bugün

bir ülkeyi ve milleti birlik içinde tutan degerlere saldırı oldugunda milliyetçilik bir refleks olarak yükselir. günümüzde AB hüsranından * Irak konusundaki becerisizlik ve ABD nin baskılarından sonra milliyetçiligin yükselmesi normaldir.
Bugün Türkiye bir terör ülkesidir. Terörün algısı hâlâ 70'li yıllardaki gibi olduğu için yaşananı adlandırma sorunu yaşanmakta, bu yaşadığımız dönemin de terör dolu günler olduğu fark edilmemektedir. Oysa terörü sadece sağ-sol çatışması olarak okumak yanılsamadır; bugünkü terör bizzat gündelik hayatın içindedir. Yılbaşı gecesi esrar içip bir turiste tecavüz eden gençler, Beyoğlu istiklal Caddesi'nde hava karardıktan sonra her akşam istisnasız yaşanan kapkaç, yılbaşı kutlamalarında mini etek giydiği için şehir magandalarının saldırılarına uğrayan genç kadınların yüzleştiği terördür. Başka ad koymak imkansızdır. 70'lerden daha yaygın ve görünmez bir şekilde gündelik hayatımızın içindedir terör. Varoşlardan beslenen, lumpen ve savrulacağı yer kestirilemeyecek kadar başına buyruk bir terör.

Ve her nerede terör varsa, orada miliyetçilik yükselir.

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan da milliyetçiliğin farkında. Bir süre önce kendi beyin takımıyla yaptığı toplantılarda tartıştığı araştırma sonuçlarına göre Türkiye'deki genç seçmende Türk kimliğinin islam kimliğinden daha belirleyici olduğu sonucu görüldü. Yeni seçmenin oylarının milliyetçi partilere kayacağı hesaplandı. Konuşulan, bayramda Başbakan'ı Türk bayraklarının önünde gördüğümüz yeni reklam kampanyaları işte bu farkındalığın sonucu olduğudur. ''Türklük algısı'' bir kez daha önem kazanıyor, altı çiziliyor, ısrarla vurgulanmak isteniyor.

Genç Parti'nin türkücülerin konserleriyle topladığı oylar ve Cem Uzan'ın kırmızı-beyaz kıyafetlerine kapılacak kadar düşüncesizce oy kullananlarla AKP'yi iktidara taşıyan varoş seçmenin özünde çok da farkı olmadığı da bir gerçek. Ancak AKP'nin özellikle Kıbrıs ve Avrupa Birliği konusundaki tutumuyla, bu kesimin kaybettiği ''milliyetçi hassasiyetlerini'' geri kazanma yönünde çabaları giderek artacak gibi görünüyor.

Cem Uzan'ın etkisizleştirilme sürecinde ve AKP'nin, geçmişteki Fazilet Partisi'nin aksine milliyetçi mesajının eksikliğinden MHP'nin faydalandığını pek çok anketten okumak mümkün.

Varoş MHP'ye doğru kayarken, şehirde de durum farklı değil. ''Ulusalcı'' olarak adlandırılabilecek bir cephe AKP'ye karşı birleşti; çok küçük bir etki alanına sahip olsa da Kanaltürk'ün son dönemdeki radikal ulusalcı çizgisinde sağcıyı MHP'ye, solcuyu CHP'ye oy vermeye davet etmesi buna örnek gösterilebilir. Varoşla eş zamanlı olarak Nişantaşı gibi semtlerde de milliyetçi hassasiyetlerin yükseldiği hissedilebiliyor. Klişe ''islamcılar mı faşistler mi'' ikileminde saflar belirlendi gibi.

Can Dündar'ın Kenan Doğulu'nun Eurovision'da Türkçe okuması gerektiğine dair açtığı popülist tartışmaya yağan 'laik-şehirli' destekle, Orhan Pamuk'a yönelik tepkileri birbirinden bağımsız olmayan ''okumuş'' ulusalcı/milliyetçi tavırları olarak yorumlamak mümkün.

Yükselen milliyetçiliğin sebeplerini PKK'nın yeniden hareketlenmesine, Güneydoğu'da görünmez bir Türk-Kürt çatışmasının yaratılmasında da aramak zorunlu. Burada Türk ve Kürt aydınlarının hatalı tavırları, yanlış adımlar da etkili oldu şüphesiz.

Türk aydınlarının içine düştüğü körlük geçen yıl 'çuvalın intikamı'nı alan ''Kurtlar Vadisi Irak'' filminin yeteri kadar yorumlanmamasından da anlaşılabilir. Hayatları boyunca hiç sinemaya gitmemiş, topluca film izlemememiş insanları salonlara çeken ''Kurtlar Vadisi Irak''ın neden böylesi sahiplenildiğine ilişkin cevaplar bulmak yerine, kendisini Cihangir'e, marjinal yayın organlarına hapseden 'entelijansiya' bu filmin gözüyle Türkiye’yi yorulamadı, sadece yerdi. Oysa 'Kurtlar Vadisi Irak' pek çoğu da izlenmeden yapılan 'tu kaka' ya da iyi film/kötü film tartışmalarınıın ötesinde bir anlam taşıyordu.

Şu olabilir mi: Cihangir'den şehit cenazeleri kalkmıyor. Oysa çocuklarını, arkadaşlarını savaşta kaybetmiş insanlar için çuvalın intikamının anlamı daha farklı. Bu fenomenin incelenmesi için kendisini sadece Avrupa Birliği'ne endeksleyen aydınlardan daha fazla çaba gerekiyordu.

Genç oylar bundan böyle de çuvalın intikamını almayı vaat edenlere gidecek gibi görünüyor. Aynı aydın kesim Nisan 1999 seçim sonuçlarında MHP'nin patlamasını da şaşkınlıkla izlemiş, sonradan da bunun 'dönemsel' olduğu sonucuna varıp, toplumsal unutkanlıkla bir daha tekrarlanmayacağını düşünmüştü. Oysa üzerinden çok da geçmeden, milliyetçilik seslerini duymaya başlamamız da sürecin ne dönemsel ne de tesadüf olduğunu gösteriyor. Önümüzdeki seçimlerden sonra da aynı 'şok'un yaşanacağı bellidir; bunca işarete rağmen. 1999 öncesinde de sırf futbol tribünlerine bakarak gidişat hakkında fikir edinmek mümkündü.

O zamanın miyopluğu bugün de kendini tekrar ediyor. Oysa her nerede terör varsa, milliyetçilik de yükselir; artık çokça görmezden gelinen, ''Ah 12 Eylül ne güzel oldu'' diye üzeri kapatılan bugünkü terördür.

Ve eğer Albert Einstein milliyetçiliği bir çocukluk hastalığı olarak ''beynin kızamığına'' benzetiyorsa, Türkiye'nin henüz kızamığı yenmediğini de apaçık ortada. Büyük şehirlerden Güneydoğu'ya, gündelik hayattan yüksek siyasete, Avrupa Birliği'nden Kıbrıs'a kadar her yanımız kızamık olmuş durumda. *