bugün

simülasyonumuzu kodlayan yüce coder'a ulaşır ve asla bu simülasyonu yapma, mevzu boka sarıyor, daha kolay bir simülasyon kodla derdim.
Kendime söz geçirebilmek.
Hiçbir şey. Kendimi affettim. Ve sevdim artık.
Sözlükteki kızları değiştirdim.
"karatay medresesi 1621

sanki amaçları dudaklarını korumakmış gibi dudağının üstünü örten gür bıyıkları, sert ifadesinin yanında içten gülüşü olan sade giyimli medrese hocamız beni işaret ederek lafa girdi;

-eğer elinde dünyada ki her hangi bir şeyi kaldırabilecek güç olsaydı neyi kaldırırdın?
*fakirliği kaldırırdım hocam.
-peki neden fakirliği seçtin?
*hocam benim ailem eskiden çok fakirdi dolayısıyla fakirliğin sebep olduğu açlığı özellikle de sefaleti bilirim, bu yüzden fakirliği seçtim.

gülümsedi hoca ‘peki’ dedi lakin aradığı başka bir cevaptı, etrafına bakındı. yunus emre’nin deyimi ile pişmiş birisini arıyordu… başka birisine dikti gözünü ‘sen’ dedi ve kelamına devam etti....

-eğer elinde dünyada ki her hangi bir şeyi kaldırabilecek güç olsaydı, sen neyi kaldırırdın?
+hastalıkları kaldırırdım hocam.
-neden hastalıkları?
+hocam benim annem çok çekti hastalıktan, hastalıkların insana ne zorluklar yaşatabileceğini gördüm, bundan dolayı hastalıkları kaldırırdım.

tebessüm etti hoca ama gözleri daha keskin bakmaya başladı. yüz ifadesinden anladığım kadarıyla istediği cevap bu da değildi fakat yılmadı, sanki daha önce bu anı yaşamış gibi kendinden emin duruyordu. belki en son duyacaktı ama çıkacaktı o cevap bu sınıftan. başka birisine yöneldi...

-peki sen eline bir güç verseler dünya üzerinde neyi kaldırırdın evladım?
# hiçbir şeyi kaldırmazdım hocam.

****

kenya 1842

zorlu bir doğumun ardından ailenin altıncı çocuğu olarak ufak, körpe hatta bir derece izbe bir evde dünyaya gelmişti frederick. babası da annesi de alışmıştı her sene yeni bir çocuğun doğmasına, bu sebeple heyecan yoktu evde ve hiç de olmayacak sandılar fakat yanıldıklarını çocuk doğduğunda görmüşlerdi. çocuğun teni diğer aile üyelerinin teni gibi siyah değil aksine şeytan diye tabir ettikleri insanların ki gibi beyazdı hatta daha da beyaz, çocuk albino hastasıydı....

kenya 1856

doğumdan bu yana on dört sene geçmişti. artık frederick eli yüzü düzgün bir genç olmuş fakat hiç bir zaman normal birisi olamamıştı çünkü akranları beyaz olduğu için onu sevmiyor, yanlarında istemiyorlardı. zaten kendisi de yakıcı afrika güneşinin altında bembeyaz teni ile pek duramıyor, derisi hemen yanıyordu. aslında aile içinde konuşkan ve hareketli birisi olmasına karşın evden çıkmayan, içine kapanık birisi olmaya başlamıştı frederick. herhangi bir yabancı insan ile karşılaştığında hareketleri sessizleşir, otururken kalkarken ses yapmaz hatta odaya girip çıksa ten rengi dışında fark edilmezdi. sevmezdi yabancıların bakışlarını üstüne çekmeyi.

etrafına oranla değersiz görürdü kendini hatta belki de gereksiz bir derece zira insanlar farklı olanlara daha güzel gözükseler bile garip bakarlar, asla onların buraya ait olduğu duygusunu hissetmesine izin vermezlerdi. ‘sosyal kanser' derdi deri hastalığı için 'canını yakmıyor, acıtmıyor ama kanserden bile kötü, o en azından öldürüyor...'

kenya 1860

portekiz kralı joao üç sene önce kenya'ya gelip köprüler, yollar yaptırarak hem kenya halkının hem de avrupa devletlerinin sempatisini kazanmıştı. lakin bir sene sonra değişmişti her şey; beyazların üstün ırk olduğunu düşünen kral hristiyanlığı yayma ve kenyayı geliştirme adına monarşik bir yapı oluşturmuş, diktatör koltuğuna da kendi oturmuştu. halkı üretime zorlayıp üretilen malları avrupa’ya ihraç ederek servetine servet katmaya başlamış fakat bunları yeterli bulmamıştı, zira her diktatör gibi aç gözlüydü, her zaman daha fazlasını isterdi...

- nasıl daha fazlasını üretemezler??? ben onlar için neler yaptım, üretecekler ne kadar talep gelirse o kadar yetiştirecekler.
+ kralım o kadar kauçuk bir günlük kota için çok fazla...
-daha fazla çalışsınlar.
+kralım zaten günde on saat çalışıyorlar daha da artırırsak isyan çıkar.
-bir ordu kur öyleyse... eğer bu işte başarısız olursam senin de kelleni alırım, bir ordu kur ve halkı çalışmaya zorla.
+peki efendim.

joao isyan çıkmaması adına ordusuna onbin kişi daha eklemiş bunların ikibinini çalışan insanları gözetlemek, işten kaytaranı cezalandırmak için görevlendirmişti. lakin fazla para vermeyi istemiyordu, bu sebeple her askere günlük iki kurşun verilmesini, günün sonunda iki kurşuna karşılık olarak dört zenci kulağı getirilmelerini emretti, getirmeyenin sonu idamdı...

kenya 1862

etrafta kulaksız insanların sayısının arttığı yıllardı zira askerler çalışmayan birisine ateş edip ıska geçerlerse hayatta kalıp kaçanın yerine ya suçsuz birini öldürene kadar dövüp kulağını kesiyor yada sadece kulağını kesip serbest bırakıyordu.

gün sonunda joao'nın denetçileri her askerden dört kulağı teslim alıyor ve sepet sepet kulak gömülmeye götürülüyordu...

kenya 1862

yirmi yaşında bir genç yetişkin olmuştu frederick fiziksel olarak yirmi ama psikolojik olarak daha yetişkin birisi. kimsenin çıkartamadığı evden üstünde vücudunu tümden kaplayan uzun kollu elbisesi, kafasında şapkasıyla iki senedir düzenli olarak çıkıyor günde on iki saat çalışıp güneş altında kalmış yerleri kıpkırmızı teniyle eve dönüyordu.

kralın tam istediği gibi sıkıntı yaratmadan çalışan birisi olmuştu frederick zira tepeye dikilmiş açık gözleri, kesilmiş kulağından ve kafasından akan kanın üzerinde uçuşan sineklerle zihnine resmettiği, işten kaytarırken vurulan abisini unutamıyordu.

ağır şartlarda çalışmak zordu, yoruyordu frederick'i ama önemli bir şey katmıştı kendisine ‘sosyallik’. zorla sosyalleşmişti frederick çünkü insanlar zorda kalınca iyi arkadaş oluyor, dert dinliyor, dert anlatıyor, karşıdakini en adi kişi bile olsa insan yerine koyuyordu. alışmıştı artık insanlarla rahatça konuşamaya hatta daha önce evde sergilediği konuşma yeteneği sayesinde popüler birisi bile olmuştu arkadaş çevresinde. lakin hala muzdaripti hastalığından 'keşke' diyordu 'elimde bir güç olsaydı kaldırırdım bütün hastalıkları şu dünyadan...'

kenya 1864

içinden lanetler okuyarak işi ile ilgilenirken kendine sırtı dönük bir şekilde oturup işten kaytaran kişiye korkulu gözlerle bakmaya başladı frederick. zira askerlerin bu tarafa doğru gelmesine, ayak seslerinin yaklaşmasına karşın onda herhangi bir toparlanma yoktu 'hişşt' dedi kısık bir sesle 'hişşt geliyorlar kalk, işinin başına dön' ancak kıpırdamadı adam 'heyy' dedi 'kalksana', çok geçti, gelmişti askerler...

askerlerden önde yürüyeni oturan kişiyi görür görmez gün boyu aradığı avı bulmuş gibi gülümsemeye başladı. kaybedecek zamanı yoktu, diğerleri gelmeden avını halletmeliydi. hızlı bir şekilde çekti silahını, parmağını tetiğe götürdü ve bastı 'çattt' o anda yere yığıldı işten kaytaran adam 'heh' dedi asker sanki etrafta kimse yokmuş gibi 'benden kaçacağını mı sandın?' çakısını çıkardı ve ölüye yaklaştı. ayağı ile ölünün omzundan iterek yüzünü kendine doğru çevirdi fakat o anda duraksadı, arkasından gelen arkadaşına döndü ve ağzından kelimeler döküldü 'kulağı yok bunun daha önce birisi kesmiş' o anda frederick'in içini korku kaplamaya başladı, anlamıştı…

asker’in adımları bastığı yerlerde ufak tozlar kaldırıyordu. yaklaştı frederic’in yanına, sert bir hareketle elbisesinin sağ omzundan tuttu ve yere fırlattı, yüz üstü yere düştü frederick akabinde kulağında çakının soğukluğunu hissetti. aklına bir amaçları yokmuş gibi uçuşan sinekler geldi, akan kan ve sinekler... ses çıkaramadı kendisi ama etrafını dikkatle dinlemeye başladı, belki de bunlar son duyduğu seslerdi zira. etrafa ise ölüm sessizliği hakimdi yoksa kulağı çoktan kesilmiş miydi???? arkadaki askerlerden birisinin bağırması bozdu ortamda ki derin sükuneti;

-dur ne yapıyorsun?
+az önce vurduğum kulaksız çıktı bunun kulağını keseceğim.
-delirdin mi? onun kulağı beyaz işimize yaramaz ayrıca üstün ırk olan birisinin kulağını kesmende joao tarafından pek hoş karşılanmaz...

cevap verecekmiş gibi ağzını açtı asker fakat bir şey demedi, bıraktı frederick'i....

‘‘hiç bir şeyi bilemezdi aciz insan oğlu zekası aslında hastalıklarımızın bile yararları vardı. özellikle fiziksel görünümü bozan hastalıklara yakalandığımızda kendimizi diğerlerinden eksik hissederdik ve insan psikolojisinin en son kabulleneceği şey kendisinin eksik olduğuydu. bu sebeple eksiğimizi diğer yönlerden tamamlamak ister, kendimizi geliştirir daha olgun birisi olurduk. hatta yeri gelir ömrümüz boyunca lanet okuduğumuz hastalık hayatımızı bile kurtarırdı, bilemezdik. belki de hastalık şu dünyada insanın başına gelebilecek iyi şeylerdendi...’’

****

bursa 2012

'joao'ya karşı bir lider arayan kişilerin önünde bağırıyordu frederick hitabet gücü ve okuduğu kitapların etkisiyle 'insanın önemi ten rengine göre belirlenemez' diyordu 'eğer beyazlar daha üstünse ben joaodan da diğer avrupalılardan da daha üstünüm yıkalım bu düzeni, durmayalım, duymayalım emirlerini atalım onu ülkemizden....' bu sözlerle başlamıştı isyan ve bütün kenya joao'ya karşı ayaklanmıştı. ordu da anlamıştı; bu kadar insanın karşısında durmak linç edilmek demekti bu sebeple joao'yu yalnız bıraktılar ve joao portekiz’e kaçtı. lakin askerlerin sonu kendilerinin umduğu şekilde gerçekleşmedi, önce tetiklere basan parmakları kesildi sonra hepsi asıldı' dedi eğitim sistemini pek benimsemeyen, sert bir ifadeye sahip, kısa boylu tarih öğretmenimiz.

'keşke asılsaydı joao da' diye kimden geldiği belli olmayan bir ses duyuldu arka taraftan.

'bence asılmaması daha iyi oldu' diyerek lafa girdi öğretmen 'eğer asılsaydı kenya-portekiz savaşı çıkabilir, milyonlarca kenyalı ölebilirdi... neyse' dedi 'konu dağılmasın budur işte çocuklar albino isyanı diye kitabınızda yüzeysel olarak geçen hadise, ne kadar garip değil mi?' diye sordu 'bir hastalık ülkenin özgürlüğüne kavuşmasına vesile olmuş...'

****

karatay medresesi 1621

-peki sen eline bir güç verseler dünya üzerinde neyi kaldırırdın evladım?
# hiçbir şeyi kaldırmazdım hocam.

hocanın gözleri parlamaya başladı sanki aylardır uğraş verdiği iş sona ulaşmış, günlerdir aradığı vahayı bulmuştu, sesinde bir heyecan dalgası hissettim.

-peki neden evladım?
eğer allah böyle yarattıysa bir bildiği vardır hocam.

****"
Yönetilme biçimimiz. Türk halkının refahı için çok net ve keskin biçimde hakkımı onlara harcarım.
Yarışta hemen ardımda yer alan 2. Sıradaki sperm hücresine buyur kardeşim bu senin hakkın diyip yol vermek olurdu.
güncel Önemli Başlıklar