyordum. pis bir adamdım o anda. garson kahve diyordu, descartes'dan giriyordum söze. arkadaşım bir derdinden bahsediyor, içinde yirmi tane yazar ismi geçen cümlelerle cevaplıyordum. olmadık yerlerde duygulanıp, eğitim hayatımdan bahsediyor, gezdiğim ülkeleri sayıyordum. resmen saçmalıyordum ama kontrolden çıkmıştım. seyrek beğeniyor, beğenince de böyle maymun oluyordum.

pis zihnim ne düşünüyordu bilmiyordum, sanki günperi dönecek, sırtıma dokunacak, "experimental götür beni buralardan, minik bir klübede sen, ben ve romanlarımız yaşayalım" mı diyecekti. gerçekten, bilmiyordum. en son, kültablosunda ki küllerle, değişik resim akımlarından resimler çizip tahmin etme oyununu keşfettim, böylece içinde empresyonizm'di, kübizm'di geçen konuşmalar yapabiliyordum.

sonunda arkadaşım dayanamadı, "abi neyin var senin, ter içinde kaldın." dedi. "sevgi emek ister." dedim ona. ne sevgisi diye sorsa, mesnevi'den girecek balzac'tan çıkacaktım, halbuki balzac sevmezdim. sormadı, belli ki anlamıştı o gün çenemin düşük olduğunu, konuyu değiştirdi. "kalkalım" dediler. zaten bağırarak konuşmaktan bitkin düşmüştüm, teklifi kabul ettim. günperi ile tanışma planımı da kurmuştum kafamda, kalktık. sandalyeyi hafifçe arka sandalye'ye çarptırarak kalktım, "pardon" demek için kafamı çevirdim.

"cık cık cık" dedi, saçları kuaför çıraklarına benzeyen çocuk.

günperi çoktan gitmiş, yerine çakmatiki gelmişti.

ve belli ki o da benden pek etkilenmemişti.