bugün

Dünya felsefe tarihinde en önemli mihenk taşlarından, en Bariz temsilcilerinden biri de bu topraklarda yaşamıştır.

Evet yunus emre, ahlak felsefesinin dünyadaki kolbaşlarındandır. Bu konudaki fikirlerini ise şiirlerinden öğrenebilirsiniz.

Bir örnek;

Yunus emre der hoca,
Gerekse var bin hacca,
Hepisinden iyice
Bir gönüle girmektir.

Bir başka örnek;

Bir kez gönül kırdın ise
O kıldığın namaz değil
Yetmiş iki millet dahi
Elin yüzün yumaz değil.
Kökünü metafizikten aldığı durumlarda dogmatikleşir.
Boş iştir. Her insan yalnız kalınca bu kuralı yıkar. Evet.
Ahlak mutsuzluğu ikincil olarak olarak var eden etken.
1.'si ise gerçek.

ahlak felsefesine gelince, üzerine çok düşünülmesi gereken, çok okunması gereken bir alan. Bence gerekli olan ve ilkokuldan itibaren ahlaki yöntem üzerine küçük ipuçlarının sağlandığı bir ders olarak okutulması gereken felsefe.
Öncelikle özgür olunmalıdır, özgür ve insanın kendi iradesiyle yaptığı iyi davranışlara ahlaklı davranış adı verilir.

Özgürlük sorumlulukları getirir. Sorumlulukları yerine getirme duygusu etik, ahlaktandır.

3 ünlü filozof tarafından ahlak değerlendirilmiştir.

Democritus'a göre "insanlara iyi, yararlı davranışlarda bulunmak mutluluk getirir."

Sokrates'e göre " Bilmek, bilgi insana mutluluk getirir"

Kant'a göre "kendi yararına, çıkarına gerçekleştirdiğin hiçbir davranış ahlaksal değildir. Ödev duygusuyla yapılan, sadece ahlaklı olma duygusuyla yapılan şeyler ahlaksal etik davranışlardır."

En kritik sorgulaması Evrensel bir ahlak var olabilir midir?

Bu soruda düşünürler 2 'ye ayrılmıştır.

1. grup evrensel bir ahlak analayışı olamaz diyenler
2.grup evrensel bir ahlak anlayışı olabilir diyenler

1.grupta

a)Egoistler yer alır: Dünyada yaşayan her insanın kendini en başta sevdiğin bundan dolayı ,herkesin kendini düşündüğünden ortak bir ahlak anlayışı olamayacağı.Thomas Hopps

b)Varoluşçular:herkesin özü farklıdır,prensipleri farklıdır ortak bir ahlak anlayışı olamaz diyenelr

c)Anarşistler: insanı mutsuz yapan,din,devlet,ve diğer hukusal kurallardır. Devlet ve hukuk kuralları güçlü olanın yaptırım dayatmasıdır diyenler.

d)Hedonistler:Hazcılara göre ahlak hazsal olduğu için ,evrensel olamaz.

2.grupta Kant, Farabi ve başka düşünürler vardır.

Ahlak mantığa akla dayalıdır.Bundan dolayı evrenseldir anlayışı vardır
"ahlaki eylemlerde bulunurken insan özgür müdür", " ahlaki eylemlerin amacı nedir", " evrensel ahlak yasası var mıdır", "ahlak yasasını belirleyen özellikler nelerdir", "ahlaki yargıların özellikleri nelerdir", “ahlaki eylemin kaynağı nedir”, “bir ahlaki önerme emir, ödev, istenç arasındaki ilişki bakımından nasıl temellendirilir” gibi sorular üzerine kurulmuş olan felsefe dalı.
'determinizm' savunucusu olarak top koşturduğu felsefe dalı. iyidir.
immanuel kant" ın hakkında önemli çalışmalar yaptığı felsefe. " bu evrende beni mutlu kılan gökteki yıldızlar ve içimdeki ahlak felsefesi " demiştir.
insanların davranışını aynı tipte eylemler altında, genel önbuyruk ve yasaklar içinde düzeye koyan etik standart biçimi.
ygs 2012'de 1 soru çıkacak sosyal bilgiler konusudur.
çok sığ olacak ama ahlakın felsefik yönünü tartışmak bir çözüme götürmüyor. tabi iyi bir zihni aktivite olur düşünürken, orası ayrı.

ahlak için sınıflandırmaya gidersek ise bir kısım kalıplaşmış doğrulara varabiliyoruz. mesela hukuk ahlakı dürüstlük kuralı ve subjektif ahlak anlayışıyla objektifi dengelemek üzere.

ama genel manada yorumlamak mutlaka çıkmaza götürecektir zannımca.
ahlak olgular olgular üzerine düşünme davranış ve değerlerin sorgulanmasıdır. ahlak bir disiplin olarak insanın yapıp ettiği şeyleri kendisine konu edinir. belli dönemlerde belli insan topluluklarınca benimsenmiş ve bireylerin birbiriyle ilişkilerini düzenleyen davranış kurallarının tümüne ahlak adı verilir. ahlak felsefesi ise bunu araştıran felsefe disiplinidir. ahlak toplumların kendine göre yaşadıkları ilkeler ve kurallar topluluğudur. bu açıdan değerlendirildiğinde ticaret ahlakı, siyaset ahlakı, meslek ahlakı, evlilik ahlakı gibi kategorik ayrışımlardan söz edilebilir.
doğru ve yanlış kavramlarına dayanan felsefe dalıdır. insanların yanlış ve doğruyu adledmede kullandıkları ölçütler farklı olduğundan daha vahimi tek bir ölçüte bağlı olmadığından görecelidir. ancak bu görecelilik birlikte yaşamda sorun oluşturmaktadır. örneğin temel ahlaki değer olarak iinsanların acı çekmemesini alan biri ve temel ahlaki değer olarak kadının iffetini alan biri kadın sünneti* konusunda ikileme düşerler. ve ikisi de haklıdır aslında. iksi de kendi kabulleri çerçevesinde tutarlıdırlar, ancak bu tuttarlılık pratikde çatışmaya sebep olabilir.

bu aşamada düşünürler, daha basite indiğimizde herkesin uymak için sebebi olan, genel geçer bir ahlaki kural* bulunabilir mi sorusunu sormaktadırlar? ahlak felsefesi bu sorunun cevabını ararken yürütülen fikirlerdir.
Ahlaksal olanın özünü ve temellerini araştıran bilim, insanın kişisel ve toplumsal yaşamındaki ahlaksal davranışları ile ilgili sorunları ele alıp inceleyen felsefe dalı.

"iyi nedir?" ya da "ne yapmalıyız?" gibi soruları kendisine ödev olarak koyan felsefe dalı olarak da belirlenebilir.
Ahlak Felsefesi olur aynı zamanda. "Toplum düzeninin sağlanmasında bireyin uyması gereken kurallar nelerdir ? Hangi davranışlar daha üstün sayılmaktadır ? Bir davranışın "ahlâkî" sayılışının nedeni nedir ? Davranışlarımızda iyi olan yön nedir ? insan davranışlarını "iyi", "kötü" diye ayırışımızın nedeni nedir. Ahlâkî ne gibi temeller üzerine oturtmalıyız ?" gibi sorulara verilen yanıtlar ahlâk felsefesini oluşturur.
nietzsche "ahlakın soykütüğü üzerine" adlı kitabında iki tür ahlak anlayışının birbiriyle yarıştığını ve bugün bir tanesinin baskın çıkıp ortadoğu din geleneğinin ahlak anlayışının temelini oluşturduğunu anlatır. nietzsche'ye göre antik yunan'da baskın olan ahlak anlayışı "efendi ahlakı" idi ki bu ahlak gücü, beceriyi, baskınlığı, galip gelmeyi, coşkunluğu, eğlenceyi ahlaki buluyor ve yunanlarda yaygın olan bacchic ve dionysian inançlarla örtüşüyordu. şarap tanrısı bacchus adına yapılan ibadetler toplu seks ortamlarına dönüşüyordu ki bugün bunları görsek ya hepsinin toptan aklını yitirdiğini ya da satanist falan olduklarını düşünürdük.

roma imparatorluğuna da ciddi manada tesir eden bu ahlak anlayışını karşılayan ise Nietzsche'nin Yahudilikle bağdaştırdığı "köle ahlakı"ydı. efendi ahlakı önce kendi adına iyiyi (good) tanımlar ve onun dışında kalanları sıradan ve kötü (bad) olarak adlandırırdı. köle ahlakı ise yıllar boyu ezilmiş, sürgün edilmiş, yenilmiş kölelerin efendilerini şer (evil) olarak tanımlamalarıyla başlar. bu tanımlamanın dışında kalan her şey iyidir ki bu köle ahlakının epistemolojik düzeyde dahi nasıl bağımlı hale geldiğinin bir göstergesidir nietzsche'ye göre... (dikkat edelim evil ve bad aynı şeyler değildir)

köle ahlakını besleyen "garaz" (ressentiment) hissi hristiyanlığın içe kapanık mensuplarıyla birlikte öyle baskın hale gelir ki roma imparatorluğunu yerle bir eder. zaferin,gururun, başarının ana kaygı olduğu efendi ahlakının yerini yenilginin, ezilmişliğinin, alçakgönüllülüğün, içe kapanıklığın normal hatta doğru sayıldığı bir ahlak anlayışı alır. bu anlayış nietzsche'ye göre islam'a da değişmeden girmiştir.

kısacası nietzsche güçlünün zayıfı ezmesini zulüm olarak görmemizi değişmiş olan ahlak anlayışımıza bağlar. antik yunanda veya romada bu gayet normal bir şey olarak görülmüş, roma politik tarihinde bir çok defa hizmetçilik gibi düşük işler gören yahudileri sürmüş veya katletmiştir. bu ahlak anlayışı insanın süpermen (übermensch) olmasını engeller, onu törpüler, içini kin, nefret, garaz, ikiyüzlülük, yalancılık gibi duygularla doldururken kendisini ifade etmesini kibir olarak görür.

nietzsche'nin nazilerin felsefesiyle bağdaştırılmasının da anti-semitik bir yazar olarak görülmesinin de en önemli sebebi bu ahlak anlayışını temelde yahudilere ait bir şey olarak sunmuş olmasıdır.**
ahlak felsefesi denilince akla gelen ilk isim kant'tır.
toplumdan topluma ve insandan insana değişen, davranış şekillendirme, yaşayış şekli sorgulamasıdır.
sokrates ve zamanın ünlü filozoflarından biri* "erdem bir midir yoksa birden fazla mıdır?" diye tartışmış tartışmanın sonunda ikisi de neyi savunduğunu unutmuş ve savunduklarının tam tersini savunmaya başlamışlar.
tanım: bu olayı da kapsayan felsefe *
temellerinin desteklenmesi için din felsefesinin ortaya çıktığı öğreti.
anlamından sapmış erdemleri ciddi şekilde eleştiren felsefe bölümü.
(bkz: etik)
devami...
Nietzsche bir sonraki yüzyılda anlaşılacağına inanıyordu ve bir bağlamda gerçekten de böyle oldu. Birileri onu anladıklarını söylediler ve kendi seslerinde onu anlattılar. Sade ise anlayış ve anlaşılmayı hiç beklemiyor gibiydi. O lanetlenmiş olduğu bilinciyle yaşıyordu ve bu yazgıyı değiştirmek gibi bir hedefi yoktu. Ümitsizdi ve cezaevlerinde, tutsak olarak geçen günlerinde gelecekten bir beklentisi yoktu. Üstelik Fransız Devriminin çalkantıları sırasında çok değer verdiği Sodomun 120 Gününün elyazmalarını da kaybetmişti. Sağlığında onları bir daha hiç göremeyecek, bunlar ancak rastlantılar sonucu bulunacak ve ölümünden sonra yayınlanacaktı. Yaşadığı bu trajedi tıpkı Gestapodan kaçarken alıntı yaptığı defterleri kaybeden ve bir anlamda entelektüel açıdan, asıl intiharından önce ölen Walter Benjaminin yaşadıkları gibidir. Durumu kabullenmişti ve vasiyetinin de ifade ettiği gibi tam anlamıyla yok olmayı arzuluyordu. Kendisine ait toprakların ücra bir köşesine gömülmek istiyordu. Çaresizlik içinde şunları yazmıştı:Kapatıldıktan sonra çukurun tam üstüne meşe palamutları dikilsin; söz konusu çukurun bulunduğu toprak parçasına ağaç dikilmesini ve koruluğun, önceden olduğu gibi ağaçlarla kaplanmasını istiyorum; ne toprakta mezarımdan en küçük bir iz kalmalı ne de insanların hafızasında bana dair bir anı
Her ne kadar o adının dahi insanlığın hafızasından silinmesini arzulasa da, adı bir dizi psiko-patolojinin genel adı olarak psikiyatri literatürüne geçti. Romanları birçok dile çevrildi ve best sellerlar arasında yer aldı. Yazgının bir diğer oyunu! Sade eğer bugün yazsa, kitaplarını kamuya açık mekânlarda imzalayan popüler bir yazar olurdu ve anlattığı “aşırı deneyimler post-sadist dünyanın modern aşırılıkları yanında belki de biraz nahif kalırdı.
Adını silmek isteyen yazar belki bunu bir yönüyle başaramadı ama başka bir açıdan bu süreç fazlasıyla gerçekleşti. Sade esasında bir felsefeciydi, ama bu yönüyle düşünce tarihi yazarlarının dikkatini çekemedi. Batailleın da ifade ettiği gibi o Kötülüğü seviyordu ve bütün eserlerinde Kötülüğü, arzu edilebilir bir şey haline getirmek istiyordu; sevdiği için onu ne kınayabiliyor, ne de olumlayabiliyordu: Sade ın anlattığı sefih filozoflar da kendilerince aynısını yapıyorlardı; ama yararlarını övdükleri eylemlerden, onların lanetli yanlarını çekip çıkaracak bir ilke bulamadılar, bulamazlardı da Fakat Sade bunu yaptı ve Sadik eylemlerin lanetli yanlarını ortaya çıkaracak ilkeyi felsefi olarak ortaya koydu. Platon bir filozoftu ve Sade gibi diyaloglar yazıyordu; Marx felsefesini felsefeden uzak gibi görünen bir dilin (ekonomi) grameri içinde kurdu ve anlattı; Nietzschenin de diyalogları ve imgeleri vardı. Bir filozof daima oldukça soyut olan fikirleriyle hayat arasında bir bağ kurmayı arzular (praksis). Sadeda felsefenin hayatla temas kurduğu bağlar ve dolayımlar edebi praksis içinde tezahür ederler. Fakat bu onu, bir edebiyatçı olmaktan daha az felsefeci yapmaz.
Burada amacımız ahlâk felsefesi adına bir öneride bulunmak değil, Marquis De Sade nın yapıtının (bir tür karşı-ahlâk felsefesi formunda) Ahlâk Felsefesi denen alan içinde olduğunu tanıtlamaktı. Felsefi araştırmalarda Nietzscheye ve ardıllarına uzanan çizginin Sade dn başladığını görmek ve göstermek önemli bir tarihsel ve kuramsal boşluğu dolduracaktır.

Kubilay Akman
Araştırma Görevlisi, Anadolu Üniversitesi, Sosyoloji Bölümü

haliyle alintidir.
Sade'ın Ahlak Felsefesi


Bütün zamanların en sapkın yazarlarından olan Marquis De Sade, bir edebiyatçı olduğu kadar bir felsefecidir aynı zamanda. Onun, tekrarlamalar ve rakamsal obsesyonlarla dolu, uzun diyaloglarla (Platon da diyaloglarla yazıyordu) felsefi görüşlerin tartışıldığı metinleri aslında Aydınlanma Çağı’nın felsefe klasikleri arasında sayılabilir.

Swinburne'e göre Sade;lanetli sayfalarında titreyen nefes, kasırgalarla ortalığı allak bullak etmeye hazırdır. Biraz daha yaklaştığınız zaman çamurlara bulanmış bu kanlı leşte evrensel ruhun atardamarlarını bulursunuz: Oralarda tanrısal kan dolaşır. Çirkef göğün mavisini yansıtan bu pis sularda Tanrı;ya ait bir şeyler vardır; Bu sayfaların lanetli olduğu ve Sade;ın yapıtının kanlı bir leşi andırdığı kesindir. Orada, insani tahayyülün tasavvur edebileceği en sıradışı, en sapkın ve akıl almaz deneyimler ifade edilir. Cinsellik, şiddet ve her türden yasak-aşımı Sade;ın yapıtlarında iç içe geçmiştir. Tipolojik olarak iki ayrı karakter kümesi vardır. Bir tarafta, kendi hazları ve kural tanımaz mutlulukları için, ;özgürce; eyleyerek, tüm toplumsal ilkeleri, değerleri ve erdemleri ayaklar altına alan ve bu eylemleri sonucunda sürekli kazançlı çıkan, galip olan kişiler yer alır. Onlar din adamı, soylu, iş adamı veya devlet yetkilisi olabilirler. Statülerini kendi amaçları için sınırsızca kullanmaktan çekinmezler. Diğer yanda ise erdemliler vardır. Onlar kurbanlardır. Hayatları boyunca isa;nın öğretisine göre, erdemlerle donanmış olarak yaşamışlardır. Kendilerine tokat atıldığında diğer yanaklarını çevirirler. Fakat, bu tokatların sonu bir türlü gelmez! işkenceler ve cinayetlerle dolu kitaplar boyunca Sadik roman kahramanları ve kurbanlar saatlerce felsefi konuları tartışırlar. Sade görüşlerini bu diyalogsal yapı içinde kahramanlarına söyletir. Ve bu, sonuçları ve uygulamaları ne kadar ürpertici olursa olsun bir “ahlâk felsefesi”dir. Sade Nietzsche üzerinden 20. ve 21. yüzyılın postmodern felsefesine doğru uzanan bir yeni ahlâk önermektedir. Bu ahlâkın Weber'in sorunsallaştırdığı Protestan ahlâkından daha fazla kapitalizmin ruhuna uygun düştüğü düşünülebilir. Kapitalist sermaye birikiminin sınır tanımazlığıyla Sade yine sınır tanımayan haz deneyimlerinin birikim rejimleri arasında bir tekabüliyet var gibi durmaktadır.

Marquis De Sade ın birbirinin aynısı (ve bu yönüyle ne kadar edebi karakter oldukları da tartışılabilecek) karakterlerinden birisi olan Don Severino, Justine'e seslenirken bu yeni ahlâkın temel ilkelerini dile getirmektedir:..Dürüstlük mü? Biz bunu bilmeyiz; insanlık mı? Tek zevkimiz her türlü kuralı yıkmaktır; din mi? Bizim için boş bir inanç, dini tanıdıkça daha çok aşağılıyoruz; yakınlık.. Arkadaşlık.. Adaletlilik? Bunlardan hiçbiri yok burada sevgili kızım; burada egoizm, acımasızlık, ahlâksızlık ve en üst düzeyde inançsızlıktan başka bir şey bulamayacaksınız...Batailleın da belirttiği gibi Sade'nin eserlerindeki canavarlık bunaltıcıdır; anlamı yaratan da bu sıkıntıdır.Karanlık kişiler, toplumdan uzak, yalıtılmış, gizli mekânlarında ( Sodomun 120 Gününde bu mekân uçurumlar arasında doğal bir hapishaneyi andıran Silling Şatosudur. Şatoyu çevreleyen duvarlar ve su kanalı da bu izolasyonu pekiştirmektedir) adeta dinsel bir sorumluluk duygusuyla canavarca eylemlerini gerçekleştirirler. Sürekli olarak tekrarlar ve rakamsal obsesyonlar söz konusudur. Kaç kere kırbaç atıldı, kaç kez hangi türden bir acı verildi; sıralamalar, kurbanların sayısı, vs. çok önemlidir. Bu, apaçık ibadetleri andırmaktadır. Tüm ibadet ritüelleri rakamlara dayanır ve tekrarlamaları içerir. Sadeın ateistliği ve sekülerliğiyle başları dönmüş olan bugünün bazı entelektüelleri ondaki bu dinsel/mistik boyutu göremezler. Belki de fazlasıyla içeriden yapılan yorumlamalar Sadist ahlâk felsefesinin bütününü görebilecek ve eleştirebilecek yeterli mesafeyi koruyamamaktadır.
Ali Akayın da vurguladığı gibi, Sade romanlarında (her zaman olmasa da) kurbanın gözünden, onun bakış açısından yola çıkarak bir anlatım oluşturur.Kurbanın duyguları ve deneyimlerine dair düşündükleri önemlidir. Yazar bir objektif anlatıcı olarak öyküyü sunduğunda ise bir söylem önerir ya da yarattığı kahramanların fikirlerini savunur görünmemektedir. Hatta (belki de bir parodi olarak) ortalama ahlâki kurallara dayanan bir eleştiriyle taşkın kahramanlarının eylemlerini kınadığı da görülür. Sade kurbanlarına acımaktadır. Şöyle der:..Yazık, böylesi bir ıssızlıkta ne kural ne de din tanımayan, suçla eğlenen ve tutkulardan başka kaygısı olmayan ve iğrenç şehvet oyunlarının imparatorluk yasalarından başka ölçü tanımayan bir şehvet düşkününün insafına kalan bahtsıza bin kere yazık!..

Ahlâk felsefesi dendiğinde akla sadece çağlar boyu evrensel hümaniter değerler olarak kabul edilmiş, genel iyi ve doğruların dile getirilmesi anlaşılmamalıdır. Tanrının ve dinlerin söylemiyle örtüşen bir iyilik ahlâkının (Nietzscheye göre köle ahlâkı) karşısına koyulan bir kötülük felsefesi yine ahlâk felsefesi alanı içinde problemlerini tartışmaktadır. Özellikle Sade, Nietzsche, Baudelaire, Poe, Kafka, Genet, Bataille ve Burgess gibi felsefeci, şair ve yazarlar aynı kötülük ve sapkınlık çizgisini paylaşırlar. Bu bir kaçış çizgisi olarak görülebilir (Deleuze-Guattari). Bu felsefenin Aydınlanma geleneği ve Modernizmle ne türden bir bağlantısı olduğu sorulabilir. Yaygın bir retorik olarak Aydınlanma hep hümanizmle, insanın yaşamını daha iyi, daha olumlu ve özgür yönde geliştirmek amaçlarıyla birlikte ele alındı. Şimdi, insanlara yönelik haz temelli şiddetin, tahakküm ilişkilerinin ve zorbalığın nasıl bir Aydınlanma oluşturduğu problemi gündeme gelecektir. Öncelikle, Aydınlanmanın tahakküm ilişkileriyle bir çelişkisi yoktur. Bunu netleştirmek gerekir. Aydınlanma hareketi hiçbir zaman aşağıdan bir taban hareketi olarak gelişmemiştir. Aydınlanma projesi başlangıcından bugüne tahakkümün ve iktidarın olumlanmasını içinde barındırmıştır. Adorno ve Horkheimera göre Aydınlanma Düşüncesinin doğuşundan Nazizme doğru uzanan bir hat vardır. Marquis De Sade da pekâla bu hattın içinde görülebilir. Fakat çok temel bir farkla: Sadik kahramanların tahakkümü ve şiddeti, nesneleri olan insanların hayatının daha olumlu ve yaşanabilir doğrultuda geliştirilmesi iddiasıyla uygulanmaz. Burada söz konusu olan, Sadist eylemi gerçekleştiren öznenin kendi özgürlüğü ve bu özgürlüğün Hıristiyanlığın ve tüm toplumsal/geleneksel değer yargılarının denetiminden azade olarak yaşanmasıdır. Ulusların, ülkelerin, kıtaların ve giderek tüm dünyanın dönüştürülmesi şeklinde beliren majör Aydınlanma projesine (ya da projelerine) karşı minör bir aydınlanma girişimi..Eğer Aydınlanma düşüncesinin ve pratiğinin temel meselelerinden birinin dinle hesaplaşmak ve onu sorgulamak olduğu kabul edilecekse, Marquis De Sadeın yapıtlarının tamamı bu konuya adanmış gibidir. Din, dinsel ilkeler, kurallar ve din adamları sürekli olarak topa tutulur. Yazar, Justine/Erdemin Felaketlerinde doğanın kendi kendine yettiğini ve bir yaratıcıya ihtiyacı olmadığını iddia eder.Doğanın her türlü üretimi, onu belirleyen kanunlar sonucu ortaya çıkan etkilerdir; etkinliği ve sürüp giden tepkiselliği, özünde bir hareket gerektirir ve bir Hükümdar’ın bu harekete gereksiz unsurlar katmasına ihtiyaç duyulmamaktadır. Sade’a göre tüm dinler ikiyüzlülüğün izlerini taşımaktadır. Justinede Bressac Kontu, yazarın din anlayışını ortaya koymaktadır: Mantığı ortadan kaldıran sırlar, doğayı hiçe sayan dogmalar ve alay ve tiksintiden başka bir şey uyandırmayan grotesk törenler. Bunlar arasında aşağılanmayı ve nefretimizi özel olarak hak eden ise Therese, içinde doğduğumuz söylenen bu barbar Hıristiyanlık yasaları değil midir? En dayanılmazı bu değil mi?... Kalbimizi ve ruhumuzu bu kadar tiksindiren başka bir din olabilir mi?Sade metinlerini özellikle Hıristiyanlığı karalamak ve isanın sahip olduğu öne sürülen vasıfları reddetmek üzere yazar. Yarattığı karakterler Hıristiyanlığın sembollerine ve prensiplerine sürekli olarak taarruz ederler. isa bedeninde cisimleştiği iddia edilen Tanrıya karşı sanki Şeytan Sadeın bedeninde düello ediyor gibidir. Sade, yüzyıllarca Şeytanla ilişkilendirilen insan ruhunun karanlık köşelerini savunmuş ve felsefesini bu lanetlenmiş bölgede inşa etmiştir.
nietzsche' nin saptırıldığını iddia ettiği felsefe bölümü.
güncel Önemli Başlıklar