bugün

okan bayülgen 'e dair harfi harfine katıldığım bir hande kuday yazısı.

''Çoğunuz gibi benim de çocukluğumda babamın her şeyi bildiğini, ilk gençliğimde de Okan Bayülgen'in harika bir anarşist olduğunu sandığım genişçe bir bölüm oldu. Büyüyünce ikisi de geçti tabii ki... Babamın her şeyi bilmemesi bir sorun değildi de, ilk gençlik kahramanımın sefaletine tanıklık etmek biraz hayal kırıklığı oldu.

Gece Kuşu'na, yatma saatlerimin ebeveyn kontrolünde olduğu bir döneme denk geldiğinden gizli gizli iştirak edebildim. Televizyon Çocuğu ise çocukluğumun kontrolünü biraz daha elime aldığım yıllara ve de tam da yaz tatili başına denk geldi. Hiç bilmediğim bir dünyayı, hiç bilmediğim bir adamın ağzından izlemeye başladım her gece. Yayına aldığı konukların farklılığı, telefonla bağlananlara takındığı tavırlarla o zamana kadar izlediğim kimseye benzemiyordu. Asabiyetinde, huysuzluğunda, umursamazlığında 13 yaşıma değen bir şeyler vardı. Güzel bir adam değildi, hem de hiç değildi; ama ortaokulda özenle oluşturduğum ''Büyüdüğümde kendime aşık edeceğim erkekler'' listemin başında geliyordu. Muhtemelen aramızdaki tek problem, benim yıllar içerisinde çok fazla uzayıp bir manken boyuna erişerek ona tepeden bakacak olmam olacaktı. (Uzamadı.)

Sonra büyüdüm. Hatta bir dönem beraber büyüdük. Zaga'nın ilk yıllarında biraz değişse de hâlâ her şeyi bilen, kimseye benzemeyen, düzene hapsolmayan kötü çocuktu gözümde. Sonra ben biraz daha büyüdüm. işte oralarda bir şeyler koptu. Üniversitenin 2. yılında okulumuza geldi. Amfi kürsüsünde bağdaş kurup bir sigara yaktı. Bütün amfi alkışlayıp, Ne adam yaa! türevi hayranlık nidaları attı. Sonra o hiçbir şeyi beğenmezlik ve her şeyden üstünlük haliyle konuşmaya başladı. O konuştukça benim kafamda ona dair ne varsa boşaldı. Sanki o hayran olduğum televizyon çocuğu değildi de, kantinde az evvel görüp burun kıvırdığım bunalımlı çocuktu... Kimseyi beğenmeyen, herkese karşı, her şeyi en iyi bilen, cümleye Proust der ki... diye başlayan ve altını dolduramayan, bu şekille tavladığı 4-5 kişi sayesinde illüzyonuna kendi de inanmış bunalımlı çocuk...

Okuyup öğrendikçe, ne kadar az bildiğine, gezip dolaştıkça ne kadar dar kalıplara sığdığına şaşırdım. Düzenin içinde ve düzene karşı sandığım adamın, düzenin ortasında ve düzene duacı olduğunu anlamam da çok zamanımı almadı. Böylece benim Okan Bayülgen sevdam bitti. Yeni başlayanlara da Büyüyünce geçecek dedim gönül rahatlığıyla. Zaten çoğu da geçti. O yarattığı kasırga, cılız bir meltem olarak ite kaka devam etti.
Onu umursadığım yıllar çok gerilerde kalmıştı ki, bu sefer çok hadsizce girdi gündemime. Gezi'ye gelip kitap okuduğu ve beklediği ilgiyi göremediği dönemin ardından ettiği Geçiyorduk uğradık ve Hava güzeldi eğlendik lakırdılarından da bahsetmiyorum, onlar bile sırıtmadı eğretiliğinin üstünde. 1 Mayıs'ta polislerle çektirdiği selfie ise onun için bile fazlasıyla zavallıcaydı. O fotoğrafın sosyal medyada yayılmasının ardından panikle sığındığı savunma mekanizması olarak Ben polislerle fotoğraf çektirirken neredeydiniz? sorusu da çırpındıkça batmanın eşsiz bir örneğiydi. Sonrasında verdiği röportajda sarf ettiği cümlelerle başkası adına utanmak duygusunun derinliklerine gark oldum. Okan Bayülgen adına utanmadım tabii ki, onun çapsızlıkları üzerine harcayacak tiksinti dışında bir duygum kalmadı. Ama kızı adına utandım. Babasının her şeyi bilmediği gerçeğiyle yüzleşmesi hayatın olağan akışı ama, babasının düzene karşıymış gibi yaparak düzenden ekmeğini yiyen, anarşist taklidi ile kariyer yapmış bir orta yolcu olduğu gerçeği ile yüzleşmesi çok utanç verici olacak zira.
O gün geldiğinde, Yarın kızım büyüdüğünde Bak bu polisler fena, bize saldırıyorlar diye anlatmayacağım diyen babasının ona anlatmadıklarını biz anlatırız isterse.

Onun şu an (5 yaşında) sahip olması gereken kilo ile 15 yaşında toprağa verilen abisi Berkin'i anlatırız, babası Bazı münferit acı olayların dışında kimsenin üzerine gaz ve su dışında bir şey gelmedi diye geçiştirirse yine...

6-7 Eylül Olayları ile kıyasladığı Gezi Direnişi'nin gerçekliğini anlatırken, elimiz değmişken bir de tanığı olmadığımız 6-7 Eylül'ü anlatırız, babasının bilgi eksikliğini kibriyle kamufle etmesindense...

Faşizme dair tek bildiği kapalı mekânlarda sigara yasağı olan babasının sadece montunu giyip bardan dışarı çıktığında bozulan konforunu, faşistlere boyun eğmediği için hayatı söndürülenlerle kıyaslayarak anlatırız.

Sınıfında neden Berkinler, Ali ismailler, Ethemler olduğunu, neden uçurtma uçuran çocuk görünce gözlerimizin dolduğunu anlatırız.

Babası 1 Mayıs'ta polislerle fotoğraf çektirirken, bir daha sol gözü ile objektife bakamayacak olan liseli Barış'ın o sırada nerede olduğunu ve ne yaptığını anlatırız.

Biz ona babasının sustuğu her şeyi anlatırız.

Reklamlardan sesi silinmesin diye polis selfielerinde yüzünü peşkeş çekmesinin hesabını o kendi sorar sonra isterse...''
(bkz: harikulade)