bugün

halen yürürlükte olan anayasa'ya göre ülkenin iç ve dış düşmanlarıyla mücadelesi anayasal görev olan türk ordusudur. komuta kademesinde karılarının metreslerinin yediği haltlar yüzünden sessiz kalan ya da hiç terfi edemeyeceği noktalara gelebildiği için düşman akp hükümetiyle işbirliği yapan subaylar olsa da bu ordu türk milletinin ordusudur.

içlerinde yurtsever subaylar olduğuna dair umudumuzu koruyoruz.
akıllara süheyl batum'un geçen yıl söylediği ve tepki gördüğü sözü hatırlatandır. haklıymış.

http://www.ntvmsnbc.com/id/25179379/
aynı anayasaya göre genelkurmay başkanlığı başbakana bağlı bir kurumdur.yani başbakan üst konumdadır.bu da demek oluyor ki başbakan emir vermedikçe hiç bir hamle yapılamaz.eskiden komutanların sözü geçer durumdaydı fakat şimdilerde bu durum söz konusu değildir.biraz sesini çıkaran ya emekli ediliyor yada silivri'ye sevk ediliyor.hal böyle iken kimse ordunun harekete geçeceğini beklemesin.
işbirlikçi hükümet tehdit ediyor diye görevden kaçmanın mazur görülür tarafı yoktur.

asker ülkesini korumak için vardır. bu mantıkla vahdettin ve damat ferit kabinesi tarafından görevden alınan ve idama mahkum edilen atatürk'ün de istiklal savaşını hiç başlatmaması gerekirdi.
mutafa kemal gibi yürekli,emperyalist güçlere kafa tutacak yapıda ve kafada ne bir siyaset adamı,ne bir asker, nede bir bürokrat mevcuttur bu ülkede.hal böyle iken orduyu suçlamak abesle iştigaldir.
Türk ordusunın anayasal görevini yerine getirecek asıl adamların hapiste olmasından kaynaklanmaktadır.
mantık kapıdan çıkınca içeri teslimiyet ve itaat giriyor.

yeterince cesur olmayan ve aldığının karşılığını vermekten kaçacak sorumsuzlukta insanları suçlamak ya da hesap sormanın neresi abesle iştigaldir merak konusu...

taksiciyi parayı alıp, yolcuyu taşımadığı zaman alkışlıyor muyuz?
internet sitesinde dahi artık desturla yazı yayınlayan silahlı kuvvetlerin; öncelikli görevlerini dahi yapmaktan aciz düşürülmüşken yönetime el koyması, elini masaya vurmasını beklemek hayalperestlik olur. lakin şuda bir gerçektir "en kötü demokrasi en iyi darbeden iyidir" sözü akp' dönemi icraatleri ve ülkenin getirildiği noktada geçerliliğini yitirmiştir, fakat bu darbe istemek yeni darbelere zemin hazırlanmasını istemek değildir, atatürkün gösterdiği yolda ilerlerken sekteye uğramış olsak bile darbe isteyemeyiz! eklemek gerekir ki; askerin günlük siyasete karışmasına karşı çıkan, demokrasi adına makam mevkisini brakıp üniformasını çıkaran kurtarıcının ideallerini karşı çıktığı şeyleri yaparak yaşatamayız. 27 mayıs emir komuta zinciri dışında yapılan ve darbeler sezonunun açılmasından beri süregelen süreçte olduğu gibi sonunda kazanan yine bugün yönetimde bulunan şaşırmışlar gibi siyasiler olur, gerçek vatansever gerçek atatürkçü siyaset alanında askerin müdahalesini dilemez, ona düşen geniş halk kitlelerini bilinçlendirmek gaflet uykusundan uyanmasına yardımcı olmak ve cumhuriyetine sahip çıkmaktır askeri müdahale seçenekler arasında bile olmamalıdır.
pkk canlanıp tsk güçsüzleştirilince ortaya çıkan sonuçtur. niye şaşırıyorsunuz ki? bu ülkenin genel kurmay başkanı örgüt kurmaktan içeri atıldı, unuttunuz mu?
" pkk nın başlangıcı askeri darbeyle olmuşsa, bitişi de askeri darbeyle olacaktır. "

yersen unlu mamülleri.
ordu anayasal görevini tüm olumsuzluklara rağmen yapmaktadır.

http://haber.mynet.com/so...-en-buyugu-652381-guncel/

Dün gece sabaha karşı da Şemdinli’de askeri hareketlilik yaşandı. Sabah 04.30 sıralarında Yüksekova yönünden yaklaşık 60 tank, mayına dayanıklı içi asker dolu 70 kirpi aracı ile yaklaşık 40 sivil kamyon ile sevkiyat yapıldı. Son beş yılın en yoğun sevkiyatının yapıldığı saatlerde yoğun güvenlik önlemleri de alındı.

DHA

ama anayasal görevden kastınız darbe, ihtilal vesaire ise diyecek lafım yok. hangi darbenin bu ülkeye yararı oldu onu açıklığa kavuşturmak lazım önce.
anayasal görevinden kaçan türk ordusu: dsarbeyi savunanların aklından şüphe etmek lazım; ,nükleer santralin ne kadar faydası tartışılır o ayrı fakat, ezan şehidi Menderes zamanında nükleer santralin temeli atılmıştı...
anayasal rejimi çeşitli illegal yollara başvurarak değiştirmenin kabaca "darbe" dediğimiz olgunun tarifi olduğunu kabul edersek. anayasaya aykırı uygulamalarla hayatın her yanında uygulanan keyfi uygulamalar ve sivil faşizmin engellenmesinin çaresi nedir?

kendi silahlı güçlerini oluşturmuş, polisi adeta nazi sa'ları gibi kullanan halk ne yapmalı peki? seçim sistemindeki diğer partilerin de düzen partileri olarak bazı detaylar dışında adeta birbirine kenetlendiği ortamda vatandaşın ya da daha doğrusu yurtseverlerin çıkış noktası nedir?

vatandaşlarının ezici çoğunluğunun dileğinin aksine ülke topraklarını gizli anlaşmalarla farklı güç odakları ve devletlere devreden bir iktidara, muhalifleri asılsız suçlamalarla içeri alan bir iktidara, dış borçlanmadan gelen paraları zimmetine geçirip vatandaşının belki de 50 yılını çalan bir iktidara karşı çözüm nedir? meclisi bir takım gizli anlaşmalar yaparken, komşu devletlere asker gönderirken pas geçen ve muhalefetin de bunu sessizce desteklediği bir iktidara meşru demek mümkün mü?

öncelikle tartışılması gereken zemin meşruiyettir zaten. en başta oradan başlayalım.

vekil, bakan, başbakan, cumhurbaşkanı olarak görev tanımınızın en başında "seçilmiş" olmak vardır. meşruiyetiniz sizi atayan bir otoriteden değil, seçenlere verdiğiniz sözlerden kaynaklanır. bunun sembolik ama anayasaya dayanan belgesi vekillik yemininizdir. sizi seçmen dışında mülki, idari ve/veya askeri bir otoritenin görevden almasının önündeki engel budur. eğer ki yemininize aykırı hareketlerde bulunursanız meşruiyetinizi kaybedersiniz. bununsa su götürür tarafı yoktur "seçmen cevabı sandıkta verir" klişesi burada işlemez.

çarıklı liberallerimizin ve yeni nesil "aaabi yeeea"2cı ayfon applicationcı demokratlarımızın kutsalı olan anglo sakson anayasal sisteminde dahi yemin dışında iş yaparsanız anında biletinizi keserler. aslında anayasal sistemimizin omurgasının dayandırılarak inşa edildiği fransız rejiminde bunun yaptırımları ise daha serttir ama yamalı bohça tarzı güncellemelerle delik deşik edilen anayasamız uygulanamaz durumdadır.

yemine aykırılık konusunda ise subjektif ya da spekülatif olmayan çok açık ve belgeli yüzlerce ihlal vardır.

örneğin başbakanın ortaya çıkan kayıtlarında çocuğu için para istemesi adli bir suçtur. ancak arap baharı sonrasında mısır'da televizyonlar önünde veridiği "ben laik değilim" beyanatı yemine aykırılık ve dolayısıyla göreve devam nedeniyle anayasal suçtur. zaten fiilen o demeciyle yeminine karşı durarak vekilliğini ve seçilmiş olma durumundan gelen görev ve avantajlarını yitirmiştir. bunu bu kadar uzun uzun yazmamın sebebi "demokrasi kötü de olsa iyidir, darbe olmasın" söylemindeki hassasiyetin düştüğü boşluğu vurgulamaktır. eğer ki demokrasi konusunda bu kadar hassas isek yukarıda anlattığım meşruiyet sorununa da bir yanıt bulmak elzemdir. bu "canım ne var siyaset işte" şeklinde geçiştirilebilecek bir olgu değildir.

demokrasinin kendi içindeki bütün çıkışlarını kapatıp, meclisi en kritik anlaşmalarda dahi devre dışı bırakıp, meşruiyeti kaybettikten sonra dahi iktidarda üstelik kendi emrindeki silahlı güce dayanarak kalmaya devam eden bir oluşuma karşı çare nedir?

sokağa her çıktığında meydanlarda saldırıya uğrayan muhalif vatandaşlara bireysel silahlanmayı mı öneriyorsunuz? peki o zaman ortaya çıkan tablonun adı "iç savaş" olmayacak mı?

tv programında bıçak set satan tezgahtar gibi sloganlaşmak güzel de "enkötüsü" darbeden iyi olan o demokrasi tamamen ortadan kalktıysa ne halt edeceğiz?