bugün

"perşembe gideceğim, vedalaşmaya geldim bu sefer." dedi. "Peki, ben ne olucam?" diye düşündüm, nasıl kalacaktım bu şehirde onsuz. O ki 4 senedir, bu saçma sapan şehirde, tek dostum olmuştu. Hayatımdaki tüm anlamsızlıklara anlam katmıştı. Biz arkadaşdık, ne idüğü belirsiz arkadaşlar, bunu bir tek biz bilirdik, sırrımızdı bu, bilseler başkaları, bozarlardı, yıkarlardı bunu. Ama tüm çabalara rağmen bitmişti işte, gidiyordu, kurtarıyordu kendini bu saçma sapan şehirden.

Sanki bir kız hep yürürdü yollarda...

Onunla ilk geldiğimde tanışmıştım bu şehire, çok iyi anlaşmıştık hemen, sabahlara kadar katıla katıla gülmüş, bol bol içmiş, sarılarak uyumuştuk. Sonra ben bir kızla çıkmaya başladım, sonra o bir erkekle, sonralar sürdü gitti belki ama hep biz vardık ki. Sarılırdık her kazık yediğimizde. Uyuyakalırdık film izlerken, sızardık balkonda güneş doğarken.

Evimin önünde ayağını silerdi paspasa.....

O kadar büyük kazıklar yedik ki hayatta, birbirimiz olmasak atlatamazdık;
Titriyordu bir gün, kapımda belirdiğinde, elinde ki torbada biralar birbirine çarpıyordu.
Titriyordum bir gün ona "dayanamiom" diye mesaj attığım ve beş dakika sonra evimde olduğunda.
Titriyordu bir gün, sabaha karşı hayatla ilgili sıkıntıları zerk ettiğinde, başı omuzumda .
Titriyordum bir gün, yağmur yağarken, beni elimde pembe bir yastıkla parkta otururken bulduğunda.
Ama geçerdi bütün o titremeler, birbirimize sarıldığımızda.

Kapımı açardı gümüş bir anahtarla

O kadar alışmıştım ki, kapıyı açtığımda onu eğilmiş ayakkabılarını çıkarırken görmeye. Bir türlü öğrenemedi, evime ayakkabıyla girmeyi, hep dışarıda çıkardı. bir de izlediği dvd'leri kutularına geri koymayı öğrenemedi, bir de yarım kalan şarapları dolaba koymayı. zaten ne o beni, ne de ben onu bir yere koyamadık hayatımızda. ne idüğü belirsiz arkadaşlardık, neyi nereye koyacağını bilmeyen iki salaktık, dinamiğimiz buydu, değişirse biz olamazdık.

Sanki hep gelirdi ...

Ve o gidiyordu, artık bu şehirden. "Artık büyüdün" dedi, "artık ihtiyacın yok bana". Dizlerimin üstüne çöktüm, "valla büyümedim bak" dedim, dizlerimin üstünde dolaştım ortalıkta, "küçücüğüm hala". Güldü, güldüm, güldük, içtik, eğlendik, uyuduk.

Uyandığımda gitmişti, veda edemeyeceğimizi bildiğinden, uyandırmamıştı beni. Başucumda bir kinder sürpriz yumurta vardı. sürpriz yumurtayı çok sevdiğimi herkes bilirdi, ama başucuma bırakma inceliğini bir tek o yaptı.

Bu yüzden her gidenin aksine, hiçbir zaman herkes gibi olmayacaktı.

Edit 1 : arada geçen sözler için (bkz: sevişirdik bazen)*
edit 2 : kaldım mı bursa'da bir başıma, ohh olsun bana...
Her şey bir yolculukla başladı. Gitmem gerekiyordu bu şehirden arabaların plakalarından otobüs hat numaralarına kadar herşeyde senin izin vardı. Boğazdan gelen esinti de çamlıca tepesinde kandilli de emirgan da yani o şehiri bizim yapan herşeyde... bazen diyorum ki keşke bu kadar ortak yönüyle sevmeseydik biz istanbul'u. aynı anlamları ifade etmeseydi bizim içim. hani bir arkadaş meclisinde sormuşlardı istanbul demek ne demek. o zaman daha birbirimizi tanımıyorduk bile ama aynı anda ağzımızdan aynı kelimeler döküldü. istanbul demek yahya kemal demek.

Bütün günahlarıyla aksaray'ı, çay kokusuyla pyer loti'yi, fatih'teki itfaiyeyi her şeyiyle sana emanet ediyorum. gözüm arka da kalmadan gidiyorum bu şehirden. SEni de istanbul'a emanet ederek.

Başka bir şehirdeyim. ilk günüm biraz hava almak için şehrin en işlek yerine gidiyorum. Okadar mutluyum ki seninle karşılaşmamaktan. Bir gariplik var ama aynı dili konuştuğum insanları anlayamıyorum. gülümseler soğuk. ağaçlar yeşil değil. oysa bu şehir yeşilliğiyle ünlüydü. denizi mavi değil. gökyüzü gri...

sen yoktun bu şehirde ve ben mutluydum ama hayat bütün renklerini alıp gitmişti şehirden.
bir başımaydım ve koca bir şehire karşı duruyordum renklendirmek için. elimde güzele dair ne varsa döktüm palete. oysa hiç iyi resim yapamazdım boyayamazdım hatırlarsın. en güzel çizdiğim ve boyadığım resim. bir ev iki tane çöpten aşık ve önünden gçen bir nehirdi. ilk okul birden beridir bu resim üzerinde uzmanlaşmıştım. bütün milli bayramlarda bile bu resmi çiziyordum. Ağaçları yeşile denizi ve gökyüzünü maviye boyadım. hiç tanımadığım bir kıza yazdığım bir şiiri uzattım. bir başkasına çok sevdiğin kırmızı güllerden verdim. yoldan geçen çocuğa sordum. gökyüzü ne renkti deniz ne renkti ağaçlar ne renkti. hepsini doğru söyledi. renklenmişti şehir. sonra pamuk şeker aldım çocuğa. çok renksiz bir şekerdi ve ben pamuk şeker nasıl boyanır bilmiyordum.çocuğun ben pemde olanlarından değil sarı olanlarını seviyorum demesiyle irkildim. nasıl olabilirdi. bu şehirde hiçbirşeyin rengi yoktu ki...
bir şehirde bir başına kalmak;

bir şehirde birilerinin başına kalmaktan,
birilerinin bu durumu başınıza kakmasından,
bir kaç şehirde bir başına olanları kandırmaktan,
bir kaç şehirde birden fazla olanları kapsamaktan,
birilerinin şehirlerinde birbirleriyle olanların kaçtıklarından,
birilerinin şehirlerinde bir başına olmuş olanların kuytularından,

iyidir.*
şayet kazanırsam üniversiteyi; yaşamamın mümkün olacağı durum.
ilk gün aklıma ilk gelen şu olmuştu. kimse beni adımla bugün çağırmayacak, kimse bana selam vermeyecek ve bende kimseyi ismiyle çağırmayacağım. son günümde ise yalnız geçen ilk günümü hatırlayıp otogarda, o kocaman şehirdeki ilk gününe doğru ilerleyen insanlara bakıp, bu şehrin yalnızlığı bile başkaydı be deyip başka şehirlerdeki ilk gün geçireceğim yalnızlığa doğru yola çıkacağım.