bugün

merhaba monsieur,
yoruldum. özlemekten yoruldum. o kadar yoruldum ki bana halimi sorduklarında "gökhan özen gibi hissediyorum. o da benim gibi aşk yorgunuymuş." diyorum. haha ?!! seninle konuşamamak, özlediğimi söyleyememek, çünkü artık hiç birşeyin olmak çok zor olmasa da zor. şimdi toplasam bütün arkadaşlarımı, muhabbet etsem.. seninle yaptığım tartışmanın keyfini bile alamam. yapamıyorum.. beni canlı canlı hiç görmedin. bir gün "hiç görmediğim bir sevgilim olmuştu." diyeceksin belki de. belki de karşılaşacağız bir yerde. hiç inanmadın bu gerçeğe, bu sefer inan.
hayatınızı yaşayın monsieur. elbette... bakir olmak yüz kızartıcıdır arkadaşlarınız arasında. eğlenin, hayat güzel.
şu seçim bir bitsin de kurtulalım şu gürültüden artık yahu.
boğulduğumu hissediyorum. moralim acayip bozuk bu aralar. ağlama eylemini gerçekleştirecek olan damlaların gözlerime yetişmemesini sağlamak için elimden geleni yapıyorum. ama artık gücüm yetmiyor. sinirlerimde bozuk... içimde bir özlem var ama neye olduğunu bilmiyorum, veya söylemeye cesaretim yok...ve sınırlardan da bıktım. aklımın ve duygularımın sınırlarını belirleyen olgular artık beni kendime mahkum etmeye başlıyorlar yavaş yavaş. ve artık terketmek istiyorum herkesi, herşeyi arkamda bırakma düşüyle...
ey sevgili; *
gel artık demekten yoruldum. geleceksin biliyorum ya da ben gelicem biz kavuşacaz buna eminim ama zamanın bir an önce gelmesi için her dakika, her an dua ediyorum. yorulduğum bir nokta daha var seni düşünmekten yoruldum bilirsin evhamlıyım artık her gün ne yer, ne içer diye düşünmekten bıktım. gel istiyorum, sabahları gözümü yanında açmak istiyorum. kahvaltını kendi ellerimle hazırlamak istiyorum, akşamları eve dönüşünü heycanla beklemek istiyorum.

geç olmadan gel.. lütfen gel.. *
(bkz: bizde aksini söylemedik ki)
sevgili okuyan,
bu yazı hayata protestomun ufak bir bölümüdür. gariptir hayatı protesto ediyorum ama neyi protesto ettiğimi bende bilmiyorum. lan bu garip değil saçma diye düşünebilirsin belki, ama içimdekileri bir bilsen... hepimizin içinde bir başkaldırış var aslında. anarşist bir tavır hepimizin ruhunun bir parçasında var. ama o parçayı uygulayacak hatta bırak uygulamayı bulacak güç yok içimizde. hepimiz kendi yaşamlarımızda devinip duruyoruz. hepimiz aynıyız. aslında hepimiz diğerlerinden farklı olduğumuzu düşünürüz. hepimiz farkındalığa bir adım yaklaştığımızı zannediyoruz ama hiç te öyle değil. hani demiştim ya neyi protesto ettiğimi bende bilmiyorum diye. işte bu. bazen farkındalığa eriştiğimi düşünüyorum ama imgelediğimde öyle olmadığını görünce bocalıyorum... farklı olmaktan kastettiğim farklı müzik dinlemek farklı giyinip farklı görünmek değil. yoksa her birimiz bir cinsiz. şöyle bir düşün bakalım ne kattın bu zamana kadar yaşama. yani senin yaptığın hangi ilk şey yaşamına girip çıkan kişiler tarafından benimsendi. hiçbiri... olamaz da. çünkü hepimiz doğarken bir dayatma içindeyiz. örfler töreler ahlak hata din bile sorgulamamıza izin verilmeden zorla kabul ettiriliyor. içimizdeki anarşist ruhu bulma yetimiz doğar doğmaz elimizden alınıyor. sonrada hepimiz mallaşıyoruz. evet evet kızma ama hepimiz bir malız. duyguları bile tadamıyoruz. acı , mutluluk, hüzün dahada özele indirgersek aşk, seks ve ayrılık vb. duygularından bile farklı bir duygu bilmiyoruz. şimdi geçmiştir içinden ulan zaten başka ne kaldı diye. o zaman bende sana derim ki ulan eğer öyle olsaydı hayvandan ne farkımız olurdu. tamam malız falan fistan ama insanız. bu kadarda dar kalıplarda kalmamamız lazım...
ve ben tüm bunlardan sıkılıyorum. bazende boğulduğumu hissediyorum. ama sığınacak tek bir mabedim bile yok. kaçma cesaretine de daha kavuşamadım. ve yapabildiğim tek şey protesto adı altında aklımdakileri boşaltırcasına yazmak. bilmiyorum bu yazma işi ne zaman monotonlaşacak...
zaman zaman ikilemleşiyorum. hatta zaman zaman değil her zaman büyük bir paradoksun kucağına düşüyorum. ulan diyorum nietzsche çözmüş bu işi. ne ahlakı a.q, ahlak ahlak diye diye bu hallere geldik diyorum. o arada kant ensemden gelip yapışıyor. evrenin durumunu gözüme sokarcasına evrensel ahlak yasasını kafamda patlatıyor. kızıyorum ikisine de o zaman... bazen yok deney-gözlem yok akıl diye diye düşünmekten kafayı sıyıracak haddeye geliyorum. tanrının varlığı bile hala kafamda büyük bir muamma...
arasıra çok yemek yiyorum. ye ulan can boğazdan gelir diye diye yiyorum. yemek için yaşarcasına yiyorum. somali, gözümün önüne gelince o bir heves ağzıma attığım lokma öylece kalakalıyor bulunduğu yerde. kandimi aptal zannediyorum işte o zaman...
mesela eskiden çok siyaset konuşurdum ben. devrim, emek, proleterya, marx, engels, troçki sözleri dilime pelesenk olurdu ve ben büyük haz alırdım bu sözlerin içeriğini tartışmaktan. sonradan öğrendim ki sosyalimzmde kapitalizm de aynı bok. george orwell okudumda susmayı öğrendim biraz hani varya 1984'te hayali yazar emmenel bilmemne. ha işte orayı okuyunca anarşist oldum. baya baya anarşistim lan ben. yaşasın bakunin diyorum şimdi içimden...,şimdi bana kalsa her konuda kafamdakleri yazarım. her yeni anlama yeni değerler yüklerim. ama okunmaktan ve ve yorum yapılmaktan başka bir boka yaramaz. eleştirilmek umrumda değilde anlaşılmamak en fenası... o yüzden yapılacak en iyi şey doğar doğmaz bize ilk öğretilen yetiyi çalıştırıp susmak...
bu yazıyı öyle bilgisayarda falan yazmadım. yere uzanarak siyah tükenmez kalemle saman kağıdına yazdım. inan daha zevkli böyle. ha birde unutmadan- sanki çokta umrundaymuş gibi- yazıya başladığımda ay vardı tepemde. şimdi baktımda gitmiş sana selam göndererek. fon müziği olarakta mavi sakal iki yol ve murat yılmazyıldım şarkıları vardı. bir arada voice of the soul duydum sanki ama şimdi eimin değilim dinlediğimden. kahveminde sigaramında sonu gelmeye başladı. e bunlar olmazsa yazamam ki ben. şimdi bunları neden yazdın diye saçma sapan bişey geçmesin aklından. içimi döktüm işte. belki iyi gelir diye kendimi kandırarak gidiyorum şimdi. ama olsun...