bugün

"Annelerin altın günü yapma sevdası ve çocuklar üstündeki etkisi". Ahan da başlık bu. 13 karakter daha uzun dedi. Kırptık. Nahhh, Böyle şeyy gibi kaldı ortada. Çok anlamsız ama deme kalbini kırarım.

Hiç altın gününe gittin mi bilmem. Ama hala varsa yapan bu olayı, bi kere katıl kardeşim. Ama şimdilerde ki gibi olan kebapçıda yapılanlara değil; olmazsa olmazı, kısır, limonlu kek, çay ve dedikodunun tavan yaptığı geriye kalan her şeyin, fasa-fiso olduğu evde yapılan altın günlerine iştirak et.

Et ve bırak eğlencenin akarına kendini. Elbet suların durulduğu yerde kendine geleceksin. Ve o zaman çözeceksin 90 lı yıllarda annesiyle güne giden bi kız arkadaşının sana garip gelen hareketlerinin anlamını.
Ben çok gittim anamla, hatta o günler şekil verdi benim hayatıma az çok. O altın günleri inan bana senin hayatın derslerini bir bir aldığın yerler.

Yıllarca; ahha ha hayttt ayol ben kocamin takimlarini tutuyorum tadında espri yapan annelerin dizinin dibinde büyüdüğünü düşün. Takım ne diye sorduğunda az biraz yırtık olan herhangi bi mahalle sakininden, "kızların kutusu varya hani, ha erkeklerinki de o'nun kedinin alıp kaçtığı hali canım" cevaplarını aldım ben. Az çok bu yüzden argo oluşum. Yıllarca kızlarda kutu olur, erkeklerin kutusunu da kediler kaçırdı diyerek büyüttüler lan bizi. o zamanlarda "ver lan abimin kutusunu" diye koştum kedilerin peşinden. Hala da sevmem ben kedileri.

Misal çocuk da doğurmam derim ben. Doğurmam abi. Neriman teyzenin oğlu ters dönmüştü de kordonu bağlanmıştı boynuna, keza mete desen vakumla doğmuştu sonra çok afadersin ama ( bu da en sevdiğim anne lafı. Çok afedersin ama... Affetmem dediğini düşün) k.çına kadar yırtılmıştı da içli dışlı 21 dikişi vardı reyhan teyzenin.

Ve ne zaman dedikodu yapmak istesem biriyle, ya da bu tarz konular açılsa, o eldeki kahve fincanını ya da içinde taze demlenmiş, süzülmüş, tek şekerli olan ve bitabii ince belli bardaki çayımı bırakılırken fiskosun üstüne, yanımdakinin koluna yapışıp 4.5 şiddetinde deprem uygularım. Deep impact olayına girip kolu morartana kadar sarsarım. Baktım kadın benim heyecanla anlatacağım dedikoduya oralı değil bu sefer çenesinden tutar bana bakmasını sağlarım. Yaparım dedikodumu, der ve korum.

Ne zaman içeriye bi çocuk girip, "anneeee ben de kısır yiyecem" deyuuu zırlasa, "ayyyy çocuklar kısır mı yermiş kısır olursun" der, ya da kahve içmek için inat etse zamanında bana yapılanları yapmaktan haz duyarım. Sonra esprime çok pis güler yere yığılırım. ( sahi lan her bu lafı duydugumda bu lafı diyen teyze pis gülerdi. deli galiba)

"Şiştttt çok ayıp. çocuklar kahve içmez çocuğun zenci olur maazallah. hahahaha haha"

"ayyy kız geçen ne oldu bak bi" lafıyla başlarım anlatmaya ve elbet "gelsin yüzüne de söylerim, ondan mı korkacam ayol" girişiyle başladığım dedikoduma. Nasıl ki kisirsiz altin gunu yapan ev hanimi olmaz aha bunları yapmadan yaşayan bi ev hanımı da olmaz kardeşim. idda ediyorum olmamalı.

Misal bu entry'i de annemlerden gördüğüm bi oturma tarzıyla yazıyorum. Dizler ve ayak bilekleri bitişik, yere 45 derece eğimle tam bi hanımefendi şeklindeyim.

Ha bi de eğer ki bi gün birinden "tühhh altın da bugün düştü" lafını duyarsanız bilin ki o gün benim anam altın günü yapmıştır. Şet fak altın hep düşerdi lan...

Sevgilinin, altın günü kızı mı değil mi olduğunu öğrenmek için tak devran çağlar kasetini (hala kaset var mı lan) ve otur izle. Eğer ki o kız, beline bi tülbent bağlayıp arasına da çay bardaklarını sıkıştırıyor, sıkıştırdığı çay bardaklarının içine de çay kaşığı koyup oynuyorsa o da bizden kardeşim. Allah kolaylık versin.

Yaparız yani. Alışkanlık. Biz büyüklerden öyle gördük...
günler, hatta haftalar öncesinden evi etkisi altına alan altın günü olayı en az ev sahibi anne kadar çocukların hayatınıda etkiler.şöyle ki; dip bucak temizlik başlar, o günden sonra evin tertip, düzenine karşı yaptığınız her haraket anne tarafından terör saldırısı kadar büyütülür. sanki sanırsınız tüm dünta firstadyleri sizin evde kabul edilecek.ikramlar için yapılan hazırlıklar süresince, tüm isyanlara rağmen ikide bir bakkala, markete gönderilirsiniz, emeğinize karşılık, mis kokulu kekler ve kurabiyelerin şekli bozuk ve tepsi kıyısında kalan kısımları reva görülür. kapı zilinin çalmasını takiben, tam da aha eğlence başladı diye düşünürken, terbiyeniz bozulmasın diye evden uzaklaştırılırsınız. madem terbiye bozan bir ortam, neden düzenlenir ki, nedir terbiyeyi bozacak olan, el kadar sabi iken beyninizdeki kıvrımları oluşturmaya başlar felsefeye ilk adımlarınızı atarsınız. 15-16 yaştan itibaren servise yardımcı olmanız için evden uzaklaştırılmak yerine cebren kapı dışarı çıkmanız engellenir. bu kadar gürültülü ve parfüm kokan bir ortam hayal ettiğinizin bile dışındadır. odaya girip çıkarken muhabbetlerin bir kısmını duyar, geri kalanında boşlukları doldurursunuz. küçük şehrin tüm sırları artık sizindir.
kız çocuklarda belki güzel(?) bir tecrübe etkisi vardır fakat erkek çocuklarında aynı etkiyi varsayamayız.
erkek çocukta 3 çeşit etkisi vardır. bunun üçe bölünme sebebi çocuğun zeka ve yapısına bağlı olarak gruplanır.

1- mal oğlan:
oğlumuz maldır. kadınların ne konuştuğunun hiç farkında değildir. o eline verilen oyuncakla ayrı dünyalara gitmiş. annesinin ağzına sokuşturduğu böreği, soğuk suyla ılıştırılmış çayla birlikte geviş getirmekle meşguldür. en saf temiz duyguların adamı olacaktır bu çocuk.

2- kırık oğlan:
bu oğlumuz da biraz feminendir. evde gizli gizli oyuncak bebeklerle oynar. bir de bunun üstüne onca kadın muhabbeti ve tavırları gelince hepsi bünyesine işler. artık o tam bir erkek değildir. dedikodu yapmaya bayılan kadınlara cinsellikten çok muhabbet yönlü ilgisi olan bir erkektir. ileride esnaf olması onun yararına olacaktır. kadın müşterilerle iyi geçineceği kesindir.

3- çakal oğlan:
en tehlikeli tür budur. isyan ede ede annesinin zoruyla o altın gününe gider. bir köşede kös kös oturur. canı sıkılır ve kafa şeytanlığa basmaya başlar. arabacalık oynama ayağına masa altlarında gezer genç yaşta olan kadınların bacaklarını keser fakat bu onu kesmez. güne gelen diğer çocuklarla bir odaya geçer ve kızlara çaktırmadan evcilik oynama teklifi ettirir ve hain planlarını ortaya koymak için kendine zemin hazırlar. anneler içerde kahkahalarda desibel rekorlarını yenilerken o içerde karı kocacılık, doktorculuk oynar. kızları mıncırır öper möper karnı acıkır yemek yer. sıkıldım ben isyanı çıkarıp anneyi zorla kaldırır. bu çocuk ergenliğe giresiye kadar ileri 10 yıl için tüm cinsel(?!) deneyimini yaşar ve o ergenlik süreci boyunca o günlerde oynadığı kızların büyüyp ne hale geldiklerini gördükçe de kendini kahreder. keşke muhabbeti kesmeseydim yalanları falan. o sevişgen yapısı içten içten hep hazır olda bekler. ama o günlerden gelen bir hatun cezbetme yeteneğine sahip olmuş olur. tek karı budur heralde.

erkeklerde böyledir. kızları bilemiyorum. ama merak ettiğim onlar da beni görünce içlerinde "keşke" veya "vay anasını" tadında cümleler kuruyorlar mıdır?
erkeklerin erkek oldukları için şükrettiği anlardan birisidir. çünkü bu günlerde kadınlar (ya valla karalamak için söylemiyorum ama tüm gözlemlerim bu yönde) sanki özellikle tüm itici tavır hal ve hareketlerini takınıp öyle güne gelmektedirler.
erkek çocuklarının üçüncü sınıf vatandaş muamelesi gördüğü günlerden birisidir.

sokakta boş boş gezen ve karnını doyurmak için eve gelen , o da mutfaktan başka bir yere gidilemez bir durum vardır.

ancak bu talihsizlik şansa da dönüşebilir. eğer altın gününe katılanlardan birinin güzel , hoş bir kızı varsa " bugün annem sizde galiba " yada " x teyzeler bize geliyormuş bugün " gibi sohbete girme durumu olabilir.
kadınları daha küçük yaşta anlayama etki oluşturur.o kadar kadın aynı anda nasıl konuşur, birbirlerini nasıl dinlerler ve cevap verirler hala çözümlenememiştir. Diğer taraftan ise, gün akşamıda ki pasta ziyafeti enfestir.
seni bilmem ama daha o yaşta sinir hastası oldum ben. e haftanın dört günü başka başka günlere gidenden de başka bir şey beklenmezdi zaten.

apartman günü, eskiden oturduğumuz apartmandaki kadınlarla toplandıkları gün, benim okul arkadaşlarımın anneleriyle düzenledikleri gün, babaannemin günü.( ne alaka deme, evim eski, mutfağım dökülüyor, evi böcek bastı diye diye toplam üç yıl boyunca misafirlerini bizim evde ağırladı babaannem)

daha uyanır uyanmaz başlardı tembihler. beni giydirirken devam eder, kapıdan çıkarken, montumun fermuarını yukarı çektiğinde sonlanırdı. ( dedim inandın mı, gittiğimiz evin kapısını çalmadan önce üç dakikalık bir konuşma da orda yapılırdı)

- yaramazlık yok dalya
- koltuk tepesinde zıpladığını görmeyeyim, bacaklarını kırarım dalya
- ne ikram ederlerse teşekkür edeceksin dalya
- ayla teyze'nin kızıyla bir olup gözlerini şaşı yapmayacaksın dalya.
- beni götürdüğüme pişman etme dalya (ben istedim sanki)
- bir daha götürmem yoksa.

yahu sen içerde otururken arkadaşlarınla, bunlar zıplıyordu koltuk tepelerinde, beni dikerlerdi kapıya " bak bakiiim geliyor mu biri" diye. gözcü oldum be tüm oyunlarda.

oh olsun bazen gördüm salondan bizi kolaçan etmek için gelenleri, ses etmedim ama uyuzluğuna.

- dalya bak nasıl atlayacam sehpadan koltuğa, var mı gelen?
+ yok yok atla, gelirlerse söylerim ben, atlayamazsıın kii

tam o anda girerdi annesi odaya. bir şaplağı yerdi poposuna. ama salona dönünce annesi, o da indirirdi bir yumruk benim sırtıma, o vurunca bana bende geçirirdim tırnaklarımı onun yanağına. feryat figan bağrışmalar... derken bir bakmışsın tüm anneler bizim odada. anlıyordum ama gözlerinden. der gibiydi: ben sana sorarım eve gidince.

eğlenirdim sanma, sinir hastası oldum yahu o yaşta. daha yolda başlardı söylenmeye sonra. eve girip montumun fermuarını indirirken söylerdi son sözünü ama.

- bir rahat edemeyecek miyim ben allahım
- kırıp kıçını oturamıyorsun di mi bir yerde
- ne laf anlamaz kızsın kime çektin bilmem ki
- baban gelsin söyleyeceğim ona.
- git odana dalya.
+ ama annee
- git dedim sana.

bir güzel yanı bizim eve gelenleri izlemekti. süslenmiş kadınlar, şen kahkahalar, kapı önünde duran birbirinden güzel topuklu ayakkabılar, kilolarını zor tartan ince topuklu ev terlikleri, börekler, gazozlar...

gene limon sıkardı ama annem keyfime.

- laf mı dinliyorsun sen, haydi doğru odana dalyacım. ( "cım" yanıltmasın, yamuluturum manasında)

seni bilmem, bu günlerde hep sinir oldum ben.
annesi çalışan ve günlerden nefret eden bi çocuk olduğum için (şimdi değil vakti zamanında) yarı şanslı yarı şanssızdım.
annenin gün sevmemesi demek maalesef güne götürülmemek anlamına gelmiyordu.işin içine iki tane gün delisi teyze girince nada da evde tek bırakılmaktansa(ki ben ayakları yeşile boyanmış tahta masanın altına bataniyemi alıp, orda uyumayı tercih ederdim)güne götürülürdü.
nada çocukken yamuk bastığı için en güzel ortopedik ayakkabılar alınırdı, annesi özenirdi, elbise falan.
gayet başarılı bir gezme kıyafeti düşünün.
ama nada günlere gitmeden önce kendini yerdenyere atar ve teyzesine ben bacaklı çorap giymeden gitmem diye tuttururdu.
bacaklı çorap ne mi? bildiğin tül çorap, o zaman parizyen vardı.
incecik bacaklara bol gelmiş kaçık bir çorap ve pırıl pırıl elbiseyle ayakkabılar.
görüntüyü düşünün artık.
o şekilde gidilirdi.aşırı uslu olan nada yaramazlık yapan çocukları uyarmayı görev bilirdi.
"feye (fare) geliyoo" baktı kimse sallamıyo;
"pölüs(polis) geliyo, uslu durun"
yok yok bu çocuklar çok yaramaz pölüsden bile korkmuyolar.
evet büyük an, pastalar geliyor. herkes yemeye başladı, çocuklar için yere örtü serilmiş, ortak tabaklarda hazırlanmış.
herkes ısrar eder ama nada hiçbir şekilde oturup bir şey yemez.
teyze ısrar eder, yaprak sarması seversin sen, yesene.
nada omuz silker.
derken teyze 3-5 gün deneyimi sonrası nadayı köşeye çeker ve " neden bi şey yemiyosun" der.
nadanın gözler dolu halde "ben öyle yere oturup herkesle yemem, ben cam cabakta (cam tabak) yerim."
yerlere yatar teyze ve o günden sonra nadaya da ayrı bir cam cabak gelir.
aklım başıma geldikten sonra hiç gitmedim günlere, ama çocukluktan aklımda kalan tek şey herkesin aynı anda konuştuğu ama kimsenin birbirini dinlemediğiydi.o şekilde deşarj oluyorlardı herhalde.
ben zaten hiç çocuklarla oynamazdım, teyzeleri dinlerdim, bi tane dinleyen olsun diğmi?
zaten çocuklar çok yaramazdı, pölüsten bile korkmuyorlardı.
şahsi konuşmak caizse annenin arkadaşlarının gıcık çocuklarıyla zorunluluktan oynanan banker kaçtı dan ibarettir. oyunun sahibi gözlüklü velete * ayrı bir gıcık beslemişimdir hep. şu an nerdedir, ne ayaktır o ibne kim bilir?
aynı anda konuşan ve birbirini anlamayı başarabilen, sayıları yirmiye varan 'teyze'leri hayranlıkla izleyebilmek. sanırım bendeki en büyük etkileri buydu.
misafir cocukların kakalandığı ve sekilsiz az-fazla pişmiş poça-böreğin evin cocuğuna itelendiği organizasyon.
anneyle gidilen kadın hamamı tramvası yanında hiç bir şeydir, erkeklerin dedikoduyla ilk tanıştıkları ve bidaha bırakamamalarının sebebidir.
saglam bir etkisi olabilirmis ama neyseki annem kurtarmis. soyle ki ;

halamlarda yapilmakta olan altin gunune gidiyoruz. cocukken felaket anneciydim. simdi de cok zor geliyor uzakta yasamak. neyse ;

icerisi kalabalik. tum hatunlar yerini almis. derken, birisi koluna bir kadin takip getirmis. mahalle disindan. kadin kursun dokuyormus.

halam da bu kizlara cok nazar degiyor. bunlara da kursun dokturelim diyerek annemin kanina girmis.

oturtmuslar beni sandalyeye ki ben hic hatirlamiyorum bile. 4 yasinda falandim herhalde ya da unutmak istedim. ?

kursunu hazirlamis kadin bir guzel ortu gecirmisler kafama kurbanlik koyun gibi sunmusum. ama kursun dokmeden once birinin bir tepsi tutmasi gerekirmis ki kizgin kursun direkt kafaya girer sonra di mi?

ama bu salak kadin unutmus bu tepsiyi... evet! kursunu direkt kafamdan asagi dokmek uzereymis ki annem hemen fark edip kadinin ustune ziplamis. " yakacaktin cocugu" diye br guzel azarlamis.

beynimi eritecekmis aptal kadin.bu da boyle bir kendim hatirlamadigim ama nesilden nesile aktarilan bir animdir.
güncel Önemli Başlıklar