bugün

fare görmek kimini korkutur, kimini de iğrendirir ama fare görmenin de ötesinde, bir evi sürekli olarak bir fareyle paylaşmak zorunda kalmak, çok daha ayrı bir konu, bu yüzden, alkışlarınızla açıyorum bu başlığı...

hani bir laf vardır, 'sinek pis değil, mide bulandırır' derler, fare hayvanı ise, hem pistir, hem mide bulandırır, hem de, bünyede, böyle şey gibi, töbestafrullah... bir gerginlik oluşturur, yaşadığınız evde sürekli karşılaştığınız bir farede ise, bu etkiler zamanla kaybolur, artık onu benimsemeye başlarsınız.

bahsi geçen farenin yüzsüzlüğü ve kendine güveniyle doğru orantılı olarak, bu benimseme olayı ivme kazanır.

geceleri, uykuya dalmanızı kolaylaştıracak, dingin enstrümantaller yerine, vıcır vıcır senfoniler dinlersiniz, sabah uyandığınızda, yorganın üstünden kayıp giden bir karartı, masanınızın üzerinde küçük küçük bok parçaları ve kemirilmiş elbiseleriniz, harika birer güne başlama sebebidir.

kahvaltıya oturduğunuzda, masanın diğer ucunda, bütün yüssüzlüğü, öz güveni, şerrrefsizliği ve hızlı hızlı inip kalkan küçük burnunun üzerinden, iki siyah gözle size doğru bakan ve adeta; 'kalktın mı lan yarraam? günaydın, hani benim peynirim?' diye hesap soran bir mahluk vardır.

bir an flashback'lerle ilk karşılaştığınız zamanlara dönersiniz, sizi gördüğünde şimşek gibi ortadan yok olan, korkudan altına sıçan o yaratığın, şimdiki hali, sizi neredeyse ağlmaklı eder, 'lan neyse' deyip, bir parça peynir uzatırsınız, hatta; 'ekmeğine yağ da süreyim mi hayatım?' diye sorduğunuz olur zaman zaman...

peynirini büyük bir iştahla yerken, 'hacım darılma ama, niye fareleri sadece peynir yer sanıyorsunuz, çoğumuz peyniri son seçenek olarak düşünürüz, hatta ben zeytini daha çok seviyorum, o değil de, sen geçen bimden bi fıstık ezmesi mi ne almıştın, bir daha alma, kusacaktım amıniiiym... azcık ekmek içi atsana...' dediğini resmen duyarsınız...

evi çoktan adını koyduğunuz bu yüssüz arkadaşa emanet edip, işe doğru yola koyulduğunuzda, akşama bimden fıstık ezmesi değil, migrostan nutella almayı, bilinçaltınıza not düşmüşsünüzdür bile...

yorgun argın eve geldiğinizde de, o sefil arkadaştan, bir ev hanımı nezaketi beklersiniz artık ve bunu fark ettiğiniz an, psikolojinizin ucundan ısırıklar alındığını da anlarsınız.

bir şeyler atıştırırken onu masada görememek, sizi hüzünlere gark eder, acaba aç mıdır açıkta mıdır diye merak edersiniz, sonra tv izlemek için kumanda ararken 'hoş geldin' vıcırtılarıyla, kanepenin tepesinde beliriverir, sigaranın dumanını öteye üflemenizi ve şu siktiğimin dizisini değiştirmenizi söyler, eksiksiz yaparsınız istediklerini.

ertesi gün eve getireceğiniz misafiri haber verip, ortalıkta dolaşmamasını rica edersiniz, bir fındık karşılığında bu ricanızı yerine getireceğini öğrenmek sizi gerçekten sevindirir, mutu mesut yatağa uzandığınızda ise, sizin daha yeni başladığınız kitabı, onun çoktan bitirmiş olduğunu görürsünüz, tek teselliniz, arka kapaktaki özet kısmının -doymuş olacak ki- kurtulmuş olmasıdır...
(bkz: ratatouille)
öldürülmesi gerekilen pic arkadasdir. bu arkadasin annesi ise orospudur, dogal olarak kendisi orospu cocugu. ha pic ile orospu cocugu ayni anlami tasimiyor mu? tasiyor. ama ben hem pic hem orospu cocugu demekten zevk aliyorum.
(bkz: bir ev arkadaşı olarak şişme kadın)

neden olmasın sözlük?
kulak yiyen bir ev arkadaşı olabilir.
arkadaşınız için kulağınızdan vazgeçerseniz o sizin sorununuzdur. *
evde değil ama işyerinde nerden baksanız 8-9 tane fare ile birlikte çalışmak içler açısı bir durumdur. genelde gece vardiyasında mutfakta çalışmaktalar.