bugün

eşitlenmeye çalışılanlardan birisi asker ve devlet adamı, diğeri aydınlanma çağının en büyük filozofudur.

birisi türkiye halklarını kurtarmaya çalışmıştır, diğeri dünya halklarının sömürülmekten kurtuluşunun yolunu göstermeye çalışmıştır.

birisinin öğretisine kemalizm, diğerininkine diyalektik materyalizm diyoruz.

birisinin savunduğu ulusalcılık, diğerininki enternasyonalizmdir.

birisi öldükten sonra idealleri de ölmüştür. onun kurduğu partide bugün her türlü gıllıgışlı işler çevrilir, iş takibi yapılır, ihalelere müteahhitler ayarlanırken, bir diğerinin söylediği sınıfsız ve sömürüsüz bir dünya için, birbirlerinin yüzlerini dahi görmemiş insanlar yeni bir kültür inşa ediyorlar. hala kendilerini feda ediyorlar.

ee kedi burdaysa et nerde? et burdaysa kedi nerde?

özcesi; her sol görüşlü insanın başlıktaki gibi düşünmemesi ruhsal dengesi açısından daha hayırlı olacaktır.
ideolojik olarak mümkün olmayacak, reklam kokan hareketlerdir.
ideolojisinden haberi olmayan kişinin söylemidir.
komünizmin başı her yerde ezilmelidir diyen bir kişinin komünist manifestosunu çıkaran bir kişiyle ortak hiçbir yönü bulunamayacağı gibi benzetmeninde kelalaka olduğu durumdur.
birinin en önemli ilkelerinden biri milliyetçilik iken diğerinin teorisini benimseyenlerin milliyetçilikle uzaktan yakından ilgisi yoktur. bu yüzden anlamsız, marxizm reklamı kokan bir sözdür.
Her ikisi de dine bağlı ümmetçiliği reddetmiştir .
Her ikisi de kuruluş dönemlerinde ulusalcılık üzerine ekonomi politikalarını hazırlamışlardır .
Her ikisi de etnik - milliyetçiliği reddetmiştir .
Atatürk islamcılığı ya da osmanlıcılığı tercih etmeyip karl marx'ın düşünsel temellerini attığı sınıf bilincini yaratmak üzere kuruluş dönemleri devrimleriyle bir şeyler başarmaya çalışmıştır ancak her sosyalist hareket gibi komünizm aşamasına ulaşılması küreselleşme , darbeler ve emperyalist politikalar yoluyla engellenmiş olan bodur demokrasi anlayışıyla türk milleti bu zamana kadar uyutulmuştur ; bundan sonra da prozac destekli zihin hortumculuğu sayesinde kitleler apolitik ve ulus düşmanı dinci , faşist yobazlar olmak üzere okullardan başlayan liberal demokrat eğitim reformlarıyla ve onların geleceklerini ipotek altına alan siyasi yapılanmalar yoluyla aptallaştırılmıştır .
biri, diğerinin "türkiye için en büyük tehlike." dediği şeyin yaratıcısıdır.*bu yüzden duyduğum en saçma sözlerden biridir.
m.kemal atatürk'ün komünist bir idare kurmaya niyetlenen bir sosyalist iddia etmek kadar gülünçtür, saçmadır, yazıktır.

bir bilenden gidip mustafa suphi'nin, kahya yahya'ın kim olduklarını dinlemek bünyeye iyi gelecektir.
(bkz: #1560526)
Benim Karl Marx'ım mustafa kemal atatürk'tür adlı düşünce ne Mustafa Kemal Atatürk'ü bir Karl Marx ne de Karl Marx'ı bir Mustafa Kemal Atatürk yapmaya çalışmanın ve nihai sonucu olarak Atatürkçülüğe bir siyasal etiket yapıştırma arzusundan kaynaklanmamaktadır . Aksine Karl Marx'ın bir filozof olarak ortaya koyduğu sermaye-emek çatşması ve nihayetinde coğrafi keşifler , sanayi devrimleri ile ivme kazanmış olan emperyalizm karşısında TÜRKiYE cumhuriyeti Devleti'nin gerek kurtuluş savaşında olan anti-emperyalist motivasyonu gerekse cumhuriyetimizin kuruluş yıllarında izlenen devletçi ve bu doğrultuda olmayan bir ulusal sermayenin tarım ve sanayi alanında tekrar yaratılması , fransız tekeli altındaki çiftçilerin tekrar sermaye - emek çatışmasında ticarete ve ekonomiye hakim olan gayri-milli ve sömürgeci yabancılara karşı haklarının yeniden kendilerine sunulması gibi konular karşısında hedef olarak her iki insanında siyasi ve sosyal anlamda ortak bir düşünceyi baz alarak eylemlere kalkıştığını anlatmaya çalışan bir düşüncedir .

Kaldı ki Kemalizm'i sadece bir Türk devrimi olarak algılamak ve sahip olduğu anti-emperyalist , ilerici, sosyalist , çağdaş özelliklere yer vermeden onu tanımlamaya çalışmak asıl atatrkçülük üzerinden bir takım siyasi rant elde etme peşinden koşmaktır . Bu tür karşıdevrim histerisi içinde olanlar 12 eylül darbesinde darbeler ile , 80 darbesinden sonra ise ayrılıkçı etnik unsurları ve irticai faliyetleri ön plana çıkararak toplum tabanına cemaatleşerek hızla yayılmışlardır . Kimisi bu hedefi gizlemek için liberal demokrat ayağı altına yatmış kimisi de dinciliği , ümmetçiliği kullanarak devlet kurumlarını ve toplumu cemaatleştirmeye ya da faşizan milliyetçilik duyguları aşılayarak statükoculuğa sevk etmişlerdir . Oysa bu iki kitlenin de kemalizm'den farklı en büyük noktası her ikisinde emperyalizme hizmet eden işbirlikçi bir zihniyeti temsil etmesidir .

Çok ilginçtir ki , Küba devrimini kutlayan insanların karnaval alanlarında Türk gazatecileri görünce söyledikleri bir isim vardır : " Devrimci " Mustafa Kemal Atatürk! Evet , sosyalist bir kübalı Mustafa Kemal Atatürk'ü devrimci kimliği ile ülkemizi temsil ederken bu sosyalist kimliği hayal edebiliyor ve çoşkulu bir şekilde ifade edebiliyor. Bu ülkemiz için bir gurur kaynağıdır . Aynı şekilde bir zamanlar ülkemizi işgal eden emperyalist avrupa devletleri dahi ulusal bağımsızlığımızı elde ettikten sonra anti- emperyalizm üzerine kurulmuş olan ülkemizi kendileri Birleşmiş Milletler 'e üye olmamız için bizi çağırmışlardır . Bu da çok gurur verici bir tablodur .

Bir başka husus ise Kemalizm'in Marxizm'in toplumsal yapının ve toplumsal değişmenin tek bir belirleyicisi olan ekonomik alt yapıyı aşacak düzeyde ileri bir sosyalist devlet düzenini ( eğer darbeler olmasaydı )gerçekleştirebilecek bir sosyal , siyasal ve hukuki devrimlere ön ayak olabileceği çok açıktır . Karl Marx bile kendi ideolojisini bu açıdan Das Kapital adlı kitabında eleştirmiştir .

Şu anda ülkemiz kapitalizmin pençesi altında yaşamaya çalışan bir gelişmekte olan(!) ülke konumundaysa bir zamanlar sosyalist bir rejimi benimsemiş ülke olduğu anlamına bu gelmemelidir . Zira Marxizm neden olduğu ve sermaye - emek çatışmasından sonra ortaya çıkan iki türlü devlet şekli vardır : Kapitalist , Sosyalist . Bu ülkenin 1950'Den sonra gelen siyasetçileri Atatürk ve inönü sonrasında Celal Bayar ve ADNAN mENDERES başlangıcı ile emperyalizme hizmet eden bir küçük burjuva yapılandırılmasına sürüklendiğini ve darbeler ile Atatürkçülüğün , kemalizmin ideolojik ve felsefi larak kirletildiğinin somut örnekleri bugün karşımıza abd - ab emperyalizmi hegamonyası altındaki dinci partiler ile çıkmaktadır .
Marx zamanında ortaya çıkan sermaye - emek sorunu CUMHURiYETiMiZiN kuruluş yıllarındaki gibi gelişmekte olan sömürgeciliğin henüz dünyaya yayılıp , tüm çalışan sınıflara hakim olmadığı bir döneme rastlar . Ve bu bakımdan ulusal sınırlar içerisinde ilk önce sosyalist bir devrimi öngörür . Daha sonraları zaten çatışam sermaye - emek sınıfı arasında olmaktan çıkacak ve dünya sermayesine hakim olan patronlar ile bundan nemalanmak isteyen küçük burjuvalar arasındaki çatışmaya yani modern devlet kapitalizm(neo-liberalizm)'ine dönüşecektir .

Bu diyalektik düşünce biçimi birisi asker ve devlet adamı olan , diğeri de bir filozof olan iki değerli insanın değerini küçümsemek için değil , aksine her ikisine de verilmesi gereken önemi bir lokal ve global sentez ile gerçekleştirmeye çalışan bireysel bir algılama biçimidir .

Bu diyalektik düşünce biçimi birisi asker ve devlet adamı olan , diğeri de bir filozof olan iki değerli insanın değerini küçümsemek için değil , aksine her ikisine de verilmesi gereken önemi bir lokal ve global sentez ile gerçekleştirmeye çalışan bireysel bir algılama biçimidir .

Not : Marxizm hakkındaki eleştirilerimi bir sonraki yazımda açıklayacağım.
davut güloğlu'nun "türkiye'nin ricky martin'i" olmasıyla eşdeğer durumdur.

birbiriyle alakaları yoktur ama farklı düşünce akımlarının liderleridir.

(#1626846)
atatürk en iyisidir,gerisi boştur.

karl marx'ta olsa,kralı da olsa boştur arkadaş.
dünya tarihinde şu kadar ulustan böyle bir lider çıktı mı acaba?

hali hazırda 75 milyon kişinin bir arada yaşama sebebidir atatürk.

karl marx anca iki tane kitap yazmış,atatürk tarih yazmış.
kimle neyi tartışıyorsunuz,kimi atıf konusu yapıyorsunuz ki siz.

ayrıca atatürk,köylü milletin efendisidir der.
bir takım karacahiller veya okuma bilmeyen dimağı zayıflar evvela bir şeyler öğrenip konuşsunlar.

bu kadar karl marx kölesi olmanın anlamı yok,almanya'ya kadar yolları var o zaman. lütfen bizim oksijenimizi ziyan etmesinler,nitekim kendi beyinlerine de kan gitmiyor.

ayrıca atatürk'e dil uzatarak karl marx'ı veya kendilerini yüceltmezler,hem kendilerini hem de savundukları ideolojiyi yerle yeksan ederler.
Atatürk bir kapitalistir tezinin anti-tezi olan bir ulusal sentezdir .
Ulusal bağımsızlığını kazanan ve nüfusunun neredeyse tamamı savaştan çıkmış insanlardan , feodal din-tarım toplumunun baskın üretici kitlesi köylü ve çiftçilerden oluşan ancak ne yazık ki savaşın ve emperyalizmin gelişen endüstri ekonomisi altında ezilen küçük ölçekli esnaflardan , osmanlı'dan miras kalan toprakları içerisinde ekonomisini , ticaretini yabancıların bankalarına ve manüfaktürlerine devretmiş , kendisine ait bir endüstri yapılanması ve sanayi kuruluşu , bankası olmayan bir toplumdan sosyalizmi gerçekleştirmelerini istemek o dönemin koşularında hem imkansızdır hem de ulusların tarihsel evrimlerinin diyalektiğine taban tabana zıttır .

Atatürk sosyolog Max Weber'in tanımladığı karizmatik lider sıfatı ile bağımsızlık savaşına soktuğu toplumu ilk önce ümmetçi yapısından kurtarmak ardından da bir millet kimliği kazandırmak amacıyla Kemalist devrimlerini siyasi ve sosyal anlamda aydınlanma tarihinin temel dinamiklerine sahip olan batı uygarlığı doğrultusunda geliştirmek üzere gerçekleştirmiştir .

Fikrim şudur ki millet bilincini kazanmamış ve ulusal sanayisini geliştirememiş , sömürüye oranla göreceli bir ticaret serbestisi ve dışa bağımlı bir alt-yapı ile susturulmuş , pasifize edilmiş toplumlar sosyalist devrimlerin dinamiği olan çatışma ve işbirliğinden doğan farklılaşma gibi organik-evrimsel gerçeklerden homojen (tek kültürlü) bir yapı sayesinde uzak tutularak bağımsızlıkları pekiştirilmiştir . Aslında endüstrisini tam anlamıyla geliştirememiş ve aydınlama devrimlerini özümseyememiş bir toplumda başlatılacak olan temelsiz herhangi sosyalist bir hareket nihai sonuç olarak faşizme ulaşacaktır ki bence Atatürk'ün bu ulusa yaptığı en büyük iyilik bağımsızlık savaşından sonra Cumhuriyet gibi temelinde demokrasi ve laiklik ilkeleri olan bir sistemi üretim-tüketim ilişkilerini düzenlemede bir başlangıç modeli olarak ortaya sunmasıdır . En nihayetinde hiçbir sistemin gelişen ve evrimini devam ettiren bir endüstri toplumunda durağan kalması beklenemez . Ve Cumhuriyet bu ulusun kesin yazgısı elbette değildir . Marx da komünizmi toplumsal değişmenin ve refahın en yüksek ve nihai sonucu olarak görmemiştir .

Marx'ın savunduğu toplumsal bilincin bireysel bilinci oluşturduğu tezi Lenin döneminde proleterya dikatatörlüğü antitezi ile bir sentez olarak; herkesin kapasitesine göre çalıştığı ve herkesin ürettiği kadar aldığı; bir iktisadi ve sosyal sistem geliştirilmesine somut anlamda neden olmuştur . Burada Lenin Marx'ın evrimsel süreçte materyalist diyalektik ile kaçınılmaz olarak kendiliğinden doğacak olan komünist topluma , insanların ve dolayısıyla işçilerden ve orta sınıftan oluşan müdahale edici hızlı devrimler yoluyla sosyalist düzen çalışmalarının hızlandırılabileceği gerçekliğini ortaya koymuştur .

Peki Lenin'in sahip olduğu Sovyet kültürü ve endüstrisi ile dönemin bağımsızlığına yeni kavuşmuş Türkiye Cumhuriyeti'nin sosyo-ekonomik gelişim düzeyleri aynımıdır ? Tabi ki hayır! Şu şekilde özetlersek :
1- Türkiye ulusal bağımsızlığı yeni kazanmış ve endüstrisi ve ekonomisi yabancı azınlıkların elinde olan , ulusal kaynaklarını kullanacak işgücünden ve yetişmiş bireylerden uzak , işçi ve esnaf sınıfı bilinci oluşmamış bir yeni devlettir .
2- Sovyetler ise kültürel anlamda çok daha ileri düzeyde , tarihsel anlamda komünist evrim süreçlerini Çarlık Rusya'sını yıkan ve Bolşevik komünizmini kurmuş olan bir ulus olarak , kızıl ordusu gibi teknolojik anlamda ve lojistik bakımdan diğer uluslardan çok daha fazla gelişmiş düzenli bir askeri birliğe sahip , sanayisi ve endüstrisi kendi ulusal kurumları tarafından işletilen bir ülke olmasının yanı sıra örgütlü bir işçi sınıfının varlığı da Lenin gibi karizmatik bir liderin Fransız sosyolojisi , Alman felsefesi ve ingiliz Ekonomi politikasından oluşan Marksizm sentezini proleterya diktatörlüğünü ilan ederek ve üstelik köylüleri ve çiftçileri de dinsel mitlerden kurtararak devrime dahil etmeyi başarabilmiş bir siyasi ve ekonomik kültürdür .
Bütün bu evrimsel diyalektik süreçler göz önüne alındığında Atatürk'ün yapmadıkları için eleştirilmesini cahil romantizmine bağlıyorum . Zira Lenin bile zamanında Atatürk'e elçilikler vasıtasıyla işçi devrimi önerdiğini ve Atatürk'ün de : "Sovyetler sosyalist devrimlerini işçileri ile gerçekleştirdi bizim ise elimizde topraklarını ve ulusal bilincin yeni kazanmış köylülerimiz var . " yanıtını verdiği bilinir .
Bu bakımdan Atatürk , Karl Marx'ın teorideki Marksist toplumsal değişimine bağlı kalarak Lenin'in gerçekleştirdiği Proleterya Diktatörlüğünün zaten yeni bir toplumsal çözülmeden kendisini zorla kurtarmış olan bir toplum için gereksizliğini görmüştür . Lenin'in proleterya dikatatörlüğü ve Stalin ile başlayan Marksizm sonrası Bakunin , Troçkist hareketlerin eleştirisini ve modern neo-kapitalist toplumlarda ortaya çıkan Fabianizm ( Parlementer Sosyalizm ) gibi kavramların olumlu ve olumsuz özellikleri de ayrı bir yazı konusudur .
devrim; bir ekonomik bir ilişkinin başka bir ilişkiye evriminden doğan nitel sıçramadır, devrimci ise bunu uygulayan kişidir. tarihte çeşit çeşit devrimler vardır; burjuva devrimleri, sosyalist devrimler gibi.

emperyalist çağın özel bir çelişkisi vardır; ezilen uluslar ve ezen uluslar. nitekim 20.yy'ın başında ezilen bir ulus olarak kapitazm ile feodalizm arasında bir yerde bulunuyorduk ve burjuva devrimi başlamamıştı. türk burjuvazisi henüz pazarlara hakim olamadığı gibi bir ulus bilincide gelişmemişti. işte mustafa kemal önderliğinde başlatılan ve emperyalizme karşı yürütülen bu mücadele emperyalizme ve onun işbirlikçilerine karşı yapılmış bir devrimdi. bu bir burjuva demokratik devrimidir. çünkü ülkedeki işbirlikçi tefeci bezirganlığına karşı ezilen bir ulus mantığıyla dış müdahaleci emperyalizme karşı bir mücadele verilmişti. bunun önderi ise türk burjuvazisiydi. fakat bu yarım kalmış bir devrimdir çünkü içindeki feodal unsurlar tasfiye edilememiş ve toprak ağaları ile ittifaka gidilmiştir.

cumhuriyet'in ilanı ile yeni bir kapitalist toplumun inşası başlamıştır. feodalizme karşı hala ilericiğini koruyordur türk burjuvazisi bu nedenle ilerici nitelik taşır. feodal bağlar kırılmaya çalışılmış ve türk burjuvazisi kendi pazarlarına hakim olma mücadelesinde toprak ağalarıyla karşı karşıya geldi. toprak reformunu yapamayan burjuvazi zamanla- 2.dünya savaşı sonrası- emperyalist düzene entegre olarak ülkeyi yarı feodal ve sömürge bir hale soktu. 80 sonrası globalleşme ile ise feodal bağlar artık türkiye'de kırılmış, fakat çarpık bir kapitalist sistem gelişmiştir.

marks ise kapitalizmin 1.evresinde yaşamıştır. bu nedenle tezlerinin gövdesi dursada başına pek çok şey eklenmiştir.örnek olarak gelişen emperyalizmin doğurduğu akımlar gibi; faşizm buna bir örnektir. dolayısıyla marks'tan öte lenin ile karşılaştıralabilir. bundan öte olan şey marks'ın teorisi kapitalist toplumlar için geçerlidir. işçi sınıfının varlığı olmaksızın sosyalizm inşa edilemez. rusya'da ise bir işçi sınıfı 1917'De vardı dolayısıyla onun bir sınıf bilinci de vardı. bu nedenle marks ile mustafa kemal atatürk benzeştirilemez.

türk devrimi fransız devrimine benzer. burjuvazinin iktidarı ele geçirmesidir, feodal düzenin yıkılıp kapitalist bir düzen kurulmasıdır fakat bu eksik yapılmıştır bu nedenden ötürü ülkede işçi sınıfının bir sınıf bilinci gelişememiştir. tabi bunlar çok farklı konuların ana fikridir. bu nedenle uzatmamak için yazıyı burada kesiyorum.
Marksizm'in önündeki teorik engeller anlaşıldığında daha da benzeşen iki karizmatik lider.
Marksizm'in önündeki teorik engeller :

1 -) Kapitalist burjuva toplumu üretici güçlerin gelişmesini ve el değiştirmesini engellemez ise ihtilal olmaz . ihtilalin nedeni alt-yapı olarak betimlenen üretim ve mülkiyet ekonomik ilişkilerinin kapitalist burjuva sınıfı tarafından tekelleştirilerek alternatif ekonomik modellerin gelişiminin engellenmesidir .

2 -) Karl Marx Lahey'deki bir toplantısında devrimlerin farklı kültürlerde , farklı davranışlar ve geleneklere sahip olan toplumlarda farklı niteliklere büründüğünü ve Abd ,ingiltere gibi endüstrileşmesinin doruk noktasında olan burjuva devletlerinde teorisindeki evrensel proleterya devriminin maçalarına başka yollar ile ulaşabileceğini ya da mutlak revizyonizme maruz kalarak devrimin evrensel geçerliliğini yok edebileceklerini itiraf etmiştir .

3 -) Kapitalist - Burjuva toplumlarında ulusal gelir proleter kesimine ( ücret ve sosyal hizmet ) olarak göreceli biçimde yoksulluğun etkilerini azaltacak şekilde paylaştırılabiliyorsa iç ve dış sömürüyü uygulayan sisteme karşı işçilerin ayaklanma şansı çok azalır . Bu bakımdan sosyal demokrasi ile kandırılan proleteryanın bu oyuna ait olduğu açıktır . Günümüz Memuru , esnafı burjuva sınıfının alabildiği ve sahip olduğu gündelik araç ve gereçler ile bu kapitalist göreli yoksulluk kavramına hızla alıştırılmaktadır .

4 -) Bir ülkede toplumsal hareketlilik , mevki ve makam elde edip terfi etmek ne kadar kolay ise o toplumlarda sınıfsal makamların esnekliğinden kaynaklanan bir statükoculuk hakim olacak ve bu kurallara dayalı esnek sınıfsal farklar sosyalist devrimin önünü kesecektir .

5 -)Siyasal iktidara ortak olma duygusu ya da sanrısı özellikle demokrasilerde halkın kendi kendini yönettiği ve yöneticilerini kendileri seçtiği yanılgısından hareket ile kendisinin de içerisinde olduğu bir sisteme karşı çıkarak devrim yapma niyetini bastırabilir . Bu bakımdan demokratik siyasal rejimleri çok iyi uygulayan ileri derecede endüstrileşmiş ülkelerde sosyalist devrimler rasyonel karşılanmamaktadır .

6 -)iç sömürünün süresi ve hızı . Ani bir şekilde çok kısa ve sistematik bir süreç ile sömürüye maruz kalmış olan ve endüstri devriminden , kültürel bilinçlenmeden yoksun kalmış bir toplumda devrim yapmak neredeyse imkansızdır . Bu toplumlardaki ezilen halk kapitalist-burjuva sınıfının iktidarı altında refah elde etmeye çalışırlar .

7 -) Mevcut siyasal ve ekonomik düzen bir dış savaş ya da iç ayaklanma altında ise o toplumsal yapı içerisinde sosyalist bir devrim kurmak , eski burjuva-kapitalist sisteminin ulus taşeronluğunu zayıflatacağı için daha kolay hale gelebilir . Bu durum Rusya'da yaşanmıştır ( Çarlık rusyası - Bolşevik devrimi- Ekim 1917 )

8 -)Sosyalist devrimler için gerekli öznel koşulların oluşması .( Karizmatik bir lider ve etrafında sosyalist devrimi gerçekleştirmek üzere toplanmış olan proleterya , sosyalist devrim bilgisi , sosyalist örgütlenmeler , ve sosyalist kaynaklar )

9 -) Devrim için ülkede yönetime karşı genel bir memnuniyetsizlik , bu şikayetler karşısında meşru bir kendini ifade etme hakkının olmaması , genel kuralsızlık durumu ( Anomalie) diğer etkili koşullardandır .
Türkiye Cumhuriyeti devleti kuruluş yıllarında Osmanlı devletinin bir çok bürokratik özelliğini devralmış ve bürokrat egemenliğine dayalı devletçi-seçkinci bir merkezi otorite ya da status quo yaratmıştır . Osmanlı devletinin batılılaşma hareketleri ile son dönemde izlediği burjuvaziye yaklaşan görüntüsü aslında cumhuriyet tarihinin kuruluş yıllarındaki devletçi - seçkinci yapısının da bir yansımasıdır . Zira ikili toplumsal yapı analizine kalkışan cumhuriyet dönemi sosyologlarının öne attığı bir sav olarak Kemalistler , Cumhuriyet Halk Partisi , ittihat ve Terakki Cemiyeti gibi kurumlar en az Terakkiperver partisi , serbest cumhuriyet fırkası ve demokrat parti , adalet partisi kadar sağcı(rightist) kabul edilmektedir . Bu açıdan bakıldığında ekonomik kalkınmanın itici gücü olarak ulusal burjuvazinin zenginleştirilmesini ve devletin ulusal burjuva kurumları ile kalkınması gerektiğini düşünmüş bir Mustafa Kemal Atatürk karşımıza çıkmaktadır . Devletçi - seçkinci yönetim anlayışının toplumsal hayatta işlerin yürütülmesi için dayattığı ve birçok bakımdan geniş - hareketsiz halk kitleleri ile ara sınıftan (esnaf - tüccar ) kopuk bir sivil ve askeri bürokrat egemenliği elbette marksizmin savunduğu bir şey değildir . Ancak bu noktada devletçi - seçici yöneticelere bir anti tez olarak ortaya çıkan gelenekçi - liberal kurumlar , partiler ve kişiler cumhuriyet tarihimizin kuruluş yıllarından itibaren osmanlı devletinin doğuya ait geleneksel değerlerine ve din eksenli bir geri dönüşüme ihtiyacı zarunlu görmüşler ve devletçi - seçkinci bürokrat kurucuların batıya odaklı laik cumhuriyetçi seçkinci merkezini tedirgin etmişlerdir . Bütün bu gerçekler eşliğinde önermeyi değerlendirdiğimiz takdirde Cumhuriyet tarihimizin ulusal burjuvanın güçlendirilmesi ve batılılaşma hareketleri doğrultusunda uluslararası sermayeye entegrasyon sağlama süreci şeklinde günümüzde de dünya bankası ve imf , avrupa birliği gibi tamamen geleneksel - liberal toplumsal yapı ile devletçi - seçkinci sınıf arasındaki mücadele ile süregelmektedir . Ancak kişisel ve eleştiriye açık olarak bütün bu tarihsel gerçekliklerin karşısında osmanlı devletinden devşirme devlet sistemi yoluyla ve şuursuz batılılaşma çabaları ile oluşturulması engellenmiş bir proleterya sınıfı karşısında asya üretim biçiminin sınırlı yapısında hapsolmuş bir türkiye ekonomisini uluslararası burjuvazi ekonomisi ile rekabet edecek düzeye çıkarmak ve bu doğrultuda adım atmak sosyalist devrimin evrimi açısından Mustafa Kemal'in komünizme bilinçli ya da bilinçsiz yapmış olduğu en büyük katkıdır. bundan sonrası ise iyi örgütlenmiş işçi sınıfının devrimsel mücadelesindeki başarısı ya da başarısızlığı olacaktır .