bugün

Kendisini benim hayatımda normal bir şey zannediyordum meğer hastalıkmış. Ailemde de genetik olarak mevcut. Küçük yaşlarda da birebir yaşadım ataklarını, bende okb ile birlikte var. Ancak ben bunun bir hastalık olduğunu o yaşlarda çözemiyordum ve çok korkuyordum. Genetik diyerek geçiştiremem çünkü benim bulunduğum ortamda çevresel faktörlerin etkisi de oldukça fazla oldu. Henüz kurtulabilmiş değilim. ilaç tedavisi aldım ancak bıraktım. ilaç kullanmak özellikle antidepresan kullanmak beni Çok yıpratıyor. ilk kez intihar girişimi sonrası depresyon tanısı ile geçiştirildim. Doktor değişikliği ve şehir değişikliği daha iyi geldi en azından bunun anksiyete olduğunu ve okb olduğunu biliyorum. Bilinç de önemli bir adımdır, korkuyu azaltır. Benim kaygı ve takıntılarımı yaşayan kişilerle karşılaştım. Ailem mesela. (Ailemde de tanı alanlar var) Onlara kaygılarımı ve takıntılarımı anlattığım zaman farklı düşünceler yer alsa da birebir aynı kaygı ve takıntılar edinmişiz. Bu hastalığın seyrinde var. Ben anksiyete atağı yaşadığım zaman derin derin nefes alıyorum ve kalp ritmimi biraz daha normale indirebiliyorum. Bende taşikardi olurken kalp hastalığından endişelendiler. Meğer anksiyete atağıymış çünkü kalp ile ilgili bir problemim çıkmadı. Yalnız olmadığımı biliyorum, çarpık düşüncelerime (bende kaygı uyandıran olaylara bakış açıma) değişik bir bakış açısı kazandırmaya çalışıyorum. Aktif olarak tedavi almıyorum, zorlanıyorum ama atlatmak da istiyorum. Kendimi meşgul ediyorum ataklar olurken. Ve atağı normal yaşamdan ayırt edebiliyorum. Okb biraz daha rahatsız edici sanki ya da değil bilmiyorum. ikisinin de kendine has bulguları var. Atlatmak kolay olacak mı bilmiyorum ama elbet bir gün geçecek. Ya da azalacak.
(#45377914)
(#45377964)
hayatında anksiyete yokken bir olayla birlikte ortaya çıkan anksiyetenin doktorsuz atlatılması nispeten daha kolay. (eğer hasta bilinçli bir şekilde araştırma yaptıysa, neler yapması gerektiğini öğrendiyse.) genetik anksiyete o kadar kolay olmayabilir. Benim doktora gitmem gerekmedi, zaten çok şiddetli de değildi, 3 yıl sürdü. hayatımın en mutsuz 3 yılıydı ancak geçti, geri gelmez diye bir şey yok ancak genetik yatkınlığı olan birisine göre daha düşük bir olasılık. her iki durumda da doktora gidilmesini öneririm, psikiyatriste gitmek kötü bir şey değil. eğer genetik yatkınlık varsa, ataklar çok şiddetli geçiyorsa, mutlaka düzenli olarak psikiyatriste gitmenizi, eğer istemiyorsanız verdiklerini kullanmamanızı öneririm. (tabi ki de kullandım diye yalan söylememek lazım.)
ben uzman değilim elbette ancak her hastalığın en büyük ilacı "kabullenmek", bu durumun hayatının bir parçası olduğunu kabul etmek ve her zaman bulunduğunuz durumu bilmenin yararlı olduğunu düşünüyorum. doktora "ben bu ilaçları kullanmıyorum ancak tedavi için şunları yapıyorum, bana iyi geliyor" derseniz hiç bir şey yapmamak yerine durumunuzu takip edecek yorumlayacaktır en azından. yapmıyorsa psikiyatristinizi değiştirmeyi deneyebilirsiniz.
Günümüzde Hemen herkeste olan psikolojik durum.
Çoğu insanın farkında bile değildir.
3 yıldır selectra kullanıyorum ve hayır bitmiyor. Sadece kontrol altına alınabiliyor. Bu aralar yine kafamda kurup kendimi delirtmeye başladım.

Bu aralar şeye kafayı taktım. 1 yıldır Uzak mesafe ilişkisi yaşıyorum. Sevgilim olan beyefendi çok sadık ve karakterli bir insandır. Müzisyen kendisi. Fakat menajeri olmadığı için WhatsApp ve Facebook üzerinden konser ve etkinlik görüşmelerini kendisi yapıyor. Bu aralar malum yaz sezonu olduğu için de çok yoğun. Peki ben ne düşünüyorum? "Acaba benimle konuşmuyor da hangi şıllıkla yazışıyor?" Kendisi de haklı olarak "Allah rızası için saçmalama, ben ekmeğimin peşindeyim sen ne derttesin? Beni neyle itham ettiğinin farkında mısın?" diyor. Haklı mı? Kesinlikle. Ben de yoğun çalışıyorum ve bir sürü karşı cinsten insanla muhatap oluyorum. Bana asla hesap sormaz, kıskançlık yapmaz. Çünkü benden emin. Sıkıntılı olan benim. Kafamda hiç susmayan sesler var.

Anksiyete bozukluğu nedir biliyor musunuz? içinizi kemiren, sizi soruların içinde boğan bir parazittir. Beyninizi yiyerek beslenir ve doymak bilmez. O nedenle mutlaka kontrol altına alınmalıdır.
Adgjsfhjdgj olm biri gelmiş derdini anlatıyor, resepsiyonistin biri de aşağılık kompleksini kusuyor. Başlığa bak.

Felaket tellallığının modern adı anksiyete bozukluğudur. Kafanızda kurup kendinize dert arıyorsunuz.
Söylediğin hastalık anksiyete bozukluğu değil, başka bi hastalık olabilir.
ilaçlarla düzelmeyen bir rahatsızlık. ilaçların bir tek anksiyetem üzerinde etkili olmadığını yazabilirim. intihar düşüncem geçti anksiyetem tavan yaptı hatta. Rahat rahat geçirebildiğim bir dakikam bile yok.
Hahaha Bu herif kaçar bence
Adam olan kaçar.
bana böyle ithamlarda bulunacak Kezoyu itin götüne sokar orada bırakırdım çünkü.
Anksiyete o değil ablacım. O sende olan herkeste var olur öyle şeyler kendini hasta ilan etme. Öptüm kib bye. Hayırlı forumlar.
Senaryo yazma hastalığıdır. Olabilecek en kötü senaryoları yazarsınız, kafanızda filmini de çekip galasını yaparsınız. Olan size olur. Gerçekte bir bok olduğu yoktur.
Kronik rahatsızlığım.. gerçi ben de biaz kendim yaratıyorum artık anksiyetelerimi(normalde de zaten insan kendi yaratmaz mı bu durumları kendine).. aile evinde *t içtim mk biri anlayacak mı anksiyetesinden anlık kalp krizi heçirmek üzereyim..
Olmayanın varmış gibi davrandığı, olanın da günden güne eridiği orospu çocuğu rahatsızlıktır. Sınavlar, kaygılar, stresler ve bu ülke. Olmayanı da olduruyo zaten.
bazı ergenlerin "benim de anksiyetem var yaa" demesi gibi bir bozukluk değildir.
uykusuzluk veya uyku bozukluğu.
Yani bende korku oluşuyor cuma cumartesini bağlayan gece.
travmatik tecrübelerin sonucunda oluşabilen bozukluk.
Hiç sevilmeyen akraba gibi. Ara ara yoklayıp gidiyo. Giderken de arkasında yıkıntılar bırakıp gidiyo ama. Gelmeden önce tasası geliyo. Çok berbat çok yorucu bir şey...
Nasıl geçer yada geçer mi bilmiyorum. Ama bildiğim tek şey insanı yavaş yavaş çökerten bir hastalık bu.
(bkz: yanlış alarm)

şu haberi bi okur musun? oku lan.

olay şu: ığdır'da bir iş yerinin alarmı çalıyor. iş yeri sahibi telaşla polisleri arıyor. polisler geldiklerinde ise anlaşılıyor ki hırsız mırsız yok. sadece fareymiş. alarm bu durumu "yüksek tehlike" sanıp ortalığı velveleye vermiş.

- eee yani?

bu haber burada bir dursun, dönecez.

beynimizde limbik sistem denen bir mekanizma var. endokrin ve otonom sinir sistemlerini kontrol eden bir sistem. şimdi burada doktormuşçasına çok öyle terimsel ifadelerle şişirilmiş tıbbî bir şeyler söylemeyeceğim. gerçi iyi bi futbol eleştirmeni olmak için illa futbolcu olmaya ya da ölümü çok iyi tasvir etmek için illa ölüp öbür tarafa gidip gelmeye gerek yoktur ama ben gene de hemen kısaca basitleştirerek anlatayım.

limbik sistem vücudumuzun alarm sistemi gibi bi şey.

eğer limbik sistem olmasaydı hiçbir durum karşısında kaygıya kapılıp uzaklaşmazdık ve muhtemelen ölürdük. bi aslan, ne bileyim bi kurt gördüğümüzde sıradan, ıslak, sarı bir mutfak bezi görmüş gibi davranırdık. bizi harekete geçiren şey otonom sinir sistemindeki sempatikus ve parasempatikus arasındaki paslaşmalardır.

nedir bu sempatik ve parasempatik sistem?

açıklayayım.

sempatik sistem? bildiğin alarm.
tehlikeli durumu fark edip böbrek üstü bezlerinde adrenalin ve noradrenalin salgılatıyor. yani seni uyarıyor, tetikte tutuyor. haliyle çarpıntı, heyecan, terleme, titreme, öfke gibi durumlar ortaya çıkıyor.

parasempatik sistem? e bu da polis. seni sakinleştirmekten sorumlu yetkili bir abi. "sorun yok hallediyorum" bakanlığı. adrenalini noradrenalini falan ortadan kaldırıp seni pezevenklerin elinden alıyor. koca adam olmana rağmen karanlıktan korkup hızla yatak odasına kaçtığında "annee aranıza yatim miiii" diye utanmadan soruyosun ya. hah işte parasempatikusun işi o.

özetle sempatik sistem "ay bana bi şey oluyo" diyen selinsu, parasempatik sistem de "noluyo amağa goyum geç şöyle arkama" ya da "o ne lan kaç amınakoyim topuk topuk topuk" diyen yozgatlıdır.

peki limbik sistem, bu otonom sinir sistemi falan bokunu çıkarıp fazla aktif olursa o zaman ne olur? işte o zaman yanlış alarm olur. it means; anksiyeteye, panik atağa hoş geldin bebeğim.

birkaç örnek vereyim:

diyelim ki çekirdek inançlarından biri bir şekilde "yalnızlıktan korkuyorum" olmuş. bu durumda arkadaşın seni 1-2 saat aramadığında alarm çalışır ve terk edileceğin tehdidine dair seni uyarır, uyandırır. (bu arada burdan sırf yalnız kalmamak için "sıkılıyorum, bunalıyorum olum yalnızken, kal bugün burda" diye beni zorla yanında tutan yasin astsubaya selam ediyorum. ayrıca new york'taki halama, new jersey'deki amcalarıma, yengelerime melebalaaaağr ihi.... neyse uzatmiyim)

bu durumda senin için "1 - 2 saat aranmamak" eşittir "terk edilme tehdidi".
"terk edilmek" eşittir "ölüm korkusu", "yüksek kaygı".
o da eşittir "kontrol edilemez davranışlar, sözlü saldırılar, kavga çıkarmalar".

evet, ne yaptığını fark ettin değil mi?

kavga çıkararak ona ulaşmaya çalışıyor. orada olup olmadığını böylece kontrol ediyor ve böylece alarmı susturuyor. kavga ile bile olsa ona ulaşmış olmakla korku, kalp çarpıntısı, titreme, terleme, öfke gibi semptomları yok edip "tehlikeyi" ortadan kaldırıyor ve "artık güvendeyim" diyor. fakat aslında olan şey alarmın önünden sadece küçük bir farenin geçmesidir. baktığında arkadaşın seni yalnızca 1 - 2 saat aramamıştır. fakat bunun sendeki karşılığı o kadar büyüktür ki, sendeki şu amını ırzını siktiğiminin hassas alarmı bir hırsıza verdiği tepkinin aynısını bir fareye de vermiştir. tıpkı vücudunun terk edilmeye verdiği tepkinin aynısını 1 - 2 saat aranmamaya vermesi gibi.

diyelim ki bir sebepten ötürü ölümü çok yakından tecrübe ettin. (ki 3. dünya savaşı çıksa ve 1 milyar insan ölse bu seni hayatta en sevdiğin bir insanı kaybetmek kadar etkileyemez). bu kayıptan sonra sende "ölüm ve kaybetmek korkusu"yla alakalı bir anksiyete gelişti. sevdiğin birçok insanı kaybettikten sonra çekirdek inançlarından biri "sevdiğim herkes ölür, sevdiğim herkes gider" gibi bir şey oldu. bu durumda birlikte olduğun insanlara karşı aşırı kontrolcü olursun. gözünün önünden ayrılmasınlar, mümkün olduğunca dışarı çıkmasınlar istersin. bir anlık dalgınlıkla kırmızı ışıkta karşıya geçen yakınına avaz avaz bağırıp ne kadar dikkatsiz olduğunu haykırırsın. çünkü bu senin için alarmdır. ve onun öleceğine dair seni uyarır. herhangi birisi ölmemesine rağmen "hassas alarm" sebebiyle kişide ölüme verilen tepkilerin aynısı görülür. aslında bu çok acıdır, çünkü kişiye defalarca aynı ölüm acısını hem de görünürde hiçbir sebep yokken yaşatır. alarm çalmış, iş yerinin sahibi uyanmış, telaşlanmış, korkudan tir tir titreyerek telefonu tuşlamış ve olay yerine polisler gelmiştir. fakat aslında yine olan şey alarmın önünden sadece küçük bir farenin geçmesidir.

işte anksiyete de böyledir. vücudun ölüme verdiği tepkinin aynısını dalgınlıkla kırmızı ışıkta geçme davranışına da verir. ortada hiçbir sebep yokken olay yerine polisler gelir.

hayat sevince güzel filminde münir özkul'un oynadığı huysuz ihtiyar karakterini hatırladın mı? hani ağaçtan meyve alıyor diye ömercik mi sezercik mi ne sikimse tüfekle kovalıyordu da adı cimriye çıkmıştı. meğerse sonradan anlaşıldı ki adamcağızın çocuğu ağaçtan düşerek ölmüş ondan çocukları uzak tutuyormuş. heh işte alarm.

gerçi çocuk ölmesin diye tüfekle peşinden koşmak da tööbestağfirullah... ama neyse şimdi bunu sorgulayamıyacam amınakoyim.

ölmesin diye nerdeyse öldürecek lan bak aslında iyi ironiymiş he. neyse konumuza dönelim.

bu durum yavaş yavaş "kendini gerçekleştiren kehanet" dedikleri duruma evrilir ve atıyorum, "terk edilme korkusu" olan kişi gerçekten de aranmama davranışına gösterdiği abartı tepkilerinden ve bunaltıcı tavırlarından dolayı terk edilir. üstelik bunun sebebi yine kendisidir. korktuğu şey başına kendisi yüzünden gelir. böylece bu durum bir kısır döngü halini alır:

terk edilme korkusu -> kontrolcü davranışlar -> terk ediliş

her terk edilişten sonra korkusu daha da artan kişi bir süre sonra herhangi bir ilişki kurmaktan kaçınır. durumunun farkında olan bazıları ise bir ön yargı ile terk edileceği sanısına kapıldığı o andan itibaren sırf "ben terk edilmem terk ederim" giderini koymak için görünürde karşı tarafa göre hiçbir sebep yokken, ki bu çok anlaşılır, terk eder. oysa sebebi "fareler"dir. terk edilmeye karşı bir savunma mekanizması olarak terk eder. madem eninde sonunda terk edilecektir o zaman bunu en başından kendisi yapar ve o çok korktuğu durumu yaşamamış olur. o cesur ve insanları sikine takmayan cool karakterlerden biri olarak hayatına devam eder. oysa umrundadır ve üzülüyordur.

öyledir, her osurduğunda osuracağım derken altına sıçarsan artık osurmazsın, tuvalete gidersin.

bu kısır döngüden bunalan kişi "ya nolur şu kısır döngü kırılsa artık" diye adeta yalvarır. ne kendisi normale dönebiliyordur ne de onu böyle kabul edebilecek kadar sabır sebat vardır birilerinde. o kocaman küslükler, kızgınlıklar bir sevgi sözcüğü ile, bir gülüşle, bir sarılmayla sönüp geçecektir belki. bir kere sarılsa şöyle şefkatle bitecektir o kriz. ama sarılmazlar. (anksiyetesi olan birine sarıldığınızda hiçbir sıkıntının, sorunun kalmadığını ve bütün konunun kapandığını göreceksiniz. bu bile tek sorunun sevgi görmek olduğunu gösterir.)
her krizin içinden sağ kurtulmanın yolu birisinin ona sarılmasıyken, "sevgi" görmek iken korktuğunu yaşar sonunda. o kısır döngü kırılmaz ve her ilişkiye biraz daha kaybederek, biraz daha korkarak girer. sonra kendini sevmemeye başlar. başkalarının sevmediği yetmezmiş gibi en sonunda o da kendisini suçluyordur artık. nefret ediyordur kendisinden. sevgi ile iyileşebilecek bir hastalıkta belki de kendisini seven tek kişi de sevmiyordur artık. durumunu anlar ama elinden bir şey de gelmez pek. değiştiremez kendisini. suçlu hisseder. alarmı susturamaz. kağıtlara "kendimi sevmiyorum" diye yazar. iyileşmesi için kendisini sevmesi gerekirken en sonunda o da kendisini sevmez ve gün geçtikçe daha da nefret eder. e kendisini sevmeyen başkalarını sevebilir mi ya? başkalarını sevmeyen sevilir mi? sevilmedikçe daha da sevmez kendisini. buyrun bir kısır döngü daha. çorap söküğü gibi, jenga taşı gibi yıkılan yıkılana. her şey bu kadar ilintilidir birbirine.

"sevmeye kendinden başla. kendini sev ki ötekini de sevesin. kendini bil, kendini kabullen, kendini sev" diye yazar kağıtlara ama yapamaz artık.
ufak şeylerle mutlu olmaya çabalarken içinin cızırtılı radyosu "sen değersiz birisin" diye fısıldar kulağına. ufacık bir şeyle mutlu olup ufacık bir şeyle paramparça olur. hayvanlar, çocuklar, yaşlılar, ailesi... bu kadardır hayatı. onlar da yoksa sevecek hiç kimse kalmamıştır artık. çünkü kişinin sadece kendisi olduğu için sevildiği tek yerdir aile. bir ünvana sahip olduğu için veya bir güç, bir mevki sahibi olduğu için, cebinde çok parası olduğu için değil, sadece kendisi olduğu için sevildiği yer. bir insan şu an her ne yapıyorsan o yüzden seviyordur seni, ki bu kötü bir şey değil, var olan durumdur, acı gerçektir. ama aile senin sadece sen olduğun için sevildiğin tek yerdir. dolayısıyla aile insanın modern dünyadaki belki de tek sığınağıdır. kendimiz olabildiğimiz, maskesiz dolaşabildiğimiz bir yerdir aile. aile de yoksa onun artık sığınacak bir yeri de kalmaz.

o çaresizliğin içerisinde başkalarını sevmeye, başkalarına sığınmaya çabalar.
fakat başkalarını sevmek için işe önce kendinden başlamalıdır, kendisini sevmelidir. ama sevemez.
başkalarının sevmemesi gibi kendisi de sevmez kendisini. en sonunda boğazına geçirdiği bir iple herkesin terk etmesi gibi o da terk eder kendisini. kısır döngü daha da boktan bir hale döner ve artık bu kısır döngüyü kendisi kırar.

obsesyon, anksiyete, majör depresyon, duygu durum bozukluğu vesaire vesaire vesaire... bütün bunlar her insanda bir miktar olan şeyler. bunları katlanılmaz yapan şey ise şiddetinin artması ve hayatına engel olup asgari ihtiyaçlarını bile yapamayacak hale getirmesidir. artık ağır gelmesi, taşınamamasıdır. zamanı geldiğinde bir ay banyo yapmayacak hale soktuğunda bu bir hastalık adını alıyor. her şeye rağmen sabah bir şekilde kalkıp tıraş olup işe gidebiliyorken bir gün artık onu da yapamaz hale geldiğinde bu işte tam bir hastalık halini alıyor. hani sen hayatına gene devam ediyorsun ya tıraşını olup parfümünü sıkıp bütün bunlara rağmen... bu işte onu da yapamıyor artık. ve uzun süredir bu yükü taşıdığı için de artık ağır geliyor, taşıyamıyor. iki kilo mandalina bile yedi saat taşırsan sana yirmi kiloymuş gibi daha ağır gelir, öyle bakma. ağır gelmesi, taşıyamamak öyle bir şeydir işte. reelde şiddeti artmasa bile nominal olarak senin hissettiğin ağırlığı artıyor ve artık taşıyamıyorsun.

bilimsel çalışmalar mutluluğu; yüzde elli genetik faktörler, yüzde kırk amaçlı etkinlikler, bizim yaptığımız, bizim seçtiğimiz etkinlikler, yüzde on da hayat şartları belirliyor diyor. bazılarımız yüzde elli o avantajla doğuyor genetik olarak. ama o "yüzde on" o kadar büyük fark yaratıyor ki. o "yüzde kırk" o kadar büyük fark yaratabilir ki. bazı insanlar doğuştan karamsar doğabilir genetik yapıları gereği ama o "yüzde elli"yle onu aşabilirler. ama gene de bir zaman tüneli olsa ilk yapacağı iş dedesinin sikini koparmaktır.
Anksiyete, gerçekte olmayan ancak gelecekteki olası tehditlere karşı kaygı ve korku hissedilen ruhsal bir bozukluktur. Sıkıntılı ve gergin ruh hali, dikkat ve hafıza sorunları, ölüm korkusu, kendine veya bulunduğu ortama yabancılaşma hissi, çarpıntı, mide ağrısı anksiyetenin belirtilerindendir.

karışık olanına sahibim maalesef. illet bir hastalıktır. insanların içinde bile ortaya çıkıp insanı zor duruma sokabilir. zeki insanlar da anksiyeteye yakalanmaya meyilli olurlar. mensa üyelerinin bir kısmında anksiyete bozukluğu çıkmıştır..
artık yavaş yavaş yendiğim bir bozukluktur. önceden maalesef çok anksiyetem vardı.
Gelecek kaygısından dolayı içimi kemirmekte olan şey. Aklımı kaçırmadan şu dönemi de atlatsaydım hayırlısıyla...
antipatiklerin sahip olduğu psikolojik gerilim durumu.
geçmiyor. benimki geçmedi. 3 yıl selectra kullandım ama akıbeti belirsiz gergin bir durumda tekrar nüksetti. hayatımın şu iki ayı cehennem azabı gibi geçecek sanırım. henüz olmamış, belki de olmayacak, ya da belki bir ihtimal olacak bir şeyin yasını tutuyorum. korkusunu yaşıyorum.

çok korkunç bir şey. insanı yutan bir canavar.
Regl öncesi dönemde çok artan ve insanın yaşam kalitesini düşüren durum. Modern çağın en büyük sıkıntılarından biri.
şimdi ananı laciverde boyadım!" diyerek vuku bulan elim hadise. ayol anamı boyayacaksan mora boya, mor asil renktir.

a.b'mi dörde ayırabilirim. 15'li yaşlarım, 20'li yaşlarım, 25'li yaşlarım, 31'imin (yaş olarak) sonu.

ortaya çıkar, belli bir dönem hayatımı zehir eder ve gider, uykuya dalar, sonra ne zaman gelir meçhul, fakat gelir.

bu pezevenk illet 20-25 gündür tekrar başımda, ansızın yakalıyor, evham yaptırmadığı zaman ise uyuşturuyor, karıncalaştırıyor bedenimi, her yerimi, yüzümü bile, hani böyle tarkan arabada mahsur kalıyordu herkes el uzatıyordu arabanın tepesine filan çıkıyordu ya klibinde, öylesi bir meret, sarıyor her yerimi, kurtulmağa uğraşıyorum.

fazlasıyla sinir bozucu.
güncel Önemli Başlıklar