bugün

söykü dergisi sayı 8 ateş için yazılmıştır.

*-*-*-*-*

-Sen hiç yandın mı? diye sordu kadın. Yüzündeki çizgiler hiç söylemediklerini de haykırıyor gibiydi. Sustu adam. Yere bakıyordu sadece. Alnındaki teri sildi önce. Baş edemedi sonra, cebindeki beyaz mendili çıkardı. Kadın, sorduğu sorunun arkasında dimdik dururken, adam onun ateşinde terliyordu resmen.

-Teyze, anlıyorum halini ama...
-Anlayamazsın. Beni ancak ben gibi yanan anlar.

Elindeki mendili katlayıp pantolonunun cebine soktu adam. Annesi görse kızardı kesin, kirlenmiş mendili cebine koydu diye. Bu köhne evde annesini -bir anlık da olsa- düşünmek iyi gelmişti nedense. insan annesini düşündükçe çocuk gibi sevinebilirdi. Yaşı ne olursa olsun, herkes annesinin asla büyümeyecek bebeğiydi.

-Beni ancak ben gibi yanan anlar.

Kadın az önceki cümlesini yineledi. Sanki hayatı bu bir cümleden ibaretti. Adam annesinin hayali kokusuyla sarhoş olmaya hazırken tam da, kadının mırıldanmasıyla kendine gelmişti. Annesini özlediğini hissetti. içi yandı. Kim bilir kaç anne, çocuğunu özlemekteydi şimdi. Ve kim bilir kaçının çocuğu, bir daha asla dönmeyecekti.

Bir şeyler söylemek için derin bir nefes aldı. Oda öylesine sessizdi ki yutkunma sesleri bile duvarda yankılanıyordu sanki. Adamın nefesi kadına çarptı. Kadın, nefes alan herkesten nefret ediyormuşçasına adama baktı ve başındaki örtüyü çıkarıp konuşmaya başladı:

-Annen sağ mı?
-Allah uzun ömürler versin teyze, sağ.
-Senin ne yaptığından haberdar mı?
-Biz bu davaya baş koyduk teyze. Ama korkuyor tabii haliyle.
-Vurulursun diye değil mi?
-Evet teyze, vurulurum diye.

Az önce saçlarından ayırdığı örtüyü sıktı ellerinde kadın. Yüreğinden taşmakta olan acı, gözlerine kadar dayanmıştı. Kendini bir bıraksa boğulurdu gözyaşlarında. Örtüyü sıktı, bütün gücüyle karşı koydu gözlerindeki acıya.

-Benim yavrum vuruldu.

Adamın alnındaki ter soğumaya başladı bu cümleden sonra. Şimdi terlemiyor, donuyordu adeta. Gözlerini kapattı, çünkü gözleri açık olsaydı kadının gözlerine bakmak zorunda kalacaktı. Karşısında duran bir anneydi nihayetinde. Ve oğlunun hesabını sormak için hazırlanmaktaydı her haliyle.

-Ben onu vurmasam, o beni vuracaktı teyze.

Son bir gayretle savundu kendini adam. Bu bir seçimdi, iki anneden biri yanacaktı illa ki. Sevinen onun annesi olmuştu bugün, yarının ne getireceğini kim bilebilirdi ki?

-Murat'ımın doğduğu gün bayram günüydü bizim burada, diye başladı kadın anlatmaya. Babası kurbanlar kesti erkek evlat yoluna. iyiydi hoştu benim adam ama erkek diye diye deliye döndüydü. Allah yüzümüze baktı, Murat'ı verdi kollarıma. O gün onun minicik suretine baktım ve dua ettim içimden. Dua ettim, hem de ne dua...

Adam gözlerini iri iri açmıştı şimdi. Murat mıydı öldürdüğü gencin adı yani? Kardeşinin adı da Murat'tı ve onun canı gibiydi. O okusun, büyük adam olsun, kurşunlar arasında değil kalemle kağıtla hakkını arasın diye nasıl da feda etmişti her şeyini. Murat... Murat ismi onun için çok kıymetliydi. Kader ona, bir oyun oynuyordu belli ki.

-Ne diye dua ettin teyze?
-Rabbim, dedim. Kucağıma verdiğin bu sabiyi öyle bir yiğit yap ki senin yolunda, vatanı milleti yolunda korkusuzca savaşsın. Ama ne olur, tüm kötülüklerden koru onu. Acısını bizlere yaşatma.

Kadın da adam da sustu bu cümleden sonra.

Adam bir duayı paramparça edişini düşünüyordu. Kadın kabul edilmeyen duasına bir suçlu arıyordu.

Adam nasıl bir katildi ki bir annenin duasıyla savaşıyor ve o duayı haklıyordu? Kadın nasıl beceriksizce bir dua etmişti ki elin vicdansızına karşı oğlunu koruyamıyordu?

iç savaş, şimdi iki ayrı yürekteydi. insanın kendiyle verdiği savaş, en kanlısı idi.

-Dualarımdan ne istedin be çocuk?

Adamla kadının yüzleşme zamanı gelmişti. Kadın hesap soracaktı şimdi, adam savunacaktı kendini. Yahut belki de yeni bir savaş çıkacaktı bu evde, duvarlar arasında kalacaktı her ikisi de.

-Ben... Halkımın hakları için...
-Senin halkının hakları benim oğlumun şehit düşmesine mi bağlıydı?
-Sen sadece kendi oğlun açısından bakıyorsun teyze!
-Benim oğlum mu engel oldu sizin haklarınıza?
-Hayır ama...
-Şehit düşen diğer çocuklar mı engel oldu? Biz mi engel olduk?
-Savaş bu teyze, kişisel bakamam ki.
-Kişisel bak çocuk! Murat açısından bak, Murat'ın anası açısından bak. Yetmedi mi Mehmet açısından, onun anası açısından bak. Ali açısından, Ali'nin anası açısından... Kişisel bak, yanan her yüreğe dikkatlice bir bak!
-Ben de ölebilirim bugün yarın, sadece sizin çocuklarınız ölmüyor ki!
-O zaman bir de kendi annen açısından bak. Yanmaz mı alev alev yokluğunun ateşinde?
-Yanmaz mı hiç teyze...
-Yanar tabii ya. Biz gibi yanar elbet bir gün o da.
-Deme öyle teyze.
-Ölümün adı bile soğuk be çocuk. Ölümün düşüncesi bile alev alev. Sen düşünmekten korkuyorsun, ben içinde yaşıyorum. Nasıl yanıyorum, nasıl kül oluyorum! Yarın öbür gün aynı yangın annenin de yüreğine düşecek. Kimse kimsenin hakkını alamayacak, koca bir ülke yanan annelerin eline kalacak. O zaman, mücadeleniz başarılı olmuş olacak mı?

Adam hıçkırıklara boğulmuştu. Kadının başı dikti, sırtındaki kamburluğa rağmen eğilmeden duruyordu. Şehit annesi olmak hem koca bir acıydı, hem de içinde gizli bir gururu saklardı. Kadının saklayacak bir şeyi yoktu şimdi. Acısını da haykırıyordu, haklılığını da... Adam ağlıyordu, kadın yanıyordu alevler arasında.

-Yaşın kaç?
-25 teyze.
-Çocuk sayılırsın sen de işte. Murat'ım 20'sinde girdi kara toprağın içine.
-Ben...
-Sen aldandın çocuk. Aynı toprakların insanı olduğumuzu unutup aldandın. Uğruna savaştığın hakların sandın, yanıldın. Kardeşi kardeşe kırdıranların maşası oldun, oğlumu harcadın. Oysa şimdi size, bizi düşman gösterenlere karşı yıllar önce sırt sırta savaşmadık mı?
-Teyze...
-Murat'ım gidince bitecek olsaydı bu savaş, tek damla gözyaşı dökmezdim inan. Seni şuracıkta boğunca galip gelecek olsaydı barış, tek cümle kurdurmazdım sana, söndürürdüm nefesini. Ama istenen de bu ya zaten; sen Murat'ımı öldür, ben seni öldüreyim. Aynı toprağın insanları düşman olsun birbirine.

Adamın hıçkırıkları durmaz olmuştu bir yerden sonra. Kadının suskunluğu uzadıkça adam büyük yükler altında kalıyordu adeta. Omzunda taşıdığı silahlardan daha ağırdı vicdan azapları. Sahi, bunca zaman neden hiç kişisel bakmamıştı? Neden canını aldığı hiçbir gencin ardında ağlayan annesi gelmemişti aklına? Oysa her gün kendi annesini düşünürdü. Fırsat buldukça onun yanına gider, ona doyasıya sarılırdı. Silahından çıkan her kurşunda evladının kokusundan etmişti bir anneyi daha. Bunu düşünmek için bir Murat mı öldürmesi lazımdı illa?

-Affet beni teyze, diye inledi biraz sonra.

Hangi af yüklerini hafifletebilirdi ki bundan sonra?

-Allah affetsin seni çocuk, vatan affetsin.
-Sen de affet teyze. Bebeğini aldım kollarından. Affet...
-Benim bebeğim vatanımın kollarında uyumakta. Bugün yarın ben de giderim yanına, huzur bulurum. Ama çocuk sen... Sen öldüğünde bu vatan toprağı kabul eder mi seni koynuna? Yatacak yer bulabilir misin huzurla? Seni bize karşı kışkırtanlar sahip çıkarlar mı anneciğinin acısına?
-Affet teyze. Affet, Allah aşkına...

Kadın da ağlamaya başlamıştı biraz sonra. Önünde ağlayan, yalvaran da bir ana kuzusuydu sonuçta. Bu ülkenin evladıydı o da. Sırt sırta sahip çıkılan vatanın bir parçasıydı zamanında. Ve çocuktu her şeyden önce. Gencecik bir yürekti. Aldanmış, aldatılmış, yanlışa düşmüş... Ve öte yandan katiliydi Murat'ının. Canını almıştı o, 20'lik ciğer parçasının.

insan katilini affeder mi bin pişman olsa da?

Kanlı ellerini tutar mı yüreği parçalansa da?

içindeki soruları susturamazdı belki ama bir anne olarak kıyamazdı hiçbir çocuğun ağlamasına.

-Ellerini yıka çocuk.

Adam dizlerinin üstüne çökmüş ağlarken kadının önünde fark etti ki daha ılık çıkıyordu kadının sesi. Kadının dediğini yaptı, çeşmenin altına soktu ellerini ve saatlerce yıkadı. Belki de günlerce sürmüştü ellerindeki kanı akıtması. Kadın adamın ellerinden akan kana baktı, adam Murat'ın kanından utandı.

*

-Adın ne senin?
-Nazım.
-Hayırdır Nazım, ne işin var burada?
-Pişmanım. Cezam neyse çekmek istiyorum.
-Pişmanlık yasası diye bir şey çıktı şimdi, ondan yararlanırsın.
-Nasıl?
-Kendin teslim oldun diye salarlar seni halkın içine. Ah adaletsiz dünya! Seni şimdi şuracıkta boğmak vardı ya...
-Ben o yasadan yararlanmak istemiyorum. Cezamı çekeyim istiyorum.
-Allah Allah! Oğlum hapishane dağdan daha konforlu sanıyorsan yanılıyorsun.
-Laf olsun diye değil, gerçekten pişmanım komutan.
-Niye, güneş mi geçti başına? Dağda gencecik çocukları avlarken neredeydi aklın?
-Geçen hafta şehit edilen asker vardı ya...
-Murat... Gencecik aslan parçası...
-Onu ben vurdum.
-Madalya mı istiyorsun lan!
-Dün gece anası girdi rüyama. Ben Murat'ı bir öldürdüm, rüyası beni bin öldürdü. Bütün gece ellerimi yıkattı Murat'ın annesi bana. Elimi yıkadıkça kan damladı, elimi yıkadıkça daha çok kanadı. Bu eller, kardeşlerimin kanına bulandı komutan.
-Kardeşlerinin kanı tabii ya...
-Benim de bir kardeşim var, onun da adı Murat. Uyanınca dedim ki kendime, isimlerimiz bile aynı, yaşadığımız topraklar aynı. Biz kardeş değiliz de neyiz? Kaderin cilvesine bak ki canını aldığım gencin adı, kardeşiminkiyle aynı. Bu bana, gün gelip Murat'ımın da aynı savaşa kurban gideceğini, anamın da benim ardımdan yas tutacağını hatırlattı.
-Peki Murat'ın anası... Affetti mi seni?
-Ellerimi yıkadıktan sonra sarıldı bana. Sabaha kadar Murat'ın anasına sarılıp ağladım komutan. O beni Murat'ının yerine koydu, ben onu anamın yerine... Evlat acısını ben de yaşadım onunla birlikte. Bin pişmanım. Şu yasadan yararlandırma beni, ne lazımsa yap. Cezamı çekeyim komutan.
-Bu yasadan yararlanman için ne gerekiyorsa yapacağım bilmiş ol. Çünkü gerçek pişmanlık, seninkisi.

*
Nazım, yeni Murat'lar ölmesin diye teslim olduktan bir süre sonra pişmanlık yasası'ndan yararlanıp salıverildi. Lakin o, kendi içindeki zindanda yaşamaya devam edecekti. Ellerini ne zaman yıkasa gördüğü rüya geldi aklına. Ellerini ne zaman yıkasa kan damlıyordu sadece onun görebildiği kırmızılıkta.

Vicdanına olan borcunu ödemek için okuttu kardeşini. Şehit Murat'ı geri getiremezdi ama bir başka Murat'ı terör illetinden koruyabilirdi. Hiçbir Murat ölümü genç yaşında hak etmezdi çünkü. Hiçbir anne, evlat acısını kaldıracak kadar güçlü olmak zorunda değildi.

Şehit er Murat Yıldırım'ın mezarı başında bir ateş yanmaktadır hâlâ. Murat'ın anasının yüreğine düşen ateş, diğer şehit annelerinin acısından farksız değildi asla. Kardeş kardeşi katlederken ve bunu haklı bir mücadele sanarken annelere oluyordu olan aslında. Ve gencecik vatan evlatlarına...

Murat da bu vatanın evladıydı oysa, Nazım da...

Aynı topraklarda yetişmiş, aynı ateşte yanmışlardı her defasında.
''Aynı topraklarda yetişmiş, aynı ateşte yanmışlardı her defasında'' bu vicdana ve ana yüreğinin bitmez evlat acısına derinden dokunan öykünün temel cümlesi bence.

yazarımızın dili, kullandığı bazı tasvirler oldukça etkili, derinlikli ve yer yer şiirsel:

--spoiler--
Adam bir duayı paramparça edişini düşünüyordu. Kadın kabul edilmeyen duasına bir suçlu arıyordu.

Adam nasıl bir katildi ki bir annenin duasıyla savaşıyor ve o duayı haklıyordu? Kadın nasıl beceriksizce bir dua etmişti ki elin vicdansızına karşı oğlunu koruyamıyordu?

iç savaş, şimdi iki ayrı yürekteydi. insanın kendiyle verdiği savaş, en kanlısı idi.

--spoiler--

kadının yürek yangını ve adamın pişmanlığı okuyucuya direk geçmekte.

öyküyle ilgili bir teknik bir de anlamsal derinlik açısından iki pürüz var ya da başka bir deyişle boşlukta kalmış iki nokta var.

ilki olayın, yani ana ile adamın diyaloğunun başladığı mekan verilmemiş. eğer yazarın bu mekanı belirtmemesinin özel bir nedeni yoksa özellikle o mekan tarifsiz, o diyalog mekansız bırakılmamışsa; bu teknik bir noksan. çünkü bu konuşma neticesinde adam teslim oluyor yani aklımıza jandarmada geçen bir diyalog olduğu da bu yüzden gelemiyor malesef.
ama tabi bu noksan es geçilebilir cinsten, öykünün ruhunu zedelemiyor.

ancak asıl noksan, böyle etkli cümleler kurabilen bir yazarın; hele şu cümlesinden sonra:



--spoiler--
Aynı toprakların insanı olduğumuzu unutup aldandın. Uğruna savaştığın hakların sandın, yanıldın. Kardeşi kardeşe kırdıranların maşası oldun, oğlumu harcadın. Oysa şimdi size, bizi düşman gösterenlere karşı yıllar önce sırt sırta savaşmadık mı?
--spoiler--
dedikten sonra; terörün emperyalistlerce desteklendiğini, kürtçe bile konuşamayan ele başlarını, koynunda haçla vurulan ak sakallı ama adı samuel, paul olan provakatör ajanları hiç olmadı öykünün en temel cümlesinde anlattığı; ''aynı ateşte yanmanın'' yani yoksulluk, cehalet ve hor görülmüşlük ateşinde yanmanın ortak kader olmasının asıl nedeni olan tüm dünyada hakim olan ve bu ülkede de tezahür eden sömürü düzenini; açların, yoksulların ölümle bile eşitlenemeyen toplumsal sınıfsızlığını anlatsa, veya bir iki cümle ile okuyucuda yarattığı bu yürek yangınını maşadan sonra asıl büyük hedefe yöneltse, toplumsal anlamda çok ama çok başarılı olacak bir ses olabilirdi.

ve teslim olan adamın vicdanı pişmanlığı büyük bir aydınlanma ile bilince dönüşebilirdi.

yazarımızın etkli ve yüreğe dokunan kaleminin hep coşkuyla yazması dileğiyle...

teşekkürler pinkwaterdrop