bugün

Okuyan çıkar mı bilmiyorum ama yine de faydalanmak isteyen olur, benim gibi sözlüğü daha ilmi ve edebi bir yöne çekme arzusu taşıyan insanlar vardır diye yazacağım. Yazdıklarım tamamen kendi kalemimden ve araştırmalarımdan. Ayrıca bu hususta yazdıklarımı yüzde seksen oranında kısaltarak ve özet geçerek yazmaya çalışacağım.

Büyük edebiyat tarihçimiz, yazarımız,şairimiz ve öğretmenimiz; Ahmet Hamdi Tanpınar. Şüphesiz bir çok insan kendisini anlaşılamaz bulur ve dilinin çok ağır olduğun iddia eder. Muhtemeldir ki bu insanların çoğu Tanpınar'ın tek bir kitabını dahi eline almamıştır. Eğer gerçekten Tanpınar okumuş olsalardı onun sanatının divan edebiyatındaki gibi yüksek zümre olarak adlandırılamayacağını bilirlerdi. Çünkü eğer böyle olsaydı, yani Tanpınar gerçekten anlaşılmaz olmak isteseydi bunu romanında ve araştırmacılığında değil bu iş için çok daha münasip olan şiirlerinde kullanırdı. Fakat görüyoruz ki Tanpınar eski türkçe ile ve ağır tamlamalarla dolu romanlarının tam aksine şiirlerinde umumiyetle daha saf ve anlaşılır bir Türkçe kullanır. Peki sebebi nedir?

Tanpınar'ın araştırmacılığını kendi kitabı olan on dokuzuncu asır Türk edebiyatı tarihi ( Türk edebiyatı tarihleri içerisinde kendi tabirimle en artistik ve anlaşılması en güç olanı) üzerinden irdelemekte fayda vardır. 656 sayfalık bu kitabı edebiyat tarihi hakkında bilgilenmek için okuyacaksanız kesinlikle edebi dile aşina olmanız gerekmektedir. Tanpınar, diğer edebiyat tarihlerinde bulamayacağınız ayrıntı bilgiler verir ve bu bilgileri kesinlikle ancak bir edebiyatçının anlayabileceği düzeyde yazar. Bir yerde de denilebilir ki Tanpınar, bir araştırmasını yani bir öğretici metni bir edebi metne çevirme arzusu duyar. Bunu yapmaktaki amacını keskin bir dille "şudur" demek yanlıştır çünkü hiçbir cevap doğru olmaz. Ancak yorum olarak kalır. Benim şahsi görüşüm ise bir edebiyatçı olarak Tanpınar'ın edebiyatçılara hitap etme arzusudur. Yani Tanpınar edebiyat incelemelerinde ve romanlarında bir okunma ve çok satma kaygısı duymaz ki bu günümüzdeki yazarları(!) ele aldığımızda takdire şayan bir durumdur. Romanlarında belki halkın çok da umursamayacağı konular seçer ve bunları süsleyerek anlatır. Tanpınar istese şuan bile çok satacak ve halkın kolayca anlayabileceği romanlar yazamaz mıydı? Rahatlıkla yazardı. Gelelim Tanpınar'ın şiirine, Başta da dediğimiz gibi Tanpınar'ın şiiri romanından ve araştırmacılığından tamamen farklıdır. Tanpınar'ın romanlarına aşina birisine Tanpınar'ın "Bursa'da Zaman" şiirini versek bu şiirin gerçekten Tanpınar'a ait olduğunu ispatlamak için bayağı bir emek harcamamız gerekir. Benim şahsi görüşüm ise Tanpınar'ın şiirde gizli bir tasavvuf sakladığıdır. Apaçık ilahi bir aşktan bahsetmez ama birçok öge bizi tasavvufa yöneltir. Bursa'da Zaman şiirinden devam edecek olursak Tanpınar ilk şiirin başında şöyle der:

Bursa'da bir eski cami avlusu,
Küçük şadırvanda şakırdıyan su;
Orhan zamanından kalma bir duvar...
Onunla bir yaşta ihtiyar çınar
Eliyor dört yana sakin bir günü.
Bir rüyadan arta kalmanın hüznü
içinde gülüyor bana derinden.
Yüzlerce çeşmenin serinliğinden
Ovanın yeşili göğün mavisi
Ve mimarîlerin en ilâhisi.

Tanpınar bu bölümün ilk kısımlarında insanın yaratıcılığından bahseder. Nitekim insan yaratma yetkisini yaratıcıdan alır ancak bu yoktan var etme değil, tasarlamadır. Caminin avlusundan şadırvanından duvarından bahseder ve sona gelir. "Ovanın yeşili göğün mavisi" bu yaratış kime aittir? Elbetteki yaratıcıya aittir. "Ve mimarilerin en ilahisi" diyerek Bursa'yı kasteder.

Tanpınar gibi büyük bir edebiyatçıyı böyle iki satır yazıyla anlatmak elbette ki haddimize değildir. Hakkında sayfalarca makaleler yazılır, tartışmalar yapılır. Benim amacım kaba taslak bu önemli edebiyatçımızın sanatına kısa ve sade eleştirel bir bakış yapmaktır.