bugün

ilk canım cicim aylarını dışarıda bırakırsak; tüm bir aşk oyunu karşı tarafın size olan bağımlılığının ne düzeyde olduğu test etmeye, diğer bir deyişle elini görmeye dayanır.

rakip oyuncu imkan verdiğinde,her seferinde sınırları bi tık daha genişleterek onun tahammül düzeyinin ne boyutta olduğuna, ne gibi boktan davranışlarınızı sineye çekmeye devam ettiğine dair fikir edinir, bi sonraki turda bi sonraki sınırları test edersiniz. eğer rakip blöfünüzü görür ve ayrılık kartını öne sürerse bir önceki sınırlara çekilir, orayı muhafaza etmeye çalışırsınız.

rakibin koşulsuz şartsız bağlılığına dair bi kanaat edindiğinizde karşınızda eli 2-7 olan bi rakip varmışçasına her el potu artırırsınız, sizin de elinize as papazdır bu arada,

ne zaman ki iş rest çekmeye gelir, işte o zaman kedi yavrusu gibi köşeye sıkışmış olan rakip blöfünüzü görür, blöf olmasının sebebi elinizde as papaz olmasına rağmen ortada henüz bi benzer yakalayamamış olmanızdandır, son elde kartlar açıldığında as ya da papaz gelme ihtimali 2 ya da 7 gelme ihtimali ile aynıdır ancak bu noktadan dönerseniz blöfünüz açığa çıkacaktır,

o yüzden blöfü sürdürürsünüz,

aşk ilişkileri de aynı mantıkta yürür; karşıdakinin elini (duygusal durumunu) tahmin etmeye yönelik sinyalleri okuyup/değerlendirip, bunlara reaksiyonlar oluşturursunuz,

bu yüzden bi aşk oyununun kaybedeni olmak istemiyorsanız; ya blöf yapan taraf olmak ya da blöfleri yiye taraf olmanıza rağmen yer yer bu blöflere rest demek durumundasınızdır.

her iki oyunun da masum bi yanı yoktur, karşıdakinin psikolojisini manipüle etmeye dayanırlar.
her ikisi de karşıdakinin hareketlerini iyi okumayı gerektirdiğinden katıldığım benzetmedir.