bugün

birçok insanın hayat yolundaki "ölümü yakından hissetme" ritüelinin ilk sahnesi.

dü$ününce çıldırıyor insan. çokta çıldırmıştım önceleri. çıldırana kadar geçen sürede çok kötüydü, çıldırırkende çok kötüydü, çıldırdım hala çok kötü.

çocukken çıldırmamış halde "ulan kahrolsun ya. eğer kaza bela olmazsa anneannemin öldüğünü görecem, dedeminkini de görecem, hatta annemle babamıda görecem off offf" diye iç geçirirdim. sonra dede öldü. pek fazla tınlayamamıştım. çünkü ölüm çok kötü birşey olsaydı, o melek gibi biricik dedeceğim beni bırakıp gitmezdi. "dedem yaptıysa doğrudur" deyip hiç üzülmemiştim.

büyüdük az bişey. ölüm falan filan kafamız basmaya başladı. tv'lerde bi yakını ölmüş insanları görünce "ne garip şey, neden bu kadar üzülüyorlar acaba" sorgular dururdum. anlamam için üzerinden uzun yıllar geçmesi gerekiyormuş, bu yılların anneannemi yıpratıp bu dünyadan alıp götürmesi gerekiyormuş, sonra o acının yumruk gibi içime oturması gerekiyormuş.

kefeni kaldırıp son kez suratına baktığımdaki gülüşü içimi ısıtmaya yetmiyordu. içi hafif nasırlamış, derinin incelmesiyle iyice belli olan damarlı ellerini tekrar sıksam tekrar bana bakarmı diye düşünüp durdum. yok yok. çare yok. sonsuza giden en huzurlu yolda onu rahat bırakmak lazım.

ahh anneanne ahh. bi gelsende bana yine tarhana corbası yapsan. ilkokula tekrar dönsem okuldan gelip çantamı kenara atsam, televizyonun başına koşsam, "gel bakim buraya önce yemek" deyip benim nazımı çeksen. aşşağıda köpek gibi top oynarken "bu cocuk acıkmıstır ya" deyip assagıya ekmek arası peynir, domates atsan. seni kendi ellerimle o mezarın içine koyarkanki çökmüşlüğüm kadar eminim ki geri gelmeyeceksin. bunların hiçbiri bir daha olmayacak. işte buna deli oluyorum anneanne, işte buna.

velhasıl; her ölümün zamansız olduğunu, hiçbir ölümün sırasız olmadığını öğrendim. sende sıranı savdın anneanne. bir aksilik olmazsa (burada 'olursa' mı yoksa 'olmazsa' mı hangi kelimeyi kullanacağıma tam karar veremedim) annemide, babamıda zamanla senin yanına yollayacağım. dedem takımın 1. penaltıcısıydı, sen ikincisi oldun, ailem den birisi üçüncü, sonra birisi dördüncü olacak ve sonrada penaltı sırası bize gelecek anneanne. gelicez yanına sıkma o tatlı canını.
onun ölmesi çok üzer diğmi?
çocukken kimin anneniz olduğuna karar veremeyip, en sonunda ananeye "anne", anneye de "abla" demeyi tercih ettiyseniz daha da zor olur.
ölmesi mi?
o zordur muhakkak da...
namazını kılmaya bile zorlanması, ellerinin titremesi, gözlerinin görmemesi ama siz ziyaretine gittiğinizde bi enerjinin gelmesi, birden yattığı yerden fırlayıp daha siz soluklanmadan "ne yapalım da yiyelim" demesi.
kıyıda köşede yemeyip sakladığı, bayatladığını bile fark etmediği bir sürü yiyecek ortaya çıkar.
elinize bir lif tutuşturur, al der ananem örmüştü dersin ölünce.
tıkanırsınız, hem çok uzak gibidir o günler hem de çok yakın.
düşünmesi bile kötü işte.
herkes için acı olmayan durumdur. anneniz babanız ayrı diye , size babanızın ismini söylerek ''x'in piçleri'' diyorsa ve hiç acımıyorsa , kucağınızda can verse acımazsınız. bunu bana yaptığında yaşım 12 idi ve ben annem babam ayrı diye onun yanında bu yaşıma geldim. her gün ayrı bir rezalet idi. müziğe olan aşkımı bile kıskanırdı hep saklrdım gitarı amfiyi , herşeye bir kulp , arkadaşlarımın yanında o biçim rencide ederdi , play station'ımı döverek öldürdü. köpeğimi sokağa salmıştı en son vs. ama o ayrılığın hemen ardından duyduğum piç kelimesi beni bitirmişti. geçen sene kucağımda can verdi , hakkını helal et dedi ve veda etti. şu an onun odasından bu entry'i girerken hiç üzülmediğimi düşünsemde en azından insandı. ama çok ta etkilemedi beni anneannemin(!)ölümü.
(#330889)
son bir haftasını ölüm döşeğinde, ağrıları ve sızılarından çoğu zaman uyuyamayarak geçirmiş nur yüzlü anneannenizi o sabah öpmek ve ardından okulunuza gitmek istersiniz. ama bakarsınız ki, günlerdir ilke defa o sabah uyuyabiliyor. uyandırma korkusuyla öpmeye kıyamaz ve okula gidersiniz. sabah saatin 07:30' udur. öğlen 13:15 te kalbinizin bir anda yandığını hissedersiniz, çünkü anneanneniz tam o dakikada ruhunu teslim etmiştir ve siz bunu eve gittiğinizde öğrenirsiniz. keşke öpseydim ya da iyi ki öpüp onu rahatsız etmedim ikilemi de yıllarca beyninizi kemirir...
(bkz: allah gecinden versin)
dusunmesi bile tuyleri diken diken yapan, yasayanlara sabir dilenmesine sebep olan, gozleri yasartan olay.
boğazınıza takılan yumruk ne zaman hatırlasanız yine yerini alacaktır. anne ve baba çalışıyor ve anneanne de sizi büyütmüşse o sizin hayatınızda bir efsanedir. hele ki bir de gittiğinde aile eskisi gibi toplanmıyorsa bir daha. işte o zaman koyar.
*
anneannenin annesinin ölmesi şeklinde vuku bulan hali bile adamı fena vuran olaydır. ben pek iyi hatırlamıyorum.

8 yaşında falandım. o zamanlar topraktakilerin vücutlarının yok olup toprağa karışması falan ilgimi çekerdi. tek hatırladığım, 12-13 yaşlarındayken "anne 5 sene oldu, yok olmuş mudur ki?" diye sormaya devam etmemdi.
sizi bırakıp gittiği günden beri yakınından bile geçemediğiniz mezarı için bu bayram garip birşey olur ve 7 senenin verdiği dayanılmaz özlemle anneannenizi görmeye tek başınıza kalkıp uyuduğu şehre gelirsiniz bir kaç gün önceden.bahçesine vardığınızda evin burasımıydı diye teklersiniz ne camlardan sarkan adını bilmediğiniz pembe çiçekler vardır nede sizi eve çağıran yemek kokuları ama aldırmazsınız, kapıyı açtığınızda 'eski kokusu' ile karşı karşıya kalırsınız.10 sene öncesine dönersiniz yazları onunla kaldığınız bu ev zaman tüneline sokar sizi.hatırlayamadığınız onca yaşanmışlık her ayrıntıya baktığınızda içine alıp o ana götürür..gittiğinden beri uğramadığınız bu evi hala dünkü gibi hatırladığınızı farkedersiniz...şurdaki tahta sandalyenin arkasında yeleği olmalı diye başınızı çevirirsiniz o yeleği orda göremediğiniz an film kopar gerçeğin tam ortasında bulursunuz kendinizi. şuan bu evde teksinizdir ve o birdaha gelmemek üzere sizi yıllar önce bırakıp gitmiştir.senelerce bunu hazmedememiş olsanızda bir yelek bunu acımasızca yüzünüze vurur.hiç bu kadar çaresiz hissetmemişsinizdir kendinizi..önce kızarsınız ona sonrada kendinize nerden çıktı bu mezar ziyareti diye tam gitmeye yeltenirsiniz ayaklarınız geri döndürür sizi odasına gidersiniz.bilimum her malzemenin üstündeki danteller yerli yerindedir, aynalı tarağı, fii tarihinden kalma telefonu vs.ikinci bir yıkımı yaşamak üzeresinizdir her yeri köşe bucak incelerken birde bakarsınız karşınızda resmi duruyor.masmavi gözleri yine parlak yine gülüyor koskocaman.ve sonunda dayanamayıp mezarlığa fırlarsınız yerini bile bilmediğiniz mezarı elinizle koymuş gibi bulursunuz...toprağın altındada olsa sadece kemikleride bulunsa yılların getirdiği özlem birleşerek 'beni burdan kimse götürmesin' dersiniz 'konuşmasada ben anlatayım o dinlesin'..ve gerçektende uzun uzun anlatırsınız duyacağından şüpheniz yoktur.kızdıklarınızı üzüntülerinizi mutluluklarınızı 7 senenin acısını çıkarır bir biçimde anlatırsınız birazda sitem tabiki neden bırakıp gittiğini sorarsınız sessizdir aldırmazsınız 'artık gençliğine daha çok benzetiyorlar beni' dersiniz mutlusunuzdur...yavaş yavaş insanlar gelmeye başlar sinirlenirsiniz bizi neden rahat bırakmadılar diye akşam üstü yine gelirim diyerek ayrılırsınız yanından..eve gittiğinizde çok yorgun olduğunuzun farkına varırsınız onun yatağına yatıp hiç birşey değişmemiş gibi anlattığı masalları duymaya başlarsınız kulaklarınızda ve yine 9 yaşında bir yumurcak olduğunuzu varsayarak kucağında hayal edersiniz kendinizi o yumuşak sesi ve masalıyla uykuya teslim edersiniz kendinizi...

velhasıl zordur anneannenin ölmesi herşeyden önce öldüğünü kabul etmesi.
çok zor bir durum yaşamayan bilemez. (bkz: tecrübeyle sabittir)
anneannedir o, annemizin biricik annemizin annesidir. Bize dualar eder, terlendin mi oğlum diye sorar bazen ise çaktırmadan para koyar cebimize. Biz büyükdükçe yaşlandıklarını anlarlar ve bizi yani torunlarını her gördüklerinde gözleri dolar.Çünkü; Bizim küçüklüğümüzü bilir, acaba kaç kez değiştirmiştir bizim altımızı veya kaç kez mama yedirtmiştir... Halbuki daha yaşamak istiyordu, nereye gittiğini merak edersiniz. Kaç yaşında olursanız olun merak edersiniz acaba orada iyi mi diye. Aslında hep sizin çocuklarınızı görmek istemiştir torunlarının çocuklarının tonton ninesi olmak istemiştir, fakat artık çok geçtir, zaman gelmiştir ve hüzünlü bir şekilde atarsınız toprağı üstüne... Atarsınız, atarsınız dolmaz o mezarın içi... Düşünürsünüz son kez bana bakıp gülse veya son kez nasılmış benim birtanem dese diye, fakat artık çok geçtir o sizden çok ama çok uzaktadır. Ama sizi emin olun ki seyrediyordur biryerleden...* * *
siz doğmadan önce gerçekleştiyse pek de acı duymadığınız durumdur. sizin acı duymanızın sebebi anneannenizin ölmüş olması değil, anneniniz bir köşeye geçip çaktırmadan ağlamasıdır. bunun yanında eksikliğini de hissedersiniz anneannenin.
geçen yaz başımdan geçerek beni yerlere vuran olay. iyi bir lise eğitimi almam için benimle uğraşan, bana bakan bu harika kadına üniversite mezuniyetimi gösteremeyecek olmamın etkisi ile doğru düzgün bir fotoğraf da çektirmedim, yılsonu bilmem nesine de gitmedim. hayat devam ediyor tabi ki ama sanki yeterince ben yanında olamadım bu 5 senede. üzüldüm. ağlayamadım ilk zamanlar ama o gün beni mahvetti, otobüste ağladım, köyde ağladım, mezarlıkta ağladım, onu toprağa verirken ağladım o gece evime dönerken ağladım. bilemediğim duygular içindeyim hala, neye sevineceğimi bilemiyorum, daha önceleri nelere üzüldüğüme şaşıyorum. ve daha bir sürü detay.
dualarım seninle balım, nasıl olsa görüşücez.
en yakınlarınızdan birisini ilk kaybedişiniz ise ölümü öğrenmektir. duyardım sürekli yakınlarını kaybedenleri üzülürdüm sadece ama hani yaşanmadan anlanamayacak duygular vardır ya, empati kelimesini anlamsızlaştıran..o gün anladım. birden düşüncelerimde kaos başladı, neden şöyle yapmadım?, neden şu zamanda gitmedim?, aslında bunuda yapmalıydım. bir suçluluk duygusu kapladı içimi. belkide anneannemin vefatıyla açılan boşluğu bununla kapatmak istiyordum.

aklımdan çıkmayan bir sahne bıraktı bana anneannemin vefatı: annemin, babamın hastaneden geldiklerinde ölüm haberini verişleri. abim ve ben vardık ve babamı ilk defa o zaman ağlarken görmüştüm. biraz annemle bakıştıktan sonra ağzından çıkabilen sadece: çocuklar anneannenizi kaybettik oldu. gerisi gözyaşı...

bayramlar ise hiç bir zaman eskisi gibi olmadı. o ufacık odada yanan soba, üzerinde kızartılan köy ekmeği, soba başındaki yer sofrası, uzun bir divan, eski bir televizyon, sıcacık bir çay, minderler, hikayeler... modern hayatın içine tüküreyim sözlük. o ufacık odada yanan sobanın yanında, minderinde oturan anneannemin dizine yattığımda başımı okşadığı an; ömrümün en huzur dolu anlarıydı. bunu vefatından sonra anladım ve şimdi modern dedikleri bu yalan hayatın, sahte ilişkilerin içinde dimdik durabilmeye çalışırken bunlara ne kadar ihtiyacım olduğunu, ne kadar özlediğimi anlıyorum.

o günden sonra annemin, babamın ne olursa olsun ama ne olursa olsun gönüllerini kırmamaya çalıştım. çünkü ölümü öğrendim. hiç beklemediğim bir anda kaybedebileceğimi biliyordum artık ve hiçbir şey buna layık değildi. kırmadım mı? kırdım tabiki insanız şaşıyoruz. hırslarımız, arzularımız bizi hep bambaşka biri yapıyor. montaigne'nin çok sevdiğim bir sözü var: hırslarımız, arzularımız bizi geleceğe yönlendiriyor. olmuş olanın anlamından uzaklaştırıp olacak olanla meşgul ediyor. ben artık olmuş olanla ilgileniyorum, yanımdakilerin kıymetlerini daha iyi biliyorum. çünkü ben ölümü öğrendim.
aile bağlarınız kuvvetliyse bu durum insana çok koyar. ailenin büyüğü yoktur artık bu hayatta. onun sevgisi bambaşkadır

ayrıca bayramlar, dolmasız , böreksiz, tatlısız geçer . hiç kimsenin yaptığı yemek anneannenin-babaannenin yemeğini tutmaz.

diğer akrabalar ile ilişkiler , görüşmeler seyrelir. çünkü aile büyügü sayesinde görüyorsundur bazı akrabaları. o da olmayınca sıkıfıkı görüştüğün akrabalarla birden mesafeli olunur.
eğer herşeyiniz olmuşsa cidden berbat bir durumdur.
artık herşeyinize inceden dokunduran,örgü şişini kafanıza fırlatan, bilgisayara her oturuşunuzda bill gates'in dahi anasını ağlatan kadın..
artık o yoktur.
Kimi günler annenizin gizli gizli akıttığı ama sizin gözünüzden kaçmayan gözyaşlarıyla hep yine yeniden bir kez daha anlarsınız artık gittiğini ve bir daha o sevgi dolu gözleri göremeyeceğinizi.
Çocukluğunuzun sıcak yaz günlerinde tokmaklı eski büyük tahta kapının her açılışıyla sizi kucaklayan sevgi dolu yüreğin anıları hiç eksilmez aklınızda. Zeytin kokan ellerini güzel kokulara karşı olan düşkünlüğünü hatırlarsınız. Beyaz zambak ve tütün kolanyası alırsınız hep. Koku size anneannenizi getirir.
Ölümün bile güzeli vardır derdi hep. Allah sağlıklı mutlu uzun bir yaşam güzel ölümler versin diye dua ederdi. Üç gün yatak dördüncü gün toprak derdi hep. Öylede oldu velhasıl.
Babasına çok düşkünmüş çok severmiş, babasıda içinde bambaşkaymış kızı. Şimdi yan yana yatıyor baba kız. Mezarlığa gidip onları yan yana her görüşümde, kavuştular işte ele ele tutuşup cennet bahçelerinde mutlulukla koşuyorlardır diyorum. Özlüyorum...
üzülmek veya üzülmememk kişiden kişye değişir.
ben fazla hatta hiç üzülmemiştim...
yıllarca paylaştığınız evin artık tamamen boşaldığının farkına varmanıza sebep olandır.
anneannedir o, doğduğunuzda sizi kucağına alıp size gülümsemiş, çocukluğunuzda elinden tutup gezdirmiş, size meşhur sulu köftesinden yapmıştır, ne zaman onu ziyarete gitseniz. sevgili eşini kaybettikten sonra sessizleşmiş, yalnızlığı daha da derinden hissetmiştir. sizse liseyi yeni yeni bitirmiş, üniversiteye adım atmış ve onun yaşadığı soğuk şehre gelmişsinizdir. gençlik bu ya, onu evde bırakıp sokaklara atmışsınızdır kendinizi anlamsız kızgınlıklar, kaprisler içerisinde, bir süre sonra ailenizin yanına dönmüşsünüzdür. doğum gününüzden hemen önce gittiğinizde, ellerinde mumları yakılmış bir pastayla ' iyi ki doğdun ' diye gülümseyerek size gelişini hatırlarsınız.
hayat yorar, bir gün gelir, o evden gider, yabancıların arasında, bir bakımevindedir artık. aklınızdan geçirirsiniz ' keşke o da şimdi burada olsa ' diye, ona hediyeler almayı, elinden tutup onunla dolaşmayı istersiniz. bir sabah babanız arar, kireç gibi soğuktur sesi ' anneanneni kaybettik ' der. bir hayret nidası koparırsınız ve o gün, ailenizin apar topar geldiği o gün hiçbir şey hissetmezsiniz. ertesi günse, onu bembeyaz bir kefen içinde görünce, tabutunu taşıyınca anlarsınız neler olup bittiğini. her gece ağlarsınız o günden itibaren, belki ağlamazsınız ama gözleriniz dolar. o gitmiştir artık, çocukluğunuzda elinizden tutup sizi gezdiren, gençliğinizde sizin elinden tutup gezdirdiğiniz büyük anne artık yoktur.
ev artık bomboştur. kalbinizde de bir noktada heyelan vardır.
sana hiç kızmamış, hiç bağarmamış, sen ne istersen onu yapmış, yaptığın bütün itliklerin üstünü örtmüş birinin ölmesidir. birde o kişi 6 ay içinde durduk yerde gözünün önünde kanserden eriyip gitmişse işte o acı, o ızdırap hiç bir şeyde yoktur.
Hastalığı süresince 2 yılı birlikte geçirmişseniz , onu anneniz kadar seviyorsanız , tatilde sizden uzakta isminizi sayıklayarak gözlerini kapatmışsa hayata dayanması zor bir olaydır. onu her düşündüğünüzde öldüğünü öğrendiğiniz zaman aklınıza gelir. üzerinden 3 sene geçmesine rağmen onu düşününce hiç kimseye söylemeden yorganın altında ağlamaktır.
ölünün arkasından ağlanmazmış çünkü öldüğü gün onun kurtuluş günüdür.*
bahar kokulu yeşil elbiseli kadın;
hayatımın 60lı yaşlarında nasıl bir kadın olacağımın kopyası. beynim hiç birşey üretmiyor şimdi. dedemin ölümünün acılarını saramamıştım henüz. ona birşey olursa ölürüm diyordum, her gece rüyamda senin ölümünü görüyordum. sen ise her döndüğümde yaşadığım şehre beni binbir çeşit yemekle kapılarda bekliyordun. kapıdan girerken mis kokun geliyordu burnuma aynı tazelikte. korkuyordum.
ve sonra,
döndüm tekrar şehrime bir sabah. büyük kızının senin için çok hasta demesi beni derinden yaraladı. çantamı çıkarmadan yanına koştum. üşüyordun meleğim... ayaklarına sarıldım. bak dedim saçlarım istediğin gibi sevdiğim kıvırcık aynı eskisi gibi... senin gençliğin gibi... gülümsedin.
iyileşecek diyordum içimden yine gelecek her bahar hastalanırdı eskiden... yine öyle bu diyordum. sadece biraz daha yaşlı.
ertesi gün,
bahar çiçekleri açmıştı senin sevdiğin gibi fesleğenler vardı balkonunda. sana geldik. nefes alamıyordun. korktum. ellerini elime alıp öptüm sevdim. fesleğen kokuyordun belki de leylak kolanyası yine eskisi gibi. hissedemedim sızısından burnumun... ne zaman gideceksin diyordun sürekli abin geldi sen gideceksin. gelicem meleğim dedim sana yazın hep beraberiz gezeriz yine sevdiğin gibi deniz havası alırız. ağlamamak için dudaklarımı kanattım. üzülme istedim. küçük kızın seninleydi o gece. gitmeden önce dedin ki: ''sabah nasıl olcak?'' el salladın bize uyudun sonra derince. kapıdan çıkarken uyandırmayayım diye seni öpmek istemedim. dayanamadım eğildim güzel yanağından öptüm. gözlerini açıp güldün bana. gittim.
sabah ezanı içimi rahatlatmadı bu kez. annem uyandırıyordu yoğun bakıma alınmışsın. geldiler yanına bir saat sonra da ben geldim. herkes suskun. güzel kokular yok bahçede... hani şu dedemi babamı alan bahçe deil mi bu? annemin sözleriyle lanet ettim bahara, bahçeye...
eşarbını seni yıkayan teyzenin elinden aldım. boynuma taktım bütün gün. acıkmış gibi bir boşluk vardı içimde yemek istemiyordu canım hiç bir yemek...
uzaklaştım evimden geldim uzaklara açtım çantamı senin eşyalarını vermeden başkalarına aldım sabah bikaçını...
kokusu aynı koku beden ölürde koku kalır mı dedim içimden?.. yüreğimin içinde lavlar akıyor yavaş yavaş ... acıyla gülümsüyorum.
bende senin gibi yeşili çok seviyorum ve artık bir o kadar nefret ediyorum. nefes alamıyorum annem... dayanamıyorum!..
ne zaman geleceksin demiştin ya... çok kalamam ağır aksak geliyorum.
üzücüdür.
(bkz: Allah uzun ömür bahşetsin)

üzücü bi durumdur. artık evinizde size her zaman canım diyen , sizi ananıza babanıza karşı her daim savunan kimsenin yokluğunu farketmeniz durumudur ne yazık ki
güncel Önemli Başlıklar