bugün

`bir adam çizeceksin
onun gibi bırakıp gitmeyecek`
türk tiyatrosunun bir başyapıtı olmayıp herhangi bir tiyatro oyunudur. yakın tarihte şehir tiyatroları'nda sahnelenmesi ise ayrı bir hikayedir. belediye yönetimince siyasi baskılarla sahnelenmiştir bu oyun. bu ve bunun gibi oyunların sahnelendiği dönemde şehir tiyatroları genel sanat yönetmeni şükrü türen görevinden alınmış ve şehir tiyatroları siyasi bir bataklığın içine sokulmuştur. aynı tiyatro daha sonradan mazlum kiper ile biraz olsun kendine gelse de geçen sezon sonunda eski genel sanat yönetmeni görevine geri dönmüştür. gelecek seneler muallak.
(bkz: bir dil yaratmak)*
söyledikleri ve söyleyiş şekliyle bir başyapıttır. siyasi açmazları bulunan ve taraf olan kişiler beğenmezler ve kötülerler, aynı şekilde siyasi açmazları bulunan ve taraf olan diğer kişiler kutsarlar oysa gerek yoktur bunlara. yüksek sanatın olduğu yerde siyasi görüşün esamesi okunmaz.
varoluşla alakalı en derin eserlerdendir dünya üzerindeki. tabi siyasi amaçla tiyatroda sunulması sesinden bir şeylerin yitirilmesine neden olmuştur. oyunu necip fazıl ın diye sahneleten şehir tiyatroları oyunun niteiğinden habersiz olduğundan oyunu iki saate indirmiş ve oyun bütün gücünü yitirmiştir.
vakti zamanında bu oyunu kimlerin sergilediği ve ne tepki aldığı biraz araştırılırsa görülecektir.
Necip Fazıl Kısakürek 'in ilk kez sahneye 1937-38'de Şehir Tiyatroları tarafından konulan ve 'eser mi şaheser mi' sorusuyla gündeme taşınan piyesidir. Ibsenci forma bağlı olarak yazılmış olan oyunun konusu yazdıklarını yaşayan Hüsrev karakteri üzerine kuruludur.

spoiler

Hüsrev ünlü bir oyun yazarıdır, Ölüm Korkusu isimli basının ilgisini çeken bir piyes yazmıştır. Hüsrev'in yazdığı piyeste bir çocuk silahla oynarken annesini kazara vurur ve bundan duyduğu üzüntüyle kendini bir incir ağacına asarak intihar eder. yazılan piyese göre çoçuğun babası da kendisini bir incire asmıştır. Bir Adam Yaratmak oyunu Hüsrev'in bu piyesiyle ilgili röportaj yapmak için arkadaşı gazete patronu Şeref'in gönderdiği bir gazeteciyle yaptığı konuşma ile başlar;

hüsrev: babası kendisini bir incir dalına asmıştı.

gazeteci: nitekim o da kendisini bir incir dalına asıyor.

gazeteci ile yapılan röportajın ilerleyen bölümlerinde gazeteci Hüsrev'e yazdığı oyunla hayatı arasındaki benzerliği ima eden sorular sorar. Hüsrev bu soruları "mahremin cazibesini duyan" biri olarak cevaplamayı reddeder ve nazikçe gazeteciyi gönderir. gazeteci giderken Husrev'in görmeyeceği bir biçimde Husrev'in babasıyla ilgili mazisini, babasının nasıl öldüğünü öğrenmek için annesi Ulviye'ye sorular sorar. annesi de Hüsrev'in babasının gerçek yaşamda da kendini incire asarak intihar ettiği gerçeğini anlatır. Hüsrev bunu öğrendiğinde çok kızıyorsa da iş işten geçmiş, gazeteciye mahrem bilgiler verilmiştir. sahne Hüsrev'in yanına en yakın arkadaşı Mansur'un, ardından gazete patronu Şeref, onun karısı ve Hüsrev'in eski metresi -değişen ruh hali sebebiyle Hüsrev artık onu sevmemekte fakat Zeynep'in hisleri devam etmektedir- Zeynep gelir. annesi Ulviye ve Hüsrev ile daha sonra gizliden gizliye birbirlerini sevdiği anlaşılan Selma da ve Hüsrev'in deli doktoru arkadaşı Nevzat da oradadır. konuşma konusu yine Hüsrev'in piyesidir. Zeynep oyundaki kazara vurma sahnesinin inandırıcı olmadığını söyler. Hüsrev bunun aksini ispat için pskiyatrist Nevzat'ın belindeki silahını çekerek o sahnenin inandırıcılığını ispat için temsiline girişir. Önce silahtaki kurşunları boşaltır ve oyununun o sahnesini anlatmaya başlar.

"çocuk silahtaki kurşunları boşaltmış fakat bir sebeple, tutukluk vs ile bir kurşun içeride kalmıştır. ve orada duran annesine doğru iken silah yanlışlıkta ateş alır",

mealinde bir şeyler söylediği anda silah gerçekten ateşlenir ve odadaki Selma yere düşer ve sahne kapanır. oyunda yazdıklarını yaşamaya başlayan Hüsrev yavaş yavaş dengesini yitirmeye her an ölümü düşünmeye başlar. oyun bu olayla birlikte gazetesi için haber almak isteyen Şeref, Hüsrev'i kendi kliniğine yatırıp reklam yapmayı hedefleyen Nevzat'ın gerçek yüzünü görmeye başlamasıyla ilerler. bu süre içinde tek güvendiği ve bu güveni boşa çıkarmayan kişi Mansur'dur. Selma'nın ölümünden sonra günlüğünü kocası sayesinde ele geçiren Zeynep eve gelip Hüsrev' le konuşmaya başlar, onu geri kazanmaya çalışır. Hüsrev Zeynep'i istememektedir;

Hüsrev: sana bir borcum mu var?

Zeynep: yok.

Hüsrev: farzet ki var, çalma bir alacaklı gibi kapımı. sıyrıl, çözül benden,

diyerek kendinden uzaklaştırmaya çalışır. bu tavrı haklıdır.çünkü Hüsrev'e göre Zeynep " tabii isteklerini sıhhatle duyan biridir " , Hüsrev ise dünyaya dönük bir yaşam yaşamamaktadır. bu konuşma gerçekleşirken Şeref gelir ve Zeynep evdeki büyükçe perdenin arkasına saklanır. Zeynep'in orada olduğunu bilmeyen Şeref Hüsrev'le konuşmaya başlar. Hüsrev yazdığı haberler sebebiyle ona kızgındır.Onu bir "kefen hırsızı" olarak görmektedir. Şeref bu haberleri bir gazete patronu olarak yapmasının çok normal olduğu mealinde birşeyler söyler. Hüsrev'de "benzer özel şeyler haber değeri taşısa ve sizinle ilgili olsa yayınlar mısınız?" dediğinde "evet" cevabını verir Şeref. Bunun üzerine Hüsrev perdenin ardından Zeynep'i çekerek "karınız metresimdir,bunu da yazın" der ve sahne kapanır. "gözünden bir takım perdeler kalkan" Hüsrev herkesin kendisiyle çıkar ilişkisi kurduğunu düşünür ve bu düşüncesinde haklıdır. herkesten uzaklaşıp 24 saat ölümle meşguldür. oyunun sonuna doğru babasının özel bir yazısını bulur.
"ölüme ilaç ölümdür" yazmıştır babası. bir adam yaratmaya kalkan Hüsrev'in Allah'ın varlığına inanmasıyla devam eden oyunda Hüsrev
"ben sanatı hayattan başka birşey sanıyordum. orada kulluktan çıkıyor gibiydim[...]ne yaptım? bir hududu zorladım. kendimden kaçmak isterken kendime rast geldim. [...]körlüğü zedeledim. şimdi görünen şeye nasıl bakarım.[...]meğer kul olduğumu anlamak için Allah'lık taslamalıymışım. yaratıldığımı anlamak için bir adam yaratmaya kalkmalıymışım" şeklinde sorgulamalara devam eder. annesi Ulviye Hüsrev'in delirdiğini düşünmesi ve babası gibi kendisini de asmasından ötürü endişesi sebebiyle bahçesindeki incir ağacını kestirir. bunu öğrenen Hüsrev bir başka "kefen hırsızı" Nevzat'ın kliniğinde yatmaya razı olur ve klinikten kendisini almaya gelen hasta bakıcıların kolunda annesine bakarak "ne yapayım. kestiniz incir ağacını "der ve oyun biter.

2002 yılında Mahmut Gökgöz tarafından sahneye konan oyun Hüsrev'in orjinal metinde olan ve kadere inanması, Allah'ın varlığını bulmasıyla ilgili bir çok bölüm çıkarılmış, Mahmut Gökgöz oyunu bir nevi iğdiş etmiştir. iyi bir dekora sahip olan oyunda sahnede bir incir ağacı da mevcuttur fakat ıkı katlı bır yalıda geçen oyundaki ikinci kat 2002'de sahneye konan oyunda yoktur. büyük bölümünün çıkarılmasıyla bile oyun olağan üstü olma niteliğini kaybetmemiştir.

spoiler

edit: yukarıdaki tırnak içinde verilen ifadeler bu satırların sahibi yani benim aklımda kaldığı ölçüde fakat aslına son derece uygun biçimde verilmiştir. sadece eser yanımda bulunmadığından doğruluğunu kontrol etme şansım şu an için bulunmamaktadır.
---spoiler---

''osman hiç bıçağın deştiği yerden kan akmadığı olur mu?benim de beynimden kan akıyor.ben düşünmüyorum,beynim kaynıyor.görüyorum,gözlerimi yumunca görüyorum.beynimin etten yuvarlağı üstünde her düşünce bir damla siyah kan gibi yuvarlanıyor.ben istemiyorum osman!fakat hiç bıçağın deştiği yerden kan akmaz olur mu?''

---spoiler---
insanı bambaşka bir ruh haline sürükleyen , kendisini yaşamanı istese de istemese de sorgulattıran ilk sahneden itibaren koltukta kasılmanızı sağlayan sonunda ise hıçkırıklara boğulmanıza neden olan can yakıcı bir eserdir.
'ben ne yaptım? bir hududu zorladım. kendimin dışına çıkmak isterken, kendime rast geldim.
meğer kul olduğumu anlamak için allahlık taslamalıymışım! meğer nasıl yaratıldığımı anlamak için bir adam yaratmalıymışım.'
yücel çakmaklı'nın yönettiği bir film.
dün bir sitede siyah beyaz ortamda izledim. sakin bir kafayla dikkatle izlenmesi gereken bir eser. bir nevi demir leblebi. şahsen lisedeyken kitap şeklinde okumuştum ve başım dönmüştü. adama yüksek dozda zihin egzersizi yaptıran güzel bir eser.

kahraman hüsrev bir adam yaratmaya kalkışır ve yaratıcılıktaki zayıflığının anlar. bu onu yaratıca götürür. piyes içinde piyes olarak yazılan bu eser aslında baştan sona eserin sahibinin yaşadığı fikir ızdıplarının ipuclarını verir. hüsrev, kısakürek'in çile şiirini yazmadan öndeki ruh haletidir.

yönetmen yücel çakmaklı müzik seçiminde biraz daha dikkatli olsaydı benden 10 puan alırdı. aynı şey siyah pelerinli adam'ı sinemaya aktaran ismail güneş için de geçerli. senaryo çok güzel olmasına rağmen iskelet iyi giydirilememiş.

gerçi hiç olmamasından elbetteki iyi; ama bu eleştiri hakkımızı elimizden almaz heralde. müzik konusunda mesut uçakan reis bey'in hakkını fazlasıyla vermiştir. aynısını yücel çakmaklı ve ismail güneş için de beklerdik. her neyse.. ismail güneş ayrı bir entry konusu.

bir de piyesteki/filmdeki hüsrev-zeynep aşkı çok enrerasan. zeynep hüsrevin kuzeni. filmde hüsrev tarafından kaza eseri vurulup öldürülüyor. filmin sonlarında nedense annesi son anda bayılıp düşerken duvardaki resmin üstünü açıyır ve hüsrev resme bakarak aşkını ilan ediyor. şeref'in karısını nerdeyse küfrederek kovan hüsrev burda biraz yumuşuyor. aslında izleyici allah arayışı içerisindeki bünyenin beşeri aşka -son anda da olsa- yönelmesini anlamakta güçlük çekmiş olmalı. şahsen ben anlam veremedim. gerçi eserin aslında bu bölüm var mı yok mu, orasını hatırlamıyorum. yine de güçlü bir eser. zaten olaylar kısıtlı ve mekan önemli olmadığından genelde ağırlık diyaloglar üstünde. ufak ayrıntılar da arada kaynıyor.

tiyatroda izlemedim. kuşkusuz o daha keyifli olurdu.
--spoiler--

"allahım ben yok olamam! her şey olurum yok olamam. parça parça doğranabilirim. tütün gibi kurutulabilir, ince ince kıyılır, bir çubuğa doldurulur, içilir havaya savrulabilirim. fakat yok olamam. madem ki bu kadar korkuyorum, yok olamam. eczahane camekanlarında, ispirto dolu bir kavanoz içinde, düşürülmüş bir çocuk ölüsü gibi , yumruk kadar bir et parçasına inebilir, bir şişeye hapsedilebilirim.fakat şişenin camından yine dışarıyı seyreder, önümden geçenleri görür, kendimi bilir ve duyar, kendimi ve allahımı düşünebilirim. razı değilim allahım! yok olmaya, kalmamaya, gelmemiş olmaya, mevcut olmamaya razı değilim. bu dünyada bırakamayacağım hiçbir şey yok. ne deniz, ne şehir, ne ağaç, ne ev, ne kadın, ne de ben. bu kalıbım, bu zarfım., bu kafesimle ben. onların hepsini bırakabilirim. fakat şuurumu, bilmek, duymak, var olmak şuurumu bırakamam. razıyım bir toz parçası olayım. insanlar üzerime basarak geçsin. canım acısın, duyayım. canımın acıdığıını duyayım. razıyım bir kertenkele olayım. kızgın yaz günlerinde bir bahçe duvarına tırmanayım. tırnaklarımı tuğlalara geçireyim.yeşil ve ıslak sırtımı güneşe vereyim. fakat güneşle sırtım arasındaki öpüşmeyi duyayım. tuğlaların incecik zerreleriini sayayım. kovuklardaki böceklerin, bir boru içinden bakar gibi bana baktıklarını göreyim ve düşüneyim.razıyım bir nokta olayım. fakat o noktaya bütün kainat, bütün mevcudiyle dolsun. ben yok olamam.ağlarım, tepinirim, çatlarım, çıldırırım, ölürüm fakat yok olamam. her şey benm olsun, vereyim, gökler, yıldızlar, gökteki samanyolu, ay, dünya, vereyim. fakat aklım bana kalsın. aklım bana kalsın! aklım!"

"anlayın bu azabı! bir azap ki, kul olduğum için çekiyorum, çekmemek için allah olmak lazım. insana göre değil bu; yok bunu çekecek aza insanda!
yetişir! gelsin artık her şey yerli yerine! verin bana artık dünyamı! salıverin beni kalabalıklara!"

"osman hiç bıçağın deştiği yerden kan akmadığı olur mu?benim de beynimden kan akıyor.ben düşünmüyorum,beynim kaynıyor.görüyorum,gözlerimi yumunca görüyorum.beynimin etten yuvarlağı üstünde her düşünce bir damla siyah kan gibi yuvarlanıyor.ben istemiyorum osman!fakat hiç bıçağın deştiği yerden kan akmaz olur mu?"

"şüphe mi dediniz? bu bana goklerin cezası. bir aralık oyle sandım ki gozlerime akrep kuyrugu gibi sivri bir mil sokuldu.zehirden bir damla akıtıldı. birde baktım ki hiç bir şey eski heyetinde degil. birde baktım ki eskiye ait her şey yanlış. ana, baba, dost, kadın hakkında bildiklerim yanlış, su yüzüne çıkan bir leş sırtı gibi.
bambaşka bir dunya, bambaşka iklimleri, bambaşka insanlarıyle dunyamın yerini aldı.birde baktım ki herşey yeniden muayeneye yeniden tahkike muhtaç! dogrusu bu muydu? ne bileyim?...."

--spoiler--
--spoiler--

ilk baskısı 1938 yılında çıkan .Bir Adam Yaratmak; Necip Fazıl.ın en önemli ve en meşhur piyeslerinden biridir. Aynı sene meşhur tiyatrocu Muhsin Ertuğrul tarafından sahneye konulmuş ve iki sezon oynanmıştır. Eser, gerek seyredenler ve gerekse sanat ve edebiyat münekkidlerince büyük bir kabul görmüş, .Büyük bir sanat olayı; olarak nitelendirilmiştir. 1977 yılında Yücel Çakmaklı tarafından Türk televizyonuna uyarlanmıştır. Şimdiye kadar beş baskısı çıkmıştır.

Bir Adam Yaratmak; gazeteci Turgut.un piyesin kahramanı Hüsrev.le yaptığı mülakatla başlar. Piyes yazarı Hüsrev.in .Ölüm Korkusu; adlı oyunu yeni sahnelenmiştir. Gazetecinin üzerinde durduğu konu, oyunun yazarı Hüsrev.in piyesindeki olayı hayatından mı aldığıdır.

Turgut konuşmaya şöyle başlar: .Derler ki, bazı sanatçılar eserlerindeki birçok mevzuyu şahsî hayatlarından veya en azından gördükleri olaylardan çıkarırlar.

Gazetecinin büyük oyun yazarı Hüsrev.e yönelttiği bu soru boşuna değildir. Çünkü sahneye konulan bu oyuna büyük önem vermektedir insanlar. Ölüm Korkusu;nun kahramanı annesiyle birlikte, bahçesinde incir ağacı bulunan bir köşkte yaşamaktadır. Oyunun yazarı Hüsrev bir kaza neticesinde annesini öldürür. Kaza ispat edildiği için serbest bırakılıyor, fakat vicdan azabı günden güne beyninde derinleşiyor. Birden bire o zamana kadar hiç dikkat etmediği bir şey ilgisini çeker, babasının ölüm olayı. Babası kendisini incir ağacına asmıştır. Aklî dengesi gittikçe bozulur. Annesinin acısı onda mücerret bir ölüm korkusuna dönüşür.
Hüsrev.in piyesi baştan sona ölüm korkusuyla doludur. Bu korku onda öylesine sürükleyici oluyor ki, kendini tıpkı babası gibi köşkün bahçesindeki ağaca asıyor.

Bir Adam Yaratmak;ın hikayesi bir iki ayrıntı dışında .Ölüm Korkusundaki gibi.
Oyun yazarı Hüsrev annesiyle birlikte bahçesinde bir incir ağacı olan köşkte yaşamaktadır. Halasının kızı Selma onu çok sevmektedir. Bir kaza ile Selma.yı öldürür. Piyesteki olaylar, gelişmeler, sonuçtaki farklılık hariç, hep aynıdır. Hüsrev yazdığı oyundaki gibi kendini incir ağacına asamaz. Çünkü kendini asacağı ağaç annesi tarafından kestirilmiştir.

Oyunun son sahnesinde Hüsrev tedavi edilmek için akıl hastanesine götürülürken, annesi .evladım! Gitme, gitme; diye seslenir. Hüsrev şöyle karşılık verir: Ne yapayım anne? Kestiniz incir ağacını!; Necip Fazıl.ın Bir Adam Yaratmak; piyesi böyle biter. Görüldüğü gibi piyeste, oyun içinde oyun vardır. Ama aynı oyun, gazeteci Turgut.un üzerinde durduğu; kendi hayatını yazma iddiasının hiç de yabana atılamayacak bir oyun olduğunu doğrulayan bir eser .Bir Adam Yaratmak;. Fakat Hüsrev bu iddiayı kabul etmez.

Bir Adam Yaratmak; piyesi verasetin rolünü ele alırken, fikrî yoksunluğu, kuru akılcılığı ve pozitivizmi reddetmektedir. Gücü ancak bilinen belirli şeylere yetebilen insanın aciz olduğu ve akla güvenmesinin mümkün olamayacağı, gerçek hakikat ve kudretin Allah.ta olduğu, insanın sanat, edebiyat faaliyeti ve icatlarıyla kendini ifadeye çalışsa da Allah.ın aciz, ölümlü bir yaratığı olduğu, Allah.ın bâki olduğu bizimse O.na döndürüleceğimiz anlatılmaktadır.

Bir Adam Yaratmak; piyesi sanat ve edebiyat dünyasında büyük olay meydana getirmiştir. Büyük bir sanat olayı; olarak nitelendirilmiş ve münekkidlerce yaratıcı gücünün üstünlüğü alkışlanmıştır.
Bir münekkid .Bir Adam Yaratmak; piyesi insanın ve aklın güçsüzlüğü fikrini tiyatroya, edebiyat ve sanata yerleştirmiştir; der.

Prof. Dr. Muhammed Harb
çev:Osman AKYILDIZ

--spoiler--
--spoiler--
"husrev: mansur! âlemde gizli tek bir sırrım kaldı. içimdeki kıyamet! kimse bir şey bilmiyor. bakma kıvranışlarıma! bakma ağzımın dikişlerinden sızan hırıltılara! bakma beni çıldırıyor sanmalarına! bilmiyorlar. söyleyemiyorum. istesem de söyleyemem. söylesem de bir şey anlaşılmaz. mansur! o benim meğer kurbanımmış. gafletimin değil, en ahmak tarafımın, sanatımın kurbanı! eserimi niçin yazdım! onu öldürmek için mi? onu niçin öldürdüm? eserimi yazdığım için mi?

mansur: düşünme husrev bu şeyleri.

husrev: ben sanatı hayattan başka bir şey sanıyordum. hürriyetlerin sonu. âciz bahtımın ulaşamadığı bir yer. orası irademin bahçesiydi. orada, oyuncaklarıyle oynayan bir çocuk gibi başı-boştum. orada kulluktan çıkıyor gibiydim.

mansur: ah, husrev!

husrev: ben ne yaptım? bir hududu zorladım. kendimin dışına çıkmak isterken, kendime rast geldim. meğer kul olduğumu anlamak için allah'lık taslamalıymışım! meğer nasıl yaratıldığımı anlamak için bir adam yaratmaya kalkmalıymışım! ben ne yaptım? en sağlam basamağı ayağımdan kaydırdım. körlüğü zedeledim. şimdi görünen şeye nasıl bakayım? insan kaderini bir rüya gibi uykuda bulur. bu rüyayı uyanık nasıl seyredeyim? allah'la kalabalık arasında kaldım. boşlukta nasıl durayım?

mansur: husrevciğim!

husrev: anlayın bu azabı! bir azap ki, kul olduğum için çekiyorum, çekmemek için allah olmak lâzım. insana göre değil bu; yok bunu çekecek âza insanda! yetişir! gelsin artık her şey yerli yerine! verin bana artık dünyamı! salıverin beni kalabalıklara!

mansur: husrev! seni böyle gördükçe parça parça oluyorum. ne yapabilirim senin için?

husrev: elinden gelirse beni bu insanlardan kurtar. "
--spoiler--
eserin önsözü şöyledir.

--spoiler--
"Bu piyes, bir "Crise-Intelectuelle", "bir fikir buhranı"nı çerçevelemek gayretinde... Apaçık ve yapayalnız hiç bir tezi yok... Fakat içiçe bir çok tezleri ve başlı başına bir kaç ana tezi var...

Evvelâ san'atkâr nedir? Bütün imkânların erişilmez müntehası, gayelerin gayesi, kemâllerin kemâli, mâverâların mâverâsı olan Allah'a doğru, sonsuz bir tekâmül yolunda giden insanoğluna mahsus ibdâ nevileri içinde en zengin ve en güzel hissenin üzerine oturmuş mahluk... San'atkâr bir mahluktur, fakat yaratmak cehdinde bir mahluk!.. Onun bir eseri, bir de kendisi vardır. işte san'atkâr, çok defa, yaratmaya kalkıştığı tipin, yaratılmış olan tâ kendisidir.

Bu piyeste san'atkâr, bir yemişin, gizlice olurken ve bir maddenin toprak altında pişerken geçirdiği göze görünmez vücuda geliş safhaları gibi mahrem hayatı ve iç planı içinde, resmedilmek istenmiştir. Buna mukâbil, o her insan gibi sadece bir insandır. Bir hayat ve kadere sahiptir. Bu eserde san'atkâr yaratmak istediği tipe öz eliyle çizdiği kaderin kuyusuna düşmüş, o tip tarafından istilâ edilmiş, eserine, yalnız hayatiyle de iştirak etmiş gösteriliyor.

Piyesteki sanatkar tipine sorarsanız Allah sonsuzluktur. Ve kendisi, her ne olursa olsun, nihayet bir mahduttur, bir adettir. Adetler sonsuzlukla yarış edemez. O farkına varmadan sonsuzklula yarışa kalkmış, hududunu zorlamış, kendisinin dışına çıkmak isterken, nagihan kendisine, hem de o zaman kadar hiç tanımadığı asıl kendisine rast gelmiştir. Onca insan kaderi, arşın ta üstünde, bize, onu kendimiz idare ediyormuşuz gibi, namütenahi bir rahatlık ve serbestlik hissi verecek kadar ince bir sanatla idare ediliyor.

insan, mesut körlük içinde hayatını doldurup gidiyor.

Piyesteki sanatkar bu mesut körlüğü zedelemiş, yaratma cehdi içinde şaşkınlıkla yasak mıntıkaya girmiş, peçesine el sürülmez sırları ürkütmüş ve itikadınca birdenbire Allah’ın hükümranlığı ve emriyle karşılaşmıştır.

Bu emir şudur;*Yazdığı eseri yaşasın, yaratmak dilediği adam kendi olsun!*

Hülasa:Biz sade yaratmak istediğimiz tipin yaratılmış olan kendisi değil, bazen aynı hayat ve kadere sürüklenen meczubuyuz da. Çok defa yazdıgımızı yaşarız. Bu fikir mihveri etrafında halkalanmış ve birbirine geçmiş olan tezleri şöylece toplayalım ve gözlere, dikkat edilmesi icab eden noktaları karalayalım.

1- Eser ve eseri karşısında insan...
2- Allah ve Allah karşısında insan...
3- Ölüm ve ölüm karşısında insan...
4- Cemiyet karşısında insan...
5- Kadın karşısında insan...
6- Bâzı dost ve aile münasebetlerimizde, gözlerimizden sanki bir perde kaldıran bir buhran gözlüğünden seyrettiğimiz gizli dünya, cinnet dünyası ve bunun doğruluk derecesi.
7- Cemiyette bazı faaliyet nevilerini temsil eden cüce tipler, rolleri, ruh hâletleri, kıskançlık ve gayızları, hareket noktaları ve tarzları."

Hülasanın hülasası, birçok mücerret ve müşahhas mefhumlar ve hadiseler karşısında, aksiyonları, tali ve fikirleri ile sanatkar, yani mütekamil insan.

Bu eserimi bugüne kadar vücuda getirdiğim eserler içinden bağlı oldugum eserler biliyor ve öylece bildirmek istiyorum…
Ona olan zaafım, üstünde fazla konuşmamı yasak ediyor. zaten hadiselerin sırrını, kaba saba formüller içinde harcamağa, ulu orta dogmalar yapmağa düşmanım.

iyi ve kötü, söyleyemediğimi, iyi veya kötü eserim söylesin!

NECiP FAZIL KISAKÜREK/ 1977
--spoiler--
para, reis bey, tohum.

(bkz: öss nin bıraktığı kalıcı hasarlar)
--spoiler--
"Sen o kadin tipindensin ki, yuzune manevi bir kapi kapatildigi zaman onu gormez, kendisine mal etmez. Iceriye girmemesi icin maddi bir kapidan ve zorla itilmek ister. Bir sihirbaz inceligi ile baslayan bir is, bir hamal kabaligi ile bitirilmeli ki neticeye akli ersin."
-Sayfa 74 den alinti yapilmistir-
--spoiler--
(bkz: Ahmet Mekin)oyuncu
(bkz: Ahmet Bayazıd)yapımcı
(bkz: Mustafa Yılmaz)görüntü yönetmeni
(bkz: Yücel Çakmaklı)yönetmen
(bkz: frankenstein)
canavar da olsa erkek erkektir.
Ingmar Bergman'ın ile Necip Fazıl'ın bazı eserlerini şiddetli bir hâlde aynı paydada tutuyorum. Bu benim kendi hüsn-ü kuruntum değil, sanatın ortak paydasında eriyen bu iki büyük sanatçının eserlerinde ana fikir, karakterler, arayış ve çile o kadar ortak ki...
Bu eser de yukarıdaki mevzuda elimi güçlendirdi, konusuna gelirsek; bir sanatçının varoluş ve inanç gerçekliklerini sorgulaması ve çıldırışı. Kendi eliyle, eserinde "bir adam yaratan" ve sanatçı kibriyle Tanrı rolü oynadığını sanan bir yazarın yarattığı karakter ile aynı kaderi paylaşması, ya da "yarattığı" sandığı şeyin aslında hep başından kendisi olduğunu idrâk etmesi.

not: eserin başyapıtlığı tartışılmış, onu bizzat rahmetli muhsin ertuğrul'a sormak lâzımdı sanırım. eserin sonunda necip fazıl ile muhsin ertuğrul'un bu tiyatro oyunu sonrasındaki bir sohnetleri çok şeyi anlatıyor, okuyunuz.
Allah insanı yaratır, adam eğitimle düzgün yetiştirmeyle yaratılır.

Birde genlerinden hasıl olan sorunlar nedeniyle ne kadar eğitirsen eğit bi türlü yola gelmeyen tipler vardır onlarada Allah'tan deliye neylesin Karaca Ahmet denir.
Bu gün saçmalama günüm galiba.
Bana yanlış gelen fiilimsi.Adam yaratılmaz.Yaratılması demek kişiliğini başkası kurmuş demektir.Kendi kişiliği olmayana, kendi kişiliğini kendi kurmayana adam da denmez.

(bkz: adam olamadım kompleksim var)
Necip Fazıl'ın muhteşem piyesidir.

''Ben ne yapdım.Bir hududu zorladım.Kendi dışıma çıkmak isterken kendimle rast geldim.Kul olduğumu anlamak için meğer Allahlık taslamalıymışım.Nasıl yaratıldığımı anlamak için bir insan yaratmalıymışım.''
zor olmayan eylem. içi boş olan her insanın içine merak duygusu koyarak onu peşinizden sürükleyebilir ve onu en baştan yaratabilirsiniz. önce konuşarak, sonra dinleyerek, sonra kitaplarla...

lakin bir yerden sonra içine koyduğunuz merak onu ihanete yönlendirebilir...

ve sonra fark edersiniz ki yarattığınız bir adam değil, pasif bir entelektüeldir...
necip fazıl ın şahaserlerinden sadece bir tanesi.ben kitabıdan vareste tiyatroda umduğunu bulamadığını düşünüyorum.bir ara filmini de yapmışlardı defalarca izledim.özellikle ahmet mekinin oyunculuğu harikaydı fakat anlamadığım 77 yılında çekilen bu film neden renksizdir acaba? hep merak etmişimdir.
bir iddaya göre sokrat hiç olmadı platonun dünyasında bir karakterdi derler.bu benim için bir şey değiştirmez.beni düşünen bir adam düşünüyorum öyleyse o var.benim düşündüğüm bir adam düşünüyorum öyleyse o da var.
necip fazılın tiyatro eserinin adı. ilk gösterildiği dönem muhsin etruğrulun oynadığı bir şahaser. ne hikmet kiyıllarca kendilerine tiyatrocu diyen dangalaklar muhsin ertuğrul pirlerine ihanet pahasına oynamadılar bu eseri. çünkü onlar çük beyinleriyle yorumladıkları siyasal düşüncelerinin orospu olmuşlardı. belki de türk tiyatrosunun zirve eserini oynayabilecek kabileyete sahip değillerdi.