bugün

annelerin ara sıra sergiledikleri karşı konulamaz, önüne geçilemez, muazzam gücüdür.
şöyle bir örnekle açıklayayım ki neyden bahsettiğimiz tam olarak belli olsun.
dayımlar geçenlerde misafirliğe gelmişti. yengem, kuzenlerim, biz falan güzel bir ortam var. lakin valide sultan kendini biraz rahatsız, halsiz hissetmekte, mutfakta yengemle beraber yemek hazırlamaktadırlar.

o ara ben dayım babam ülke meselelerine, teker teker, rekor sürede, çare bulmakta, darbelerin önüne geçmekte, israili haritadan silmekte, pkknın kökünü kazımakta, politikacılara dürüstlük dersi vermekteyiz. ama bunlarla yetinmeyip spora da el atıyoruz. galatasaray ile fenerbahçeyi şampiyonlar ligi finaline çıkarıyoruz falan. tabi bu kadar mühim meseleyi bu kadar kısa sürede çözmek baya bir efor sarfetmemize neden oldu. acıktık yani. babam az önceki devlet başkanı havasını üzerinden atamadan mutfağa seslendi; ki keşke yapmasaydı. bu kadar elim sonuçlar doğuracağını bilse yapmazdı zaten. ama işte insan ne yaparsa kendine yapıyor. ''yemekler daha hazır olmadı mı?'' yengem cevap verdi ''birazdan hazır olacak enişte'' meğersem o ara annemin başı falan dönmüş yengem onunla ilgileniyor.

neyse babam ve dayım ''ya eskiler böyle miydi, bizim annelerimiz şöyle maharattı. vay efendim biz yapsak daha hızlı olurdu vs. vs. vs.'' çirkinleşmeye başladılar yani. ve sözlük yazarları, kıymetli hazirun inan ki acıkmış bir devlet başkanının ekşimesinden daha çirkin bir şeyi zor görürsün. böyle laf atmalar, şikayetler devam ederken valide sultan bir anda odaya girer ve onunla beraber bir güç odayı doldurur.

sahneyi benzetmek gerekirse the lord of the rings üçlemesinin ilki olan the fellowship of the ring filminin başında bilbo, gandalf'ı yüzüğü kendisi için istemekle suçladığında gandalf'ın öfkelendiği sahneye benzemektedir. yahut galadriel'in yüzük ihtirası ile imtihan edilmesi sahnesi de olabilir. ama sesi kesinlikle galadriel'in o sahnedeki sesine benziyordu.
tabi biz bir sorun olduğunu anladık. çünkü dışarıdaki güneş bir anda kaybolmuş ve hava kara bulutlarla kaplanmıştı, dışardan gelen sesler kesilmiş, top oynayan çocuklar, öten kuşlar, çiçekten çiçeğe koşan, siki taşağına denk yaşayan (bu iğrenç benzetmeyi, ikilemeyi artık herneyse onu niye yazdım bilmiyorum) böcekler falan hep susmuştu. ve konuşmaya başladı.
yine bir film sahnesi ile durumu açıklamaya çalışayım saving private ryan filminin başında normandiya çıkarması sırasında gemilerden çıkan askerlere ağır makineli ile saldırıyorlar, saydırıyorlar ya. hah işte tam onun gibi. kaçamıyoruz. sıkıştık. gidilecek tek yön ileri. sürekli ateş edilmekte. acil yardım sinyali de gönderemiyoruz. neyse efendim ''ben içerde kıvranayım siz burda laf ebeliği yapın, konuşmak kolay gelin biraz da siz uğraşın'' gibi mermilerden kaçmaya kurtulmaya çalışıyoruz ama mümkünatı yok.
valide sultan bir anda uçan hollandalının kaptanı davy jonesun tayfasına emirler yağdırması gibi komutlar yağdırmaya başladı bize ve inanır mısın az önceki, allah'ın insanlara bir lütuf, bir nimet olarak gönderdiği dünya liderlerinden hiçbirinin emaresi kalmadı. ''sen git fasulyeleri ayıkla'' ''sen markete hemen. şunları şunları alacaksın'' ''sen git soğan, domates doğra''. bir ses, bir harf dahi çıkaramadık sevgili, değerli hazirun. en son kendime baktığımda babam ve dayımla beraber ''bu fasulya iki buçuk liraaaa'' diye taze fasulye ayıklıyordum.

düzeltme: ulan ben hep iki buçuk lira diye söylüyordum onu. yedi buçukmuş aslında. bu fasulyaaa yedi buçuk liraaa
(bkz: terliğin gücü)