bugün

üç harften oluşan sımsıcak bir kelime.. söylendiği zaman insanın içinde fırtınalar koparan duyulduğunda insanın birden dikkatini çeken; Bu denli kısa ve öz olup da uğruna her şeyi göze alınan hayattan soğunulan yemeden içmeden kesinilen hatta ölünebilen kaç cümle var ki hayatta.
Eğer aşk mutlak bir sözcük olsaydı yaşanılan bir gerçeği ifade etmemiş olsaydı bizi bu kadar ilgilendirirmiydi?

Aşk genellikle bütün toplumlarda mevcuttur ama renkleri tatları yaşanılma biçimleri farklıdır.
Bunların renklerini birbirinden ayıran ise, bireylerin içerisinde yaşadığı toplumsal, kültürel koşullar, bireylerin yetişme tarzları ve çocukluk yaşantıları, kişilik özellikleri, değerleri ve tercihleridir.
Aşkın yüzyıllar boyunca çeşitli tanımları yapılmıştır. Yapılmaya da devam edilecektir.Yüzyıllarca ressamlar şairler yazarların hep kullandıkları bir kavram olarak süre gelmektedir.Aşk yalnızca sanatın edebiyatın mümkün olarak kıldığı bir konu olmamış felsefede aşk konusunu işlemiştir. Filozofların bazıları aşkı bir varlık olarak ele alıp,aşk nedir; sorusunu yanıtlamaya, onun neliğini ortaya koymaya ve belirlemeye girişmişlerdir.
Bunlardan bazıları makaleler yazmış, bazıları daha kapsamlı çalışmalar yapmıştır.
Schopenhauerin Aşkın Metafiziği, Afşar Timuçin'in Aşkın Diyalektiği, yine yaklaşık olarak aynı kapsamda değerlendirilebilecek olan Alain Finkielkrautun Sevginin Bilgeliği, Herbert Marcuseun Eros ve Uygarlık, Erich Fromun Sevme Sanatı, bu çalışmalardan bazı örnekler olarak sayılabilir.
Bunları yanı sıra bilim adamları psikiyatrlar da aşk üzerine çeşitli araştırmalar yapmış bu giz üzerinde düşünmüş yıllarca insanı derinden etkilemeyi başaran sadece üç harften oluşan bu cümleyi çözmeye anlamaya çalışmışlardır.
ister bilimsel, ister sanatsal, isterse felsefi anlamda ele alınsın, aşkı bir varlık, bir olgu olarak gören ve belirlemeye yönelen her girişimin temelinde, buna girişen bireyin, kendi öznel, deneyimleri ya da deneyimsizlikleri; anlamlandırmaları, yanılsamaları, hayalleri; içerisinde yaşadığı koşullardaki tercihlerini hem kendisi hem de diğerleri nezdinde meşrulaştırma çabaları vardır.
Bu çaba, kendilerinin, yani öznelliklerinin paranteze alındığı, hatta, sanki hiç yokmuş gibi algılanmasına olanak veren genelleşen belirleme ve önermelerde bulur ifadesini... Yapılan tanımlarda daha da belirgindir bu özellik... Bundan dolayı yapılan her genelleme öznelliği aşma yada gizleme çabasıdır.
Çünkü bilinmesini, sorgulanmasını, alenileşmesini istemez kendi yaşantısının...
Arthur Schopenhauer aşkın metafiziği adlı kitabında genel bir bakış atmıştır.