bugün

Okuduğum en güzel kitaplardan biri.
Eskiden olsa paragraf paragraf yazardım. Çok merak eden gitsin okusun.
Türk edebiyatında bu romanin üstünde hiçbir eserin olduğunu düşünmüyorum.
Felsefeni yadırgandığı yıllarda yazılmış oldukça cüretkar bir roman.
görsel
"Dalmışım... Görüyordum ki, gayet büyük bir sarayın içinde pek küçük bir pencerenin önündeyim. Bu pencereden, binlerce kişi alacak büyük bir odayı görüyordum. Odanın etrafı, benim pencerem gibi, küçük küçük pencerelerle dolu idi.

Her birinde bir adam oturmuş, odayı seyrediyordu. Odanın içerisinde zümrütten, yakuttan yapılmış kürsüler üzerinde başları taçlı, çoğunun yüzleri peçeli, heybetli ve ağırbaşlı kimseler oturmakta idi.

Kürsülerden bir kısmı daha yüksek bir yerde ve mücevherden olup bunların ortasında ve hepsinden yüksek birisi boş idi. Bu kürsülerde oturan kimselerden biri ayağa kalktı ve:

- Beşeriyet gelmiş, bizden bir soru soracakmış. Uygun bulursanız gelsin, dedi.

Toplantıda bulunanlar olur cevabını verdiler. ilk söz söyleyen zatın emri üzerine odaya beşeriyeti aldılar.

Beşeriyet adını alan bu adam sefil ve sakat bir zavallı idi. Giydiği yırtık pırtık elbiseler, sararmış çehresi mecliste garip bir tezat meydana getiriyordu. Reis vekili kendisine hitap etti:

- Ey beşeriyet! Otur, rahat et ve sorunu sor.

Beşeriyet oturmadı ve dedi ki:

- Oturmak, rahat etmek mi? Yazık! Acaba yüz binlerce senedir oturacak, rahat edecek vakit mi buldum? Bir taraftan geçim sıkıntısı ve ihtiyaç, diğer taraftan kendi vücudumdaki bin türlü hastalıklar rahat etmeye vakit mi bırakıyor. Bu kadar sefil iken yine intihar etmeye razı olamıyorum. Ben pek alçağım. Pek, pek...

Beşeriyet hıçkırıklarla ağlıyordu. Son derece müteessir olan meclisi hüzünlü bir sessizlik kaplamıştı. Bütün üyeler, zavallı Beşeriyetin ümitsizlik ve mahrumiyetini hissediyormuş gibi görünüyorlardı. Reis vekili:

- Mesele pek büyük. Bunun halli reisimizin gelmesine bağlı, dedi.

Beşeriyet dedi ki:

- Hiç olmazsa bu kadar sefalete niye katlandığımı, neden intihar etmediğimi anlasam...

Mecliste bulunanlardan biri ayağa kalktı:

-Müsaade edilirse şu zavallıyı teselli edeyim, dedi.

Meclisin uygun görmesiyle şu sözleri okudu:

“Ya Rabbî! Hayattaki bu lezzet ve insanı hayata bağlayan bu garip kuvvet nedir? Hayat ki, mutlaka sonu gelecektir ve dert ve kederle doludur. Buna rağmen yine onun peşinde koşulmaktadır. Acaba bunun hikmeti nedir?

Hayat insanı bir an rahat bırakmaz. Çünkü bin türlü acılarla ve geçim sıkıntıları ile doludur.

insan, çocukluğunda beşikte ağlamaktadır. O tertemiz ve günahsız çağ feryatla geçer. Gençlik, bin türlü emel ve arzularla doludur. ihtiyarlık ise mihnet ve sıkıntı devresidir.

Ecel vakti geldiği zaman, ömrün geçen kısmı bir andan ibarettir. Bunca sefalet bir an için midir?”

Gaipten gelen bir ses şu cevabı verdi ve dedi ki:

Hayattaki bu zevk ve kıymet, akıllı kimseler için Allah'ın kudret eserlerini seyretmek; cahiller için de yemek ve şehvetten ibarettir.

Beşeriyet bir ah çekti ve:

- Doğru, doğru... Bana söyleyiniz, merhamet ediniz; madem ki, hayattan tiksiniyorum da onsuz da edemiyorum, saadet nedir? Bunu söyleyiniz, dedi.

işte bu sırada Reis geldi. Meseleyi anladı ve mecliste bulunanlara:

- Buyurunuz, şu dertlinin derdini hallediniz, dedi.

Mecliste bulunanlardan bazıları şu şekilde cevaplar verdiler:

Cenab-ı Halil ibrahim Peygamber (A.S.): Saadet çalışmak, kazanmak ve kazancını insanlarla paylaşmaktadır.

Cenab-ı Kelim Musa Peygamber (A.S.): Saadet, nefsini, Firavun gibi insanın başına bela olan aşırı isteklerden kurtarmaktır.

Konfüçyüs: Saadet, bir tencere pirinç pilavına bütün lezzetleri sığdırmaktadır.

Eflatun: Saadet, daima yücelikleri düşünmektedir.

Aristo: Mantık! işte saadet.

Zerdüşt: Saadet, karanlıkta kalmamaktır.

Brahma: Saadet mi? Herkesin zannı ne ise onun aksidir.

Cenab-ı Mesih isa Peygamber (A.S.): Saadet, geçmişi unutmak, hali hoş görmek ve geleceği düşünmemekle mümkündür.

Hz. Lokman: insanlar bu kelimeyi, arzu edip de elde edemedikleri bütün şeyleri bir kelime ile ifade etmek için icat etmişlerdir.

Hızır: Saadet, bitip tükenmek bilmeyen arzuların girmediği gönüllerde bazen kabarıveren bir hayalettir.

Bu sözler üzerine Buda, öfke ile ayağa kalktı:

- Ey Beşeriyet! Saadet, yok olmanın güzel isimlerinden biridir. Nirvana! Ey Beşeriyet, Nirvana!

Beşeriyet bitkin bir halde yere düştü ve:

- Ooofff! Hangisi, hangisi diye mırıldandı.

O vakit Reis ayağa kalktı:

- Ey Beşeriyet! Saadet, hayatı olduğu gibi kabul etmek, yüklediği yüklere razı olmak ve hayatın iyiye gitmesi için gayret etmektir, dedi.

Beşeriyet ayağa kalktı ve:

- Ey âlemlerin kendisi ile iftihar ettiği son Peygamber Hz. Rasulallah! Beşeriyetin dertlerini anlayan ve ilacını bulan yalnız Sensin, dedi.
Nisan ayındaki kitap listemde olan kitaptır.

Çok olumlu eleştiriler aldım. Alalım, okuyalım bakalım.
Aynalı Baba'nın külahı Raci'nin kafasında, Raci'nin kravatı Aynalı'nın boynunda çok tuhaf görünüyor, gülüşmenin ardından Aynalı durumu özetliyordu: "Raci nûrum; senin beyefendi giyimine benim külahım ne kadar tezat olmuşsa, üstümdeki renkli elbiseme de bu boyun bağı, o denli tuhaf kaçar. Oysa ki insanların çoğu bendeki bu yular için seni beyefendi diye karşılayıp saygı duyarken, bana deli damgası vururlar. Zâtımı adam sıfatına sokan üç on paralık bezdir, insanların gözünde." der, Aynalı Baba.
içerisinde belki de dünya edebiyatının ilk bilimkurgu öyküsü kabul edilebilecek bir bölüm barındıran, teee 100 yıl evvel uzaydaki farklı yaşam formları ile ilgili öngörüde bulunmuş, tasavvufi yönü oldukça derin olan harika eser.
Hayatta sadece birkaç kitap okuma hakkım olsa okumayı seçeceğim kitaplardan birisidir. O kadar çok şeye cevap verir ki kitap. Yani bence bu kitap kesinlikle direkt insana hitap ediyor. En yalın haliyle " insan" a. Hayatın zorluğu, boşluğu ve anlamsızlığı üzerine verdiği cevaplar öyle tatmin edici ki. Bir kaynak kitap, başucu kitabı. Açıp tekrar tekrar okunası. Hayatı bir yandan sevdiren bir yandan da ondan bezdiren. Hayal aleminin en ücra noktalarında, sır perdesinin arkasında bizi geziye çıkarıyor adeta. Tasavvufa giriş niteliğinde diyenler de var. Velhasılı kelam okuyan bir şey kaybetmez ama çok şey kazanır. Sevgiler ve saygılar.
mezarlıktaki bölüm iyi, kitap güzel ama konusuna uzağım.
tasavvuf boş bir inanç ya da ayrı bir din, ben o dinden değilim; selametle efenim...
Şehbenderzade Filibeli Ahmed Hilmi'nin eseridir. "Ruh ve madde âlemi arasında varlığın hakiki manasını arayan Raci’nin yolu nihayet bir gün, mezarlıktaki küçük kulübesinde yaşamını sürdüren Aynalı Baba ile kesişir."
kitabı okumaya başlamadan önce vaay şu kadar sayfa şu günde okur geçerim düşüncesine girmek çok büyük bir yanlış olabilir. Zira okumadan önce dini, tasavvufi altyapıya sahip olmak da elzem. Belki on-on beş dakikada okuyacağınız iki pasaj, aslında çözümlemeyi gerektiren uzun bir süreç barındırıyor. Hatta dönüp dönüp okumayı gerektiriyor. Bu dediğim de aslı değil aslının günümüz türkçesine uyarlanmış halinin yazımı (kaknüs yayınları) aslında aslen sayfa sayısının değil içeriğinin büyüklüğünce çok fazla kalın bir kitap, yapım. Çerez romancı arkadaşlara pek tavsiye edilecek türden değil. Kalın değil ama büyük bir eser.
Tasavvufla ilgilenen ya da merak edenlerin okuması gereken çok güzel hikayelerle bezenmiş bir kitap.
okurken insanın kafasında hoş şeyler canlandıran, özendiren keyifli fantastik roman. filibeli ahmet hilmi'nin kaleminden 100 yıldan fazla oluyor kaleme alınalı.

içinde bok bok entrikalar olan pembe dizimsi aptal romanlar gibi değil yani. bitince vay be diyorsunuz.
Hacer-i Esved'i var öp,eğer öpmekse muradın.
Hiçi bûs etmek için halet-i bi-şan gerek.
Can der-aguş olunur mu mütanahi sözler ile?
Leb değil öpmek için,ah-ı can gerek.

Sonsuz aşk nasıl anlatılabir ki başka?ruhun çok yaşasın Filibeli Ahmet Hamdi!
Felsefe ile değil içsel keşifle ve hayatı derinden hissedişle gerçeğe ulaşılabileceğini, manevi yükselişin maddi olana galebe çalmasını felsefi, metaforik bir şekilde öyküleyen kitap.

Her gece bir, en fazla iki bölüm okuyup uyudum, her gece tuhaf rüyalar gördüm. Raci'ninkiler gibi derin değilse de benim için tuhaftı.

Yalnız bendeki baskı hoşuma gitmedi. Osmanlıcadan sadeleştirirken biraz güdük kalmış gibi.

Son söz; güzel ve akıcı bir kitap.
Ağır bir sembolizm ile ilerleyen kitap. Tasavvufi yönü güçlü olsa da pek islami durmaz. Daha genelleyicidir zira içinde envai çeşit dinden şahsiyetler bulunur.
Deli gibi sevdiğim kitap.
"Tuhaf! Varla yok hiç bir olur mu? Örneğin ben şimdi varım, yarın yok olacağım. Bu ikisi arasında fark yok mu?" dedim.
Deli, başını çevirdi. Kahkahayı bastı:
"Vay! Sen varsın ha?!
Acaba var mısın?"
doğu işi alice harikalar diyarında diyebiliriz. liseye kadar okuyun maksat kitap skalanız gelişsin ama liseden sonra okumayın "bu ne lan hahahaha" diyip geçersiniz şu çok övülen ama hiçbir numarası olmayan kitaplardan.

not: hep merak etmişimdir aynalı baba o elemanı düdükledi mi acaba?
dönüp dönüp yeniden okunması gereken kitap... şöyle yazar bir yerinde;

Yalnızca ben "var"ım. Çünkü "hiç"im ve "yok"um. Varlığım mutlaktır. Yokluk, bağımlı olan için vardır. Mutlak "varlık" tır, "var"dır.
ilk okunduğunda şimdi noldu yea havası verse de ikinci okuyuşta ok hedefini buluyor.
Güzel kitap, mistik Doğu'ya giriş kitabı gibi bir şey.
sedat anar ın santur albümündeki bir şarkısı.
kaknüs yayınları tarafından latif harfleri ve osmanlıca türkçesi ile, çeşitli illüstrasyonlar ve bol dipnot ile özel ciltli baskısı yapılmıştır.
Derinliği olan kitaptır.
Yoğun bir sembolizm görülür ve asla sıkıcı değildir.
Aksine hayal gücünü inanılmaz çalıştırır.
Bu kitap dine yada yaratıcıya inanmasanız dahi birçok konuda ilham alabileceğiniz sırlar ile doludur .
doğan hızlan ve murat beşer'in bugün ki köşelerinde bahsettiği müzikal albümdür.şunları yazmışlar:
iLHAMINI KiTAPTAN ALAN ALBÜM
santuri sedat anar’ın birinci albümü belâgat’i yazmıştım.
santur sevgimi, müzikteki yerini önemsediğimi okurlarım bilir.
anar’ın ikinci albümü â’mâk-ı hâyâl* de yakın zamanda çıktı.
albümün üstüne anar bir de not eklemiş:
“bu albüm â’mâk-ı hâyâl benim ruhumu yansıtır. filibeli ahmet hilmi efendi günlerce rüyalarıma mihman oldu. hasbıhal ettik. beni irşad etti. gönlümden çıkan bu ezgileri sizin de dinlemenizi çok istedim.
size â’mâk-ı hâyâl kitabından bir dörtlükle hoşça kal demek istiyorum.
“dedi, nedir bu hayatta lezzet.
dedi cahiller için yemek ve şehvet
âkiller içinse seyr-ü bedayi”
albümün ithafı şöyle:
“yeğenlerim; siyabend, yusuf, azra, rojin, aliye, sezgin-sedat ve türkân’a ithafen.
ve hakikat aşkıyla yananlara...”
albümün ilk sayfalarında zerdüşt, kaf ve anka yer alıyor.
â’mâk-ı hâyâl albümünün hazırlanışını anar şöyle anlatıyor:
“yaklaşık olarak dört yıldır a’mak-ı hâyâl kitabıyla haşır neşir olmaktayım. bu yıl, a’mak-ı hâyâl kitabının yazarı olan değerli insan filibeli ahmet hilmi efendi’nin ölümünün yüzüncü yıldönümüdür. teşekkürümü ilk önce filibeli’ye etmek istiyorum. sayesinde feyz aldım. irşad ettim. böyle bir albüm yapmak fikri, hiç kuşkusuz ki bu kadar güzel gönülle, ruhla ve aşk ile yazılmış bir kitabı ilk okuduğumda aklıma düştü. aslında çok zor bir işti. kitaptaki şiirleri bestelemem dört yılımı aldı.”

* * *

filibeli ahmet hilmi’nin yapıtlarının anar’ın bestelediği her parça birine adanmış:
âlem, tanıl bora’ya, göz, ibrahim sarıtaş’a, ben oyum’ki, cemal ve kemal şentürk’e,
seyyah-âvare, hasan kınay’a, kim, nihat gül’e, iyi şair ahmet telli’nin şiiri santur, emine hocaoğlu’na, ulular meclisi, emre terlemez okçular’a.
santuru, onunla yapılmış besteleri dinlemeniz birkaç gerekçeyle savunulabilir. gerçekten her yerde dinleyemeyeceğiniz iyi bir enstrümanı, iyi bir icracıdan dinleyeceksiniz. ikincisi iyi bir bestecinin yapıtları bu sazda seslendiriliyor.
ayrıca albümde şair ahmet telli, iki eseri seslendirmiş, biri filibeli ahmet hilmi’nin ulular meclisi’ni, diğeri de kendi şiirini.
hiç kuşkusuz ahmet telli’nin santur şiiri, bu albüme bir edebi boyut kazandırmış.
yazımı bu iyi şairin santur adlı iyi şiirinden bölümlerle noktalayacağım:

santur

yaralı ve hicazkar bir santurdu
zamanın gözeneklerine kürdili
efkarları sızdıran, zagroslardan
sınır ihlaliyle kalbimize sığınıp

doğu’nun hicranı bürünürken
ağulu bir ezgiye, isfahan’dan
istanbul’a bir güzergah izler
ipekyolu’nun kervanlarıyla

herat’tan yahut kandahar’dan
buzkaşi macerası dediğin çılgın
göçebeydi, yalnız ve yatugan
halkların yaralı coğrafyasında

(*) â’mâk-ı hâyâl, sedat anar, z / kalan müzik

cumhuriyet gazetesinde de murat beşer yazmıştır.onun da yazısı şöyledir:
yıllardır ankara sokaklarında santur çalan bir sokak müzisyeni sedat anar.gündelik yaşamın acımasız bir hızla aktığı sokakları,ermenicesinden kürtçesine söylediği şarkılar eşliğinde bir nebze olsun çekilir kılanlardan biri yani; belediye ve mafya karşısında hayatını riske atma pahasına ilk albümü 2013 yılında belagat adıyla çıkmış.hüznün çalgısı santuru bir nebze olsun tanıtmıştı.şanlıurfa’lı anar’ın ikinci albümün adını veren feyiz kaynağı,ölümünün yüzüncü yılı olan şehbenderzade filibeli ahmed hilmi efendi’nin tasavvufi görüşünü içeren kitabı a’mak-ı hayal.ahmet telli’nin santur adlı şiiri dışındaki tüm parçaları vahdet-i vücud görüşlü bu kitaptaki şiirlerden bestelemiş,mistik bir ruh hali içinde.tabi ki başrolde santur ile anar’ın naif ve duygusal sesi var.eşlikciler ise erbane(def),yaylı tanbur,ney,tenbur,kanun ve kanjira gibi otantik çalgılar.
edindiği sağlam tecrübenin hatırı sayılır bir kısmını da iran seyahatlarine borçlu.doğal olarak fars ekolüne yakın anar.yanı sıra klasik türk müziği makamları da hakim.albümünde bektaşi nefesi,deyişler ve afgan müziği de eksik değil.dost çevresinden daha fazlasını hak eden bir çalışma.

aynı zamanda imc tv'ye verdiği röportajı dinlemek isterseniz.
https://www.youtube.com/watch?v=TV-xM3CCjCw