bugün

“ Başarı, yenilginin yarısıdır bir yerde. Başardıktan sonra gerisin geri inersin merdivenlerden. indikten sonra vaktin kaldıysa tekrar tırmanmaya başlarsın, itinalı davranır ve kayıp düşmezsen tekrar dibe çökmen yıllar alır, hepsi bu. Yaşamak boktan bir çemberden ibarettir, bunu fark etmeden birbirinin aynısı onlarca hayat harcarsın. Kısacası: Yokluğun yolu varlığa erer, varlığın yolu yokluğa. ”

Otuz iki yaşını üç gün önce doldurmuş şarışının vajinasını yalarken bunlar geçiyordu aklımdan. Usul usul inliyordu, sesi güzeldi. Sıradan yüzüne ve muhteşem fiziğine iyi bakmıştı, cildi pamuk gibiydi. Avuçlarıyla çarşafı sıkıp buruşturuyordu. Bu yüzden yapıyordum zaten; güzel bir kadını bir süre mutlu etmek için. Bir süredir mutluluğu başkalarını mutlu ederek yakalamaya çalışıyordum, ve başkalarını mutlu etmenin en kolay yolu onlara oral yapmaktır. yoksa hoşuma gittiği filan yok.

Açık renk, zarif bir oje sürmüştü. Frenchleri kusursuza yakındı, gecenin başında sorduğumda; “Kendim yaptım.” demişti. Ona gittikçe daha çok inanıyordum. Ona ve tırnaklarına… Sırtıma, şüpheye yer bırakmayacak izler aşkediyordu. Sonra seksi klasik bir şekilde tamamladık. Oldukça geç boşaldım. Hoşuna gitti. Ben ise bütün olayı; “Kendiliğinden sönmeden bir bahane uydurup pes etmeliyim.” diye düşünerek heba ettim.

Duşa ilk ben girdim, sonra o. Çıktığında kahveler hazırdı. Biri bol şekerli, öteki sade. Salona geçip L kanepenin iç köşesine, dizlerimiz birbirine değecek şekilde oturduk. Kahveyi olması gerekenden birkaç yudum önce bitirip onu evine bırakmayı teklif ettim. istersem kalabileceğini söyledi. Aklımdan, böyle zamanlar için uydurulmuş onlarca bahane geçti. Ama bazen yeni şeyler denemek gerekir. Ayrıca yaşanmış otuz iki yıl, bahane yemek için pek uygun bir zaman dilimi değildir. Bir süre yalnız kalmak, yalnız kafayı bulup yalnız uyanmak ve yalnızca mastürbasyon yapmak istediğimi söyledim. Anlayışla karşıladı. O an, bu kadınla evlenmeliyim, diye geçirdim içimden. içimden çok şey geçiririm. Genellikle anlamsız ve yapmayacağım şeyler.

Arabada ilk kocasından bahsetti. Bir kozmetik markasının Türkiye distribütörüymüş. Mutlu bir evlilikleri varmış. Haftada en az bir kere yemeğe çıkarlarmış, iki üç kere de içmeye. Özel günlerde birbirlerine, üzerinde çalışılmış sürprizler yaparlarmış. Farklı tür kitaplardan hoşlansalar da hep aynı filmleri izlerlermiş. Bir gün adamı, kendi yataklarında satış elemanlarından biriyle basmış. Adam oldukça içkiliymiş, yataktan fırlayıp gömleğinin düğmelerini yanlış iliklemiş. Yataktaki kadın çırılçıplakmış ve mahrem yerlerini kapatmak için hiç enerji sarf etmemiş. Yattığı yerden hafifçe doğrulup onları izlemiş. Dedim ya; adam oldukça içkiliymiş, saatten bir haber. Yoksa hayatta yakalanmazmış. Bir ay içinde boşanmışlar ve o günlerden geriye yalnızca; her ay hesabına düzgünce yatan yüklü miktarda nafaka kalmış.

Konuşmanın gerisi ev tarifiyle geçti. Lüks bir apartmanda oturuyordu. Kapıda güvenlik, kapalı otopark, boydan boya camlar, geniş posta kutuları filan.
“Demem o ki” dedi, “Bu dünyada hepimiz, bir şeylerden kaçmak için birbirimizi kullanıyoruz. Fazla kafana takma, hikayenin içinde olduğun sürece, kullanan ya da kullanılan olmanın pek bir önemi yok.” Kullanılıp kullanılmadığımı anlayamadığım bir içtenlikle öptü beni. Arabadan indi. Bir adım attı, sonra geri döndü. Tokasını çıkartıp camdan içeri attı. “Benden ufak bir hatıra, bu kısa hikayeyi unutmaman için.”

Eve dönerken uzun uzun düşündüm, iyi bir hikayeydi. Birçoğundan daha edebi ve daha gerçek. Zaman, bütün iyi kadınları öldürmemişti henüz ve içimdeki sessizlikten yeni çığlıklar yaratan bu kadın, bir süre için Tanrı’m olacaktı. Yoldan bir şişe şarap aldım ve eve gelip bunu yazmaya karar verdim. Hikayeyi büsbütün unutmadan, tastamam yaşamalıydım.