bugün

saçaklı mantık, taoist öğretiler, zart, zurt gibi bu ülkede çok fazla kişinin aşina olmadığı konuları, düşünceleri ve görüşleri kendi çıkarına uygun olarak yontup, pazarlayan, yediren, millete keko muamelesi yapan. nasıl olsa kimse bilmiyo neyin ne olduğunu anasını satiim salla gitsin. belki bu yüzden zaman'da yazıyor..hayatımda insanlarla bu kadar psikopatça dalga geçen birisini görmemiştim. ama herkes aptal değil ki be kardeşim ve bilmez misin bu ülkede aptal olmayanlar kendine aptal muamelesi yapılmasına nasıl tepki verir?

reha diye bi herif vardı, ismini onun hizasına yazdım bu bayanın.


(#2501692)
zaman gazetesinde türban konulu yazısının "okuyucumuz henüz buna hazır değil" yayınlatılmayan yazar.
(bkz: sansürlenen insan)
En küçük fırsatta oryantalizm de dahil olmak üzere bütün kültürel ve ekonomik sömürü mekanizmalarından dem vuran; ancak kendisi zaman gazetesinde yazan entelektüalizmin türkiye gibi ayrıksı bir ülkede ne boyutlara vardığını gösteren insan. Son bombası da efendim bu gazete öyle oluşmuşsa şu gazete nasıl oluşmuş? Alev hanım'a soralım o halde : Hırsızın hiç mi suçu yok? Şu anda rant odaklı bir tarikat gazetesinde yazmaktasınız. Gözlerinizi açın.* ***
zaman gazetesi genel yayın yönetmeni ekrem dumanlı sansürlendiği söylenen yazıyla ilgili haftalık değerlendirme yaptığı köşesinde aşağıdaki yazıyı yazma gereği duymuştur.

Sansür dediğiniz bu mu?
Bir haftadır bazı insanlar, Alev Alatlı'ya Zaman Gazetesi'nin sansür yaptığı iddiasını tekrar edip duruyor. Yapılan tenkitlerden anladığım çok net bir şey var: Sansürün ne demek olduğunu insanlar bilmiyor. En acısı da bazı gazeteciler bilmiyor ya da bilmezden geliyor. En temel soru şudur: Her yazıyı gazete yöneticileri basmak zorunda mıdır? Bunu defalarca ve açıkça yazdım: Hayır! Dileyen 14 Ocak 2006 (Gazetecilik adına kritik bir muhasebe) tarihli yazıma bakabilir. O dönemde ne Alatlı meselesi vardı ortada ne de sansür suçlaması. Kural şudur: Gazete, bir yazıyı çeşitli açılardan incelemek zorundadır. Editörler, kendilerine ulaşan bir yazıda genel yayın ilkeleri açısından mahzur görmüyorsa ve makalede hukuki bir problem yoksa yayınlayabilir. Aksi takdirde yayıncı sorumluluğunu hiçe saymak gerekir. Dünyanın her yerinde kural budur; bunun ötesini söylemek bilgi eksikliğidir.

Gelelim Alev Alatlı meselesine. Önce şu gerçeğin altını çizmek lazım: Sayın Alatlı haftada üç-beş yazı kaleme alan periyodik bir yazarımız değil; ancak kaleme aldığı yazılar beş seneyi aşkın bir süredir bu gazetede neşrediliyor. Bu süre içinde çok kritik yazılar kaleme aldı ve herhangi bir problem yaşanmadı. Alev Alatlı denince köşe bucak kaçanların bile Alev Hanım'a bir anda tutkulu bir şekilde sahip çıkıyormuş gibi yapmalarını hayretle karşıladım. Şimdi Alatlı'yı savunuyormuş gibi yapanların bu insana iki satır yer vermediklerini, yok saydıklarını unutmak bu işi bilenlere çok acı veriyor olmalı. En çok da Alev Alatlı çekiyor olmalı bu acıyı.

Bahsi geçen yazıya gelince. Yazı eline ulaştığında editör arkadaşımız bazı itirazlarda bulunmuş. Olabilir; bir yorum editörünün görevi arasında bu tür değerlendirme yapmak da vardır. Sebebini izah ederken de yayın ilkemizden bahsetmiş. Her neyse. Konu bana intikal ettiğinde Alev Hanım'a yazıyı görmediğimi; gerçekten sıkıntılı bir durum yoksa yazıyı basabileceğimi söyledim. Akşamüstü yapılan bir konuşmaydı bu ve yazıyı basma kararı versek bile ancak bir gün sonrasında uygulayabileceğimiz bir durum söz konusuydu. Biz yazıyı okuma ve değerlendirme fırsatı bulamadan bir internet sitesinde yayınlanmış. Üzüldüm; en çok da Alev Hanım'a kırıldım. inanıyordum ki aramızda bir yazı yüzünden kopmayacak kadar köklü bir sevgi ve saygı var. Yanılmışım. Daha kararımızı vermeden yazıya 'sansür yapıldı' diye jurnallendik. Bunca yıl bastığımız ve bazılarına 'aykırı' gelen yazıları bilmeden Alatlı üzerinden kampanya yapıldı. Tekrar söylüyorum; sorumlu bir yayıncı dışarıdan yazı kabul ederken 'bu yazıyı yayınlamıyorum' deme hakkına da sahiptir; bunun aksini söylemek köşe yazılarını ilahi metinler derecesinde görmek anlamına gelir ki 'tabulara karşı çıkan' yazıların ta kendisi tabu olur çıkar...

Lütfen elimizi vicdanımıza koyalım ve manzaraya şöyle bir bakalım: Zaman gazetesi Türkiye'nin en sesli gazetesidir. Bu kadar birbirinden farklı, bu kadar birbirine zıt dünya görüşünün toplandığı bir başka gazete var mı bu ülkede? Yöneticilik dönemi sansürcülükle geçmiş birileri, en kritik dönemde yazarlarını feda etmiş birileri, televizyonunda çalıştırdığı yazarının köşesini olaylarla kapatan birileri, yazarını ofisboylarına kovduran birileri vs. şimdi kalkmış bizi sansürcülükle suçluyor. insan önce oturur Zaman yazarının listesine bir göz atar; bu kadar zengin bir kadronun bir gazetede yer almasından kıvanç duyar ve eleştirilerini ona göre yapar. Ali Bulaç, Şahin Alpay, Elif Şafak, Ahmet Selim, Ahmet Turan Alkan, Hilmi Yavuz, Hüseyin Gülerce, Mümtaz'er Türköne, ihsan Dağı, Nedim Hazar, Selim ileri, Ahmet Şahin, Bejan Matur, Nihal Bengisu Karaca, Eser Karakaş... Liste uzayıp gidiyor. Allah aşkına bu çeşitliliğin topuğuna erememiş bazı yayınlara ne oluyor ki yukarıda macerasını kısaca özetlediğim bir tanecik yazı üzerinden fırtına koparılıyor...

http://www.zaman.com.tr/yazar.do?yazino=656327
zaman gazetesi genel yayın yönetmeni ekrem dumanlı'nın köşesinde yaptığı açıklamadan sonra alev alatlı'nın kendi internet sitesinde cevap olarak aşağıdaki satırları yazmasına neden olan durum.

AÇIK MEKTUP -

Sayın Dumanlı,'...Alatlı/nın/kaleme aldığı yazılar beş seneyi aşkın bir süredir bu gazetede neşrediliyor. Bu süre içinde çok kritik yazılar kaleme aldı ve herhangi bir problem yaşanmadı' derken, sonuna kadar haklısınız. Nitekim, Zaman'a ilişkin her türlü tezvirata rağmen gazetede yazmayı sürdürmemin nedeni de budur. 'Her yazıyı gazete yöneticileri basmak zorunda mıdır?' derken de sonuna kadar haklısınız. Gazetelerin yayın politikaları vardır; her yazıyı basmakla yükümlüdürler diye bir anlayış olamaz. Bu çerçevede, 'içerden Mırıldanmalar'ın sayfa editörü arkadaşımızı rahatsız etmiş olması anlaşılmaz bir durum değildir. Aynı şekilde, sizin bizzat başkanlık ettiğiniz yayın kurulunun metni yayımlamama kararının da yine aynı nedenlerle saygıyla karşılanması gerekir. Ancak, 'Biz yazıyı okuma ve değerlendirme fırsatı bulamadan bir internet sitesinde yayınlanmış' şeklindeki ifadenizin doğru olmadığını bile bile, sırf zevahiri kurtarmak için ve beni töhmet altında bırakacak şekilde dillendirmiş olmanız ayıptır. 'içerden Mırıldanmalar'ı okuma fırsatı bulmuş olduğunuz, benden türban olayına değinmeyen bir başka konuda yazı talep etmiş olmanızın ayrıca tastikindedir. Saniyen, söz konusu metnin yayımlandığı ortam herhangi 'bir internet sitesi' değil, başta ZAMAN için kaleme aldıklarım olmak üzere, tüm yazılarımı, söyleşilerimi, hakkımda çıkan yazıları, ve diğer görsel malzemeyi yaklaşık 2000 yılından beri paylaştığım grubumdur. Bana ait ürünler bu grubun üyeleri tarafından gıyabımda da otomatik olarak yayımlanır, Kaldı ki, sayfa editörünüz diğerleri gibi bu metnin de grupta değerlendirileceğinden haberdardır. 'Daha kararımızı vermeden yazıya 'sansür yapıldı' diye jurnallendik' ifadenizle bizzat beni 'jurnalcilik'le itham ederken, söz konusu metni diğer medya organlarına servis yapan zatın kimliğini okurlarınızdan saklama gayretinizi neye yormam gerektiğini bilemiyorum. Cemaat mülâhazalarıyla, kol kırılır yen içinde şeklinde bir tutum içindeyseniz bile, bunu benim üstümden yapmamalıydınız. Sizinle şahsi bir meselesi olduğu anlaşılan bu zatla yaptığınız o şaşırtıcı yazışmaları yoksayıyor, buna karşın "en çok da" bana 'kırıldığınızı' ifade ediyor olmanızı etik dışı bir hedef saptırma gayreti olarak değerlendirdiğimi bilmenizi isterim. Neticeyi kelam, Sayın Dumanlı, ne siz 'yazarını ofisboylarına kovduran birileri' kadar nadan olabilirsiniz, ne de ben kendime bu terbiyesizliği yaptırırım. ZAMAN'la ilişkim sizden çok öncelere 1980'lere uzanmakla birlikte, sizin de altını çizdiğiniz gibi bordrolu yazarınız da hiç olmadım. Aramdaki ilişki, ülkemizde hasretini duyduğumuz kalitede, şeffaf olduğu kadar da yazdığında dürüst bir gazetenin varolmasına katkıda bulunmak çabasından ibarettir. işbu açıklamanızla beni bir kez daha düş kırıklığına uğrattınız, vesselâm.
Allah'a emanet olunuz.

http://www.alevalatli.com...80&v=BASIN&kat=11
"içerden Mırıldanmalar" yazısı ile geniş tartışmalara sebep olmuş, ilerigörüşlü ve "altın" renkli yarzarımız.
gerçek bir türk aydını. zaman gazetesinde yazıyordu oradan şutlandı ama iyi oldu bence zaten eşek hoşaftan ne anlar. bilimi siyasi görüşlerine alet eder ama iyidir iyi.
28 ekim salı günü, bilkent üniversitesinde, bilkent üniversitesi genç aydınlanma kulübü'nün davetlisi olarak bir panel verecek kişi.
daha aydın bir zihin gelene kadar alev alatlı çağının en donanımlı, en duyarlı, en multidisipliner, en bilimsel ve en önemlisi en özgür ismidir. gogol'un izinde roman dizisini her insan okumalıdır. hem edebi anlamda roman anlayışımızı nasıl sarstığı, hemde bir dünya vatandaşı ve bir türk olarak toplumsal olayları, yakın tarihi ve uzak tarihi nasıl analiz ettiği görülmelidir.
"düşünce adamı" sıfatının içini dolduran kadın. gerçek bir aydındır. ama bu demek değildir ki bir kişi aydındır diye tüm düşüncelerine katılmak zorunda olalım. eğer öyle olsaydı kezbanın odası misali sarı, yeşil, mavi, kırmızı, mor yaldır yaldır bir renk cümbüşünden ziyade bir renk karambolüne dönüşürdük.
yalnız bu kadın, öyle bir konuşuyor ki karşısında sosyalisti, kapitalisti, emperyalisti, liberalisti, devletçisi, solcu, sağcısı, sucusu, tüpçüsü vs. vs. karşıt bir görüş savunmuyor, savunamıyor. peki bu kadın herkese mi hitap ediyor ?
etmiyor, fakat öylesine bir zemin kuruyor ki söylevlerine karşılık verilecek bir taraf kalmıyor.
fakat bir gerçek var ki alev alatlı entelektüel bir kimsedir ve olguları kendi düşünce sistemine göre analiz eder. özellikle doğu - batı ayrımında ve dinler hususunda meseleye dair, doğuya karşı bir empati beslediği aşikar. bu da onu önyargılı yapar.
işin içine ön yargı girdiği zaman reelizmden bahsedilemez. oryantalist değildir, ancak tam anlamı ile oksidentalisttir.
zaten alev alatlı reelitelerden bahsetmek gibi bir kaygı gütmemektedir. çıkarsamalarının tamamı subjektiftir. o biraz fikirler üstü olduğu için yalamış yutmuşluğuyla, hepsinden bir parça bol baharatlı bir sentezle alev alatlı ideolojik doktrini oluşturmuştur. bu sebeple illaki bir ideolojik tanımlama getirmek zorunda olsam, muhafazakar solcu şeklinde zorlama ve tam da isabetli olmayan ama en yakın olduğunu düşündüğüm bir etiket yapıştırırdım.
hoşumuza gider ya da gitmez. ancak söyledikleri tanrı kelamı değildir. çünkü somut olaylara karşı bakış açısı bilim ve gerçek destekli değil, yorum ve düşünsel düzeyde şahsileştirilmiştir. son zamanlarda söylemlerine ayet misali tartışılmazlık anlayışı pekiştirilmesinden rahatsızlık duyuyorum.
kültler hakkında söyledikleriyle aslında gizliden gizliye müthiş bir fethullah gülen cemaati eleştirisi yaptı kanımca. belki de o da anladı ki artık yolun sonuna gelindi ve gemiden inmek gerekiyor. bu arada az bilinen bir özelliği de edward said'in hayattayken yakın arkadaşı olmasıydı. akıllı kadın vesselam sadece islam konusunda daha nesnel olması lazım. tamam zor ben de müslümanım ama aydın sorumluluğu bunu gerektirir.
trt 2 'deki programı* kesinlikle kaçırılmayacak olan aydın.
liberal aymazlığı bilimsel ve entelektüel bazda meşrulaştırmaya çalışan türk aydını.

bir de her öss sınavı öncesi televizyonlara çıkıp, hocalığını yaptığı okulun yetiştirdiği kişilerin büyük holdinglerde, büyük otellerde iş bulduğunu gerile, gerile söylemiyormu fitil oluyorum.

kesinlikle ondan daha entelim ve daha zekiyim.
Yazdıkları topluma ağır geliyor diye eleştirilen ama buna aldırmayıp inatla aynı seviye ve bilgi yoğunluğunda yazıp malum şahısları utandıran yazar. ayrıca birçok bilimsel teori nasıl disiplin altına alınır ve bir amaca yönlendirilebilir, öğrendiğim şahıstır.
"yorumsuz" adlı eseri kesinlikle okunması gereken entellektüeldir.
trt 2'de denk geldim kendisine. bir tekerlemeyi tekerliyordu. kendine müslümanlıktan kendine aykırılığa aynı yol üzerinden sadece boyut değiştirmek suretiyle evrilişini izlemek üzre ekranın başında pür dikkat kesildim. alev alatlı vatan gazetesi'nin verdiği yoruma göre "kürtlere salvo"luyordu. http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=613909

"ben bir kürt aydını olsam" deyiverdi o kendince pek meşhur yazısını anlatırken. özetle bir kürt aydını olsa ne yapacağını söylüyordu; "kendi tarihimi kıyasıya sorgular eleştirirdim" diyordu ve ekliyordu "bütün acımasızlığına rağmen"

öncelikle türkiye'de yaşayan ve belli bir zümrenin "aydın" vurgusuyla yazılarını okuduğu, söyleşilerini takip ettiği bir insandır alev alatlı. kendini bir "türk aydını" ilan etmişliği var mıdır bilmem ama "bir kürt aydını olsam" derken kürt aydınların yapmadığı şeyler olduğunu vurgulayan alev alatlı kendi tarihini/tarihimizi kıyasıya eleştirmiş olmalı ki gönül rahatlığıyla kallavi sözleri yuvarlayıp yuvarlayıp yuvalıyordu. oysa bugün resmi ideoloji ve onu yaratan resmi tarih algısının su götürmez temsilcilerindendir ancak kürt aydını olsa, yolu belli. yine bir şekilde resmi ideolojinin efsane üretme mekanizmasına en azından kürt tarihinin karşı efsaneler yaratılma sürecinin elzem bilgi sermayedarı olurdu. çünkü kürt aydınların kendi tarihlerini bütün acımasızlıklarına rağmen sorgulaması gerekliliğinden dem vuran alev alatlı arkasından kürtler ve ermeniler arasındaki ilişkiyi de resmi tarihin kalıplarının etrafına duvarlar çekip korumak suretine bürünerek anlatıyordu. öyle ya alev alatlı'ya göre "kürtler ermenileri katletmiş" ve fakat güya ingilizler bu mevzuyu türklere yıkmıştı. ilginç bir tespit ve bir resmi ideolog için gayet zihniyetini faş eden bir söylem velakin bu tarih anlayışını içselleştirmiş dimağlar için eşi bulunmaz bir tespit. bu alev alatlıyı onların gözünde gerçek bir "aydın" yapıyor haliyle. keza aynı programda alatlı salvosunu leyla zana ve eşi mehdi zana'nın barışa hizmet etmediklerini de ekliyordu. kendisine bu noktada hak vermekle beraber ekleyecek bir dolu laf var vefakat leyla zana ve eşinin söylemleri bahis konumuz değil, zaten o söylemleri hep kıyasıya eleştiren ve netice itibariyle düşmanlığı közleyen söylemler olarak görmüşlüğüm de vardır. burada mevzu alev alatlı'nın kürtler ve türklerin barışması gerekliliğini kabullenişini bu tümce üzerinden okumak elbette. ama alatlı devam ettikçe aslında bu okumanın hayli erken bir okuma olduğunu anlıyorduk. çünkü alev alatlı'ya göre kürtlerin bir edebi eseri yoktu. çünkü alev alatlı yaptığımız okumayı bunun üzerinden bir dili bile olmayan güya ulus özetli tespitleriyle tersine tutturuyordu. bu özetle zaten barış kavramından bahsettiği iki ulustan mensup olmadığını yok eylemekte. böylece alev alatlı etnosantrik pragmatizm ile cumhuriyet modernleşmesini süsleyip önümüze servis etmekteydi.

sözün özü alev alatlı bu ülkenin resmi ideolojiyi yüceltmek misyonunu sürdüren en mühim aydınlarındandır. kendisini kutlarım. bu arada kendisine hatırlatma gereği duyduğum bir şey var;

alev hanım, dubai towers ile ilgili söylemleriniz sırasında istanbul metropoliten planlama eski başkanı hüseyin kaptan'ın rol alması gerektiğini ve dubai towers yapmak yerine gerekli sermayeyi bu planlama bürosuna akıtarak daha faideli işler yapılacağını filan söylemişsiniz. velakin bilmezsiniz, istanbul metropolitan planlama büyükşehir belediyesinin söylemleri doğrultusunda hareket eden bir kurumdur ve dolayısıyla hüseyin kaptan'ın sorumlu olduğu amiri kadir topbaş'dır. netice itibariyle o kuleler önerinizin uygulanması dahilinde bile yapılırdı. bilginiz olsun, sevda tepesi'ni bile imara açtık el ele, sermayenin kayacağı yer kalmadı artık.
schrödinger'in kedisi serisinde Kabus kitabı gayet ilgi çekici ve heyecanla okuna bir kitap olmasına rağmen ikinci kitap olan rüya bu beklentileri karşılamamaktadır. kitabın giriş bölümleri sanki bir ön eleme gibi kabul edilebilir. şöyle ki ilk bölümü yani rüya bölümünü kitabı atmadan bitirmeyi başarabilen kişiler alatlı'nın gerçek okurları kategorisine kabul edilebilirler. soyut ve sanki hepimiz astronomi bilgisine sahipmişiz gibi rahat kullanılan tabirler açıkcası çok sıkıcı. yazar kabus kitabında okuyucuların yeterince bilgi sahibi olarak gelmesi gerektiğini vurgular gibi. alatlı okuyucusunu çok küçümsemez, bilgi seviyesini düşük görmez ama her okuyucuyu da kendisi gibi görmemeli.

bu arada yazmaya yeni başlayanlar için alatlı iyi bir seçim değildir. kafanızı karıştırabilir.
TRT 2'deki programı ve kendisi ile ilgili bilgiler aşağıdaki bağlantıda var.
http://www.hadibastanalalim.com
hakkında bu kadar az entry girilmesine şaşırdığım yazar,aydın. içi küf tutmuş entel dantel takımını geçip önce sağa, sonra ilk sola döndüğünüzde sizi "ey türk gençliği birinci vazifen afaziden kurtulmaktır"diye karşılayan gerçek bir entellektüel. ışık insanı.
Hem solcuyum hem de sağcı dediği için dışlanmış, ne Şiran a ne de Selahattin e yar olamamıştır, mesela. Zamanın toplumu Holistic ya da bütüncül düşünceden çok uzaktır onun için kadına kıyarlar."
shrödinger'in kedisi'nin yazarı.

sözkonusu romanının felsefî tarafını bir yana koyacak olursak (ki koyabilmeliyiz, çünkü 'roman' tarzında yazmayı seçmiştir kendileri) (bir parantez daha çünkü dayanamadım: normalde bu tarzı romanın kurgusundan ayırmak zor olur, koyunun derisini etten ayırmaya benzer çünkü başarılı roman felsefeyle geçişmiş olur, yani yaptığım benzetme bile kolaydır aslında böyle bir çaba için ama alatlı'da koyunun derisi kendi kendine üzerinden düşüyor) şunu söyleyebilirim en basitinden: romanda konuşan "her" (ama her) kahraman alatlı'dır... 15 yaşında bir çocuğun kurduğu cümlelerin abartı noktasında entelektüel olmasını geçtim; kendinden sayfalar önce kurulmuş (60 yaşlarında birini kurduğu) bir cümlenin tekrarı olabiliyor; yahut kendinden sayfalar sonrasına gönderme yapabiliyor. sunulan fikrin yer yer tekrarlanması sunulan fikrin zorluğu ve kafaya vurarak öğretme çabası (bkz: dikte) ile açıklanabilir (normal olarak) ama bu durum çok değişik ağızlardan aynı şekilde (aynı zeka yaşıyla hele) gerçekleştirildiği noktada okur kendisini okul müsameresinde hissediyor. müsamerelerde de, aynı yaşta (mesela ilkokul bir öğrencisi) çocuklardan kimi genci oynar kimi yaşlıyı ama ikna edici değilleridir. (haliyle.) diyeceğim o ki güçlü felsefi temeller üzerine "bina" edilen romanın (yani evet, 'bina'nın) aynı derecede güçlü olması gerekir çünkü o temeli (felsefeyi) gösteren sözkonusu binadır. devasa bir temelin üzerine gecekondu da yapabilirsiniz ama birileri çıkıp "öyle temele öyle bina olmaz" der.
Çok farklı biçimde düşünebilen, görebilen, öngörebilen ve aktarabilen; muhteşem beyin, saygılar...
zekasıyla insanı şaşırtan, her yeni kitabı okurları tarafından sabırsızlıkla beklenen yazar.
bilinen parçaları kendi yorumuyla birleştirerek bilinmeyenlere ulaşabilen yazar.
güncel Önemli Başlıklar