bugün

en sonda yazacağımı baştan yazıyorum:

bu hastalığın kalıcı olarak herhangi bir tedavisi yok.
yaşam koşullarının değişmesi, besinler, ülke gündemi, gelecek kaygısı, maddi zorluklar ve en önemlisi de genetik yatkınlık sizi birer anksiyete hastası yapabilir.

1959 yılında "psychiatric reports" adlı konferansta gündem maddesi "anksiyetenin doğası" idi.

Özetle şu söylendi:

"Hem araştırmacılar hem de bu mesleğin dışındakiler için, bu çağ anksiyete çağıdır. Ancak yaygınlaşan araştırma çabaları ve konu hakkında artan algı ile orantılı olarak acaba anksiyeteyi anlayışımızda gerçekten bir ilerleme olduğunu iddia edebilir miyiz?

Edemeyeceğimizi düşünüyoruz."

elbette anksiyete bu geçen 60 senede bazı alternatif çözümlerle birlikte geçici bazı zaferler elde edildi. özellikle ssri larda paroksetin etken maddesi panik-aTAK VE anksiyete krizlerini büyük ölçüde sonlandırdı. ya da alprazolam geçici anlık savuşturmalar başarı kazandı.

hipokrat döneminden bu yana anksiyete, çeşitli adlandırılmalarla incelendi. ruh sıkışması, ruh felci, tanrının laneti gibi modern tıbbın "anxiety" tanısını koyana kadar çeşitli kelimelerle ya da nitelendirilmelerle anıldı.

mesela 1600 lu yıllarda spinoza: "Korku zihnin zayıflığından doğar, bu yüzden mantığın kullanılmasıyla alakalı değildir. "

diyerek zihnin zayıflığına atıfta bulunmuştur.

ancak ilerleyen yıllarda kentli hastalığı olarak geçecek anksiyetenin daha çok zihni daha meşgul insanlarda görüleceğini tahmin edemeyecektir spinoza.

amerika da psikoloji alanında görüşleri değiştiren howard liddle mesela bu spinoza nın düşünüşüne atıfta da bulunarak şöyle demiştir:

"Anksiyetenin zihinsel aktiviteleri gölge gibi takip ettiğine ve anksiyete konusunda ne kadar bilgi sahibi olursak, zihni de o kadar iyi tanıyacağımıza inanmaya başladım"

ben de bu görüşe katılıyorum.

hızlı çalışan bir beyin, biraz da mantığını içine katarak günümüz dünyasından kaygı duymaması için aptal olması gerektiğini düşünüyorum.

küresel sıkıntı, kapitalizm in ölmeye yakın iyice vahşileşmesi ile birlikte kaygı bozukluğunun artmıyor oluşu sizin özel bir insan olduğunuz anlamına da gelebilir.

paroksetin bu noktada yardımcıdır. ya da anti-depresanlar bunun için vardır.

"yüzleşme" olarak kısaltabileceğimiz psikolog barry wolfe' un alıntısı şu şekilde ki her kelimesinin altını çiziyorum:

"Uzun süre anksiyete nöbetlerinden dolayı acı çeken hiç kimse anksiyetenin eylemi felç etme, kaçışa teşvik etme, memnuniyeti yok etme ve düşünmeyi en kötüsüne yöneltme gücünden şüphe duymaz. Kimse anksiyetenin ne kadar korkunç ve acı verici bir tecrübe olduğunu yalanlayamaz. Kronik veya yoğun bir anksiyete deneyimi, esas olarak, acı ile şiddetli ve çarpıcı yüzleşmedir"

wolfe bence dibine kadar haklı. anksiyete krizi yaşayan bir insanın deneyimlediği en önemli şey; anksiyetenin ne kadar korkunç ve acı verici olduğudur.

ilaç harici alternatif tedavi yöntemleri de 2000 ler de kullanılmaya başlandı. başta meditasyon, nefes teknikleri, çeşitli sanat dallarından terapiler ile insanlar şifa aradı. placebo mu bilinmez bazı insanlar olumlu etkiler aldığını söyledi.

kısmen sözlüklerde de denk geldiğim; insan öleceğini bildiği halde çıldırmıyor oluşu ya da öleceğini bilerek yaşamak gibi aslında varoluşsal sıkıntılar içersinde nefes almaya çalışıyor oluşumuz düşündüğünde manyakça aslında..

2 saniye sonra gelebilecek bir telefon, 5 dakika sonra hayatta olmama ihtimali, ailenden birinin yarına ölebilecek olması vb.. düşünüldüğünde gerçekten de çok çıldırtıcı.

bu nokta da avusturyalı genetikçi irenaus eibl insanlarla-hayvanlar arasındaki belki de en ince çizgiyi çekiyor:

"Belki de insan en korkak yaratıklardan biridir, zira yırtıcılara ve türdeş düşmanlara karşı var olan temel korkuların yanında onun bir de entelektüel tabanlı varoluşsal korkuları vardır. "

aynen öyle irenaus amca...

anksiyetenin kardeşlerinden biri de panik-ataktır.

panik atak; altta yatan varoluşsal bir kayıp ile yüzleşmede kişinin başarısız olmasından kaynaklanan bir semptomdur.
panik ve anksiyete semptomları; kişinin kayıp, ölümlülük, egoya yönelik tehditler ile yüz-yüze gelmesiyle bağlantılı olarak şiddetli acıya karşı bir "koruyucu"dur. sanal ve acı verici bir koruyucu..

freud bunu "nevrotik savunma" olarak ifade etmiştir.

kısaca benlik yaraları anksiyete ve panik-atak' a yol açmaktadır.

gelecekte yaşanabilecek acılar hakkında tedirginliktir. bunları önleme noktasında elinin kolunun bağlı kalmasıdır. katlanılamaz bir facianın önlenemez oluşu bilinçaltında siz hissetmeseniz de sizi çıldırtır. anksiyete gelecektir. geleceğin geliyor oluşu sizi mahvedendir.

freud bu noktada güzel bir örnek veriyor: " hayvanlar geleceğe ilişkin hiçbir soyut kavrama sahip değillerdir; anksiyete ile ilişkili de hiçbir soyut kavramları yoktur, korkuları hakkında endişelenme becerisine sahip değillerdir. bir hayvan stres kaynaklı solunum zorluğu veya kalp spazmı yaşayabilir; ama hiçbir hayvan bu semptomlar hakkında endişelenmez. bir hayvan hastalık hastası olamaz"

ama biz olabiliriz.

yaranın tam kalbinde olun.
biraz daha rahat nefes alabileceğinizi hissedebileceksiniz.