bugün

türklerin yüzde 60 i aptaldir lafiyla aklimda kalmis merhum yazar. nedense sohbeti dinlenebilecek sevimli bir dede olarak hayal etmisimdir kendisini.
türk mizah edebiyatının unutulmaz yazarı aziz nesin,yurt dışında ödüller almış yurdumuzda ise cezaevlerinde yatmış. iyi bir gözlemci, türk insanını çok iyi tanıyan eserlerinde, halkın yaşamındaki çarpıklıkları göstermesiyle bazı kesimler tarafından sevilmeyen, kurduğu vakıfla, yurt ve millet sevgisini kanıtlamıştır. kırk yıl evvel yazdığı öyküler bu gün dahi güncelliğini korumakta zevkle okunmaktadır.
Gerçek adı Mehmet Nusret' dir...
soyadı kanunu çıktığında insanların yılmaz , güçlü , kuvvetli , çevik gibi soy isimlerini ve türevlerini seçtikleri için bu önlenemez egoizme hitaben 'nesin' soy ismini tercih etmiştir. bu örnek bile çok zeki bir insan olduğu gerçeğini ispatlamaktadır. bu konuyla alakalı bir çok şehir efsanesi dönmekte ancak en anlaşılır ve mütabık kalınanı budur.
yazdığı romanları kullanılmış kağıtların arkasına yazacak kadar çevreci, konuşurken tükürüklerini saçmayacak şekilde konuşabilen, madımakta beni korkarak ölmüş şekilde akıllarına getirmesinler diye yatakta ölmek isteyen madımak gazisi.
bu ülkedeki insanların %60'ının aptal olduğunu idda eden ama günümüz koşullarında yanıldığı aşikar olan yazarımız.kim bilir aptallık belkide bulaşıcıdır ve bulaşmıştır %80'leri bulmuştur şimdi!
bir zamanlar darüşşafaka lisesinde de okuduğu bilinen yazar.
Gecenin bir zamanı evine gelince
Kilitte duyuyorsan anahtarın sesini
Anla ki yalnızsın

Elektrik düğmesini çevirince
Çıt diye bir ses duyuyorsan
Anla ki yalnızsın

Yatağına yatınca
Yüreğinin sesinden uyuyamıyorsan
Anla ki yalnızsın

Odanda kâğıtlarını kitaplarını
Duyuyorsan zamanın kemirdiğini
Anla ki yalnızsın

Bir ses geçmişlerden
Çağırıyorsa eski günlere
Anla ki yalnızsın

Değerini bilmeden yalnızlığının
Kurtulmak istiyorsan
Kurtulsan da yapayalnızsın

Aziz Nesin - Sesler
gerçek adı mehmet nusret. isimini ve soyadını kendi seçer. babasının adını alır. aziz olur. soyadı olarak nesin'i uygun görür kendine. niye? insanlar ona seslendiğinde kim olduğunu, ne olduğunu düşünsün diye.
bazıları kuran ı ezbere okuyan değil ezbere bilendir. parasız kaldığı yıllarda eski türkçe ve kuran dersleri de vermiştir. ve ayrıca hayatı boyunca hiç insan yakmamıştır.

"
nasıl bittiyse bundan öncekiler
buda biter
bite bite ben de biterim
olur biter
"
Aziz Nesin'den "Kimin Var Ki Senin" harika bir şiiri.

Kimi bekliyorsun hala,
Evinden kitaplarından uzakta mısın
Arada bir telefon et kendine
Kendine mektuplar yaz yanıt beklemeden
Kartlar gönder kendine her gittiğin uzaklardan
Sevgilim diye başlayıp öperim diye biten
Senin senden başka kimin var ki arasın

inince trenden ya da uçaktan yalnızlığın
Sevinçle karşıla yanlızlığını garlarda hava alanlarında
Ayrılışlarda da sarılıp öpüş yanlızlığınla
Ugurla kendi kendini dönüşsüz yolculuklara
Bekle kendini uzak yolculuklardan dönersin diye
Senin senden başka kimin var ki beklesin

içki masalarında bir başına mısın
Kendinleysen yetmelisin kendine
Çoğaltıp yanlızlığını konuş bir çok kendinle
Kaldır içki bardağını kendi şerefine
Ağlaşarak gülüşerek tartışarak kendile
Senin senden başka kimin var ki bulasın

Düşmanlarının saldırılarından yuvarlandıkça yerlere
Tutup kendi saçlarından kaldır kendini
Seni sana bildirecek kimsen yok başka kendinden
Ölünce senin bile haberin olmayacak öldüğünden
Haber ver kendine ki öldüğünü bilesin
Kimin var ki senin sana öldüğünü söylesin

Kendi kendinin hem konuğu hem ev sahibisin
Zamanın varken ağırla kendini sarılıp öperek
Biliyorsun nasıl olsa yakın o gelecek
Kimileri diyecek
Daha şimdiden sev kendini sev kendini SEVVVV
Kimin var ki senin seni senden başka sevecek..
(bkz: benim kabem insandır)
hem hafız hem de ateisttir
ya zamanından cok erken gelirim
dünyaya geldiğim gibi
ya zamanından cok gec
seni bu yasta sevdigim gibi
mutluluga hep gec kalırım
hep erken giderim mutsuzluga
ya her sey bitmiştir coktan
ya hicbir sey baslamamıs
öyle bi zamanına geldim ki yasamın
ölüme erken sevgiye gec
yine gecikmişim bagısla sevgilim
sevgiye on kala ölüme bes...
şimdiki çocuklar harika adlı eserini ilk okuduğumda * gülmekten karyoladan düşmeme sebebiyet veren türk mizahının en büyük ustası.*
"yaşar ne yaşar ne yaşamaz" adlı eserinde, zamanın çarpık düzenini, kara mizah ile gün gibi ortaya koymuş yazar.
eli öpülesi, fikirleri altın kadar değerli, yakılmaya çalışan, aydın oğlu aydın yazarımız.
"O denli o denli çok beklettin
Alıştırdın bekletmeye kendini
Çok zamanlar geçti de geldin
Senden çok seviyorum senin özlemeni."

aziz nesin - özlem
'' içimde bir merak öyle bir merak
ölümümden bir ay sonra bir güncük yaşamak
ve dostu düşmanı
suçüstü yakalamak''
"Güz sabahı buğusunda bir salkım üzüm mü avuçlarımdaki ne?
Ayışığı yansıyor yüzüne.
Ben böyle bulutsu yüzü, ben böyle ışıksı yüzü
bir on yedi yaşındakinde gördüm,
bir de şimdi düşümde." *
dizelerinde, elini attığı her işte olduğu gibi şairlikte de ustalığını göstermiş yazar.
(bkz: eli öpülesi mübarek insan)
http://www.youtube.com/watch?v=Gz4jarIe_5k&NR=1
Yazdığı eserler kaliteli olabilir. Bence sosyalizmi yalnış anlamış biridir. Yaşam boyunca pişman olmuşsada bunu açıklayamamış kendine yedirememiştir. Sonu da pek hayırlı değildir zaten. Yazdıkları hariç gerisi gereksiz birisidir.
"Türk halkının yüzde 60'ı aptaldır" önermesine sahip yazar. acaba bu yüzde 60'lık kesime kendi de dahil miydi hep merak etmişimdir. keşke yaşıyor olsaydı da sorabilseydim.
Özlediğim hırçın Aziz Nesin

Aziz Nesin'i tanıdığımda takvimler 1945'i gösteriyordu. Liseyi bitirmeme daha bir yıl vardı. Hafta sonlarında yazdığım ufak tefek yazıları ismayil Hakkı Baltacıoğlu'nun Yeni Adam dergisine götürürdüm. Derginin günlük yöneticisi Mahmut Yurter'di. Haftada bir de olsa, Babıali'de 2 odalı bir dergi yönetimevine gidip gelmenin paha biçilmez bir mutluluğu vardı içimde. Hele yazımın yayınlandığı haftalarda...

Yeni Adam'ın Baltacıoğlu'ndan başka 3 sürekli yazarı daha vardı: Resai Eriş, Enver Naci Gökşen, Suphi Nuri ileri...

Resai Eriş, içi zeka bobinli paradoksal eleştiriler yapardı, örneğin Orhan Seyfi'nin Gazi'nin ölümünde yazdığı mersiyedeki: "Büyüyor gitgide gözlerden uzaklaştıkça" dizesinin fizik yasalarına aykırı düştüğünü yazardı.

Bir hafta sonunda Aziz Nesin'e rastlamıştım Yeni Adam'da. Küçücük boylu ve aşırı ciddiydi. Bana Cemal Nadir'in Üsküdar Halkevindeki konferansına gitmeyi önermişti. Birlikte Köprü'ye yürümüş ve Üsküdar vapuruna binmiştik. ilk kez gidiyordum bir konferans dinlemeye...

* * *

Aziz'le geçinmek kolay değildi. Sanırım benimle de geçinmek kolay değildi. Arz yuvarlağı coğrafyasına benzeyen yüksek doruklar ve derin uçurumlarla dolu yarım yüzyıllık bir dostluk süresince bilmiyorum kaç kez küsüşüp, kaç kez barıştık..

Benim klasik bir eğitimden geçmiş olmam, ailem ve çevre ilişkilerim Aziz'in gözünde solculuk açısından eksi yönlerimdi. Ayrıca nerdeyse tüm başka yazarlar gibi, ben de kötü bir yazardım. Bunları bazen yazardı da..

Ve derken sorgulanmak için arandığı bir sırada pat diye Ankara'ya gelir bizim eve sererdi postu. Kerime'ciğin kırk yılda bir kuaföre gitmesini de, bir burjuva yozlaşması olarak eleştirirdi.

Sert tartışmalar çıkardı aramızda. Ama birbirimizden de kopamazdık. Olmadık bir günde telefonu açar, ya hayatı üstüne çekilecek bir belgeselde anlatıcı olmamı ister, ya sol bir mitinge birlikte katılmamızı önerirdi.

* * *

Aziz'e göre solcu olup olmamak, namuslu olup olmamakla kancalıydı. Hani nerdeyse herkes namuslu olsa, solcu olmayan kimse kalmayacaktı dünyada..

Ben ise "sol"un "değişimcilik" olduğunu anlatmaya çalışırdım. Ve değişimin de bir Kozmos yasası olduğunu... Kol gücünü enerji kaynağı olarak kullananların, durumlarından hoşnut oldukları için "statükonun değişmesinden" yana elbet çıkmayacaklarını ve kol gücünün yerini alacak yeni enerji kaynakları bulma amacıyla "kar rantabilitesini" bozmayacaklarını söylerdim.

* * *

işçi sınıfının, durağanlıktan yana olan burjuva sınıfına karşı hareketlenmesi, "değişimin" sürekliliğini sağlamak için gerekli bir Kozmos dialektiğiydi... Ve bu sınıf çatışmasının, göreceli ve metafizik bir kavram olan "etik" ile hiçbir ilişkisi yoktu.

Marx'ın, ütopyacı Fransız sosyalistlerine karşı, Kozmos dialektiğine uygun olarak Arz yuvarlağı üstündeki insan toplumlarının da ister istemez değişmek zorunda olduğunu saptaması ve bu "önlenemez değişim" saptamasına "bilimsel sosyalizm" damgasını vurması bundandı..

Yoksa sorun sadece işçi sınıfından yana olmak ve onların yoksulluğunu ön plana çıkaran bir edebiyatı sol edebiyat saymaktan ibaret değildi. Yeni enerji kaynakları, kol gücünün yerini aldığında "monist" bir değişimcilik olan "sol" kavramı, iflas mı etmiş olacaktı?

* * *

Marx, kol gücünü enerji kaynağı olarak kullanma gereksinmesinden doğan "insanın insanı sömürme" dönemi ile ondan sonraki dönemi "Antagonist dönem", "non-antagonist dönem" diye ikiye ayırmıştı; yani "uzlaşmasız çelişi dönemi", "uzlaşmalı çelişi dönemi"...

Kozmos'la birlikte Arz yuvarlağını da kapsayan sürekli değişimin bilincinde olmak ve bu nedenle de "statükoculuğu" kıracak potansiyel güçlerle bütünleşmek, "monizm"in sadece bizim kuşağımıza rastlamış politik bir karesiydi. Monizm'i salt bu politik karenin içine hapsetmenin ve bu kareyi aşılamaz sanmanın Marksizm'le uzaktan yakından bir ilişkisi yoktu.

* * *

Aziz bu tür derinleşmelere pek kulak asmazdı. Hoş, benim kuşağımın ateşli solcuları da Markx'dan çok Lenin'le ilgiliydiler. Yani "Bilimsel sosyalizm"in, işçi sınıfının "statükoyu" yıkması için gerekli sınıfsal kavgasıyla...

Yeni enerji kaynaklarıyla eski statüko bozulduğunda, "değişimciliğin, yani solun" işlevi ne olacak sorusuna, Avrupa'nın "Yeni Sol'u" yeni yeni yanıt aramaya başladı.

* * *

Aziz'i özlüyorum. Bir gün tekrar buluştuğumuzda, bir yandan ortak kahkahalar, bir yandan dediğim dedik inatlaşmalarıyla, küse barışa dolaşır gideriz gibime gelir sonsuzlukta...

çetin altan
güncel Önemli Başlıklar