bugün

CLUP MED PALMiYE TATiL KÖYÜNDE ÇEKiLMEDi FiLM,
FRANSIZ TATiL KÖYÜ-MEDiTERRANiA KULÜP'TE ÇEKiLDi.

BEN KUŞADASI PERSONELi iDiM,iKiSi APAYRI ŞiRKETLER.

AKLIMDA KALAN KEMER FRANSIZ TATiL KÖYÜNE YA ORTAK OLDU YADA KiRALAMA YAPMIŞTI...

KATMA DEĞER ŞABAN FiLMiNiN VERSiYONUDUR FiLM...
Bu iki kişi gerçekten yaşadı mı acaba.
Ne iş lan bu. Fitne, fesat, elma, arak. Bu adem kesin fikirtepe çocuğudur.
Yahudilerin mantıksız mitlerinden sadece biridir.
adam ile eva, bir elmanın iki yarısıdır.
ensestler diye biliyorum, yanılıyorsam biri düzeltsin lütfen.
havva'ya sorsan adem'e tapar, adem'e sorsan havva'ya ağlar, hep düşeş gelse bile zarlar, bu oyun baştan baştan batar.
düşünsene dünyada sevdiğin ile yalnız ve tamamen özgürsün ne güzel.
leyla ile mecnun gibidir.
ilk insanlar olduğu söylenen iki varlık. sonrasında elmalar yenmiş falan tam bir kaos. en sonunda ise bugüne gelmişiz.

tabii öncesinde dünyanın yaratılışı var. hikaye kitabında yazıyor hepsi. okuyun derim güzel hikayedir.
bir tane kurala uyamayan adem ve havva'nın yaptığı çocuklardan beklenti pek yüksek olmasın.
ulan sikindirik bir elma için değer miydi, karpuz neyinize yetmedi ?

tamam elma güzel bi şey ama...
eğer yasaklı meyveyi yemeselerdi Allah havva ile ademi dünyaya göndermeyecekti. ve şuan cennette olacaktık ):
Müdür o elmayı yemeyecektin!
aşk hikayeleri efsanedir. hele o gözündeki perde kalkınca ilk iş ademin havvanın göğüslerine odaklanması beni derinden etkilemiştir.
yazar bu karakteri yaratırken çok kuvvetli betimlemeler de kullanmış.
(bkz: gender roles)
adem en şanslı damat çünkü hiç kaynanası olmamıştır...
Havva en şanslı gelin çünkü onun hiç kaynanası olmamıştır...
islam ile Alakası yoktur, Uydurma öyküdür.
Gerçeği için şuraya bakın: https://youtu.be/EejTpHEyy_A
incesaz'ın tasavvuru.
https://soundcloud.com/em...ay/incesaz-adem-ile-havva
sonuçta bunları insanlar uydurmuş. ilkel beyne bir bakalım, gidip modern biyoloji bilmiyor, insanın genetiğini bilmiyor, anatomisini bilmiyor salt gözlemle ne yapar bu kişi?

kendine bakar, gözlem yaparak sonuca varır. bakar ki ben bir anneden çıktım bide babam var, ee o zaman ilk insan da böyleydi ve insanlık bundan geldi. ( ilkel gözlemde bu mantık çok uçuk gelmiyor)

hal böyle olunca böyle bir hikaye üzerinden açıklama gayet olağan oluyor. sonuçta herkes darwin gibi ileri görüşlü insan değil. nur içinde uysun, florasanlar aydınlatsın onun mezarını.

biraz empati yapınca ne denli palavra olduğu gayet aşikar.
hangi kutsal kitabı okursam okuyayım hikayesi salt mantıki açıdan beni tatmin etmemiş konulardan sadece bir tanesidir.

bu yüzdendir ki masalları seviyorum, ve onlar yalnızca uyumak için vardır. masallar, mantığımı bir kenara bırakıp kendimi rahatlatmak adına onlara sorgusuz sualsiz bir şekilde inanmayı seçtiğimde güzelleşiyorlar. onları sorgulamaya başladığımda ise uykularım kaçıyor.
Ahmet Hamdi Tanpınar'ın kaleminden

Büyük hurma yapraklarının, acayip bambuların, tepesi nemli duran okaliptüslerin, akşam güneşi meyvalı narların, incirlerin, ağır akışlı berrak suların arasında kendisini, hâlâ eskisi gibi sanmak istiyordu. Fakat birçok şey değişmişti. Uykusunda Rabbı görmüştü. Rab üstüne doğru eğilmişti. O zaman vücudu her zamankinden başka türlü kımıldamış, meleklerin kendisine öğrettiklerinden gayrı dualar mırıldanmışlardı. O zaman Rab ona gülmüş ve geniş, yaratıcı eli sol böğrüne kapanmıştı ve o, henüz kıvamını bulmamış muhayyilesinin etrafındaki şeylere bulanık bir ayna olan yarım uykusu içinde birdenbire bir tarafının boşaldığını, sonra yanıbaşında küçük, beyaz bir şeyin kımıldadığını, kendisine üşür gibi, korkar gibi sokulduğunu duymuş ve bu duygu ile kendisini tekrar uzandığı su başında, büyük geniş yapraklı otlar üstünde bulmuştu.

Etrafında bir yığın hayvan vardı. Hepsi uzaktan hiç görmedikleri bir şey gibi ona bakıyorlardı. Başının üstünde bir sürü kuş uçuyor, gidiyor, geliyorlardı. Fakat o bunların farkında değildi. Arkasına yapışan, yumuşak varlığı düşünüyordu. ilk defa bakmaktan, görmekten korkuyordu. ilk defa içinde bir telaş vardı. Önce gözlerini yummuş, kendi kendine “Acaba nedir?” diye düşünmüştü. Sonra dayanamadı, döndü ve kendi böğründen çıkan bu sıcak yumuşak varlığı, benliğine doğru bir düşünce, bir vehim, bir azap, bir haz gibi sokulan varlığı gördü. Bilmeden onu kendisine doğru çekti. Ve bir eli, az evvel eşyanın tembelliğinden başka bir şey olmayan uykusu içinde böğrüne kapanan Rabbın eli gibi, onun beyaz vücudu üzerine kapandı. Sıcak, yumuşak bir şey avucunun şeklini aldı. Fakat o bu sıcaklığı, yumuşaklığı düşünmüyordu bile. Kendi içinden yanı başına geçen, avucunun içine hapsolan parmaklarının arasında ezilen bu aydınlık tenden ziyade kendi elini seyrediyordu. Sert, toprak renkli eli bu yumuşak aydınlığın üzerine şaşırtıcı bir kudretle kapanmıştı.
Adem kendi eline bakıyordu. Avucunun açılışı ber şeyin ütüne böyle kapanışı onu şaşırtmıştı. Sonra yerinden doğruldu. Artık aydınlığın malı olan rüyasının üstüne eğildi. Saçlarının arasına gömülü yüzüne baktı.
Hayır, bu bir melek değildi.Yıldızlardan biri de olamazdı. Onların köpüğüyle yıkanmış onların parıltılarını almıştı. Fakat kendisi yıldız değildi. Hiçbir yıldıza, hiçbir meleğe bu kadar yakınlık duymamıştı. Burada bütün yakınlıklar Rabba giderdi. Ondan gayrısına kimse kendini yakın bulmaz, hiç bir şey ondan gayrısına bağlanmazdı Halbuki şimdi bu küçük mahlûka kendisini çok yakın buluyordu. içinde Rabdan ayrı, onun iradelerini kabule hazır, fakat ondan uzak, bu küçük ve canlı aydınlık parçasının etrafında yeni bir âlem kurulmuştu. Sanki Kadîm Nizam’dan kopmuştu.
Kendi kendine “Acaba nedir?” diye gökyüzüne baktı. Bir şimşek çaktı. Büyük billur menşurlar bir saniye için tutuştu. Fakat hiç bir cevap gelmedi O zaman etrafına baktı. Her zaman yanıbaşında dolaşan ayaklarının dibinde otlayan, koynunda çöreklenip uyuyan hayvanların kendisinden uzaklaştıklarını gördü.
Ne olabilir? diye tekrar sordu. Ve rüyasını olduğu gibi hatırladı; Rab üstüne eğilmiş ona gülüyordu. Büyük yaratıcı eli böğrüne kapanmıştı Sonra yanıbaşında bu küçük, kımıldanan, saçlarıyla örtünen, uzun kirpikleriyle düşünen mahlûku bulmuştu. Eliyle saçlarını ayırdı, yüzüne baktı; kollarını, göğsünü, Küçük bir güneş kurşuna benzeyen karnını, kalçalarını, pembe topuklarını uzun uzun seyretti. O seyrettikçe kadın sanki çok derin bir uykudan uyanıyor, kat kat perdelerden sıyrılıyordu. Tekrar gözlerini göğe çevirdi. Tekrar aydınlığın kaynağına sordu. Tekrar Büyük Tavus, içinde yüzdüğü mücevher tasta kımıldandı. Tekrar büyük ağaçların tepeleri dehşetle tutuştu Her tarafta görünmez avizeler yandı. Yine bir cevap gelmedi.
Fakat bu sefer aydınlığın bu dehşet tecellisinde ikisi birbirine sarılmıştılar. Kadının beyaz gül yaprağı erkeğin göğsüne gömüldü ve erkeğin elleri onun kalçasına kapandı. Adem tekrar
eline ve elinin altında kımıldayan, ürperen bu şeye baktı.
O zaman ona sordu:
Kimsin? dedi.
Benim, senden bir parçayım, dedi.
Evet, ama nesin?
Kadın cevap vermeden ona sokuldu. Fazla bilmek için büyük bir iştihası yoktu. Ondan bir parça idi. Başlarının ucunda bir yığın kanat hışırtısı, aydınlığı üstlerine eleyen uçuş gördüler. Bunlar meleklerdi. Her türlü mücevher parıltısı içinde her an değişerek onları seyrediyorlardı. Hayretten hepsi Rabbı teşbih ve tahmid etmeği unutmuştular. Adem onlara sordu: Yalnızlığının aynası, dediler. Adem, içinde hiç bir şey değişmemiş gibi onlara:
Ben yalnız değilim ki. Sizlerle beraberim, dedi.
Şimdiden sonra bizden ayrısın… Yalnızsın, diye cevap verdiler. Ve bu, yalnızlığının aynasıdır. Ve hepsi, Rabbın bir tasavvuru olmaktan çıkan bu son gelene hasetle güldüler.
O zaman Adem yalnızlığının aynasına yeni baştan döndü. Onu kollarının arasına aldı. Uzun uzun baktı. Daha sonra, Semuştu. Eliyle saçlarını ayırdı, yüzüne baktı; kollarını, göğsünü, Küçük bir güneş kurşuna benzeyen karnını, kalçalarını, pembe topuklarını uzun uzun seyretti. O seyrettikçe kadın sanki çok derin bir uykudan uyanıyor, kat kat perdelerden sıyrılıyordu. Tekrar gözlerini göğe çevirdi. Tekrar aydınlığın kaynağına sordu. Tekrar Büyük Tavus, içinde yüzdüğü mücevher tasta kımıldandı. Tekrar büyük ağaçların tepeleri dehşetle tutuştu Her tarafta görünmez avizeler yandı. Yine bir cevap gelmedi.
Fakat bu sefer aydınlığın bu dehşet tecellisinde ikisi birbirine sarılmıştılar. Kadının beyaz gül yaprağı erkeğin göğsüne gömüldü ve erkeğin elleri onun kalçasına kapandı. Adem tekrar
eline ve elinin altında kımıldayan, ürperen bu şeye baktı.
O zaman ona sordu:
Kimsin? dedi.
Benim, senden bir parçayım, dedi.
Evet, ama nesin?
Kadın cevap vermeden ona sokuldu. Fazla bilmek için büyük bir iştihası yoktu. Ondan bir parça idi. Başlarının ucunda bir yığın kanat hışırtısı, aydınlığı üstlerine eleyen uçuş gördüler. Bunlar meleklerdi. Her türlü mücevher parıltısı içinde her an değişerek onları seyrediyorlardı. Hayretten hepsi Rabbı teşbih ve tahmid etmeği unutmuştular. Adem onlara sordu: Yalnızlığının aynası, dediler. Adem, içinde hiç bir şey değişmemiş gibi onlara:
Ben yalnız değilim ki. Sizlerle beraberim, dedi.
Şimdiden sonra bizden ayrısın… Yalnızsın, diye cevap verdiler. Ve bu, yalnızlığının aynasıdır. Ve hepsi, Rabbın bir tasavvuru olmaktan çıkan bu son gelene hasetle güldüler.
O zaman Adem yalnızlığının aynasına yeni baştan döndü. Onu kollarının arasına aldı. Uzun uzun baktı. Daha sonra, Sebüsbütün başka duydu. Havva’nın göğsünde her şey unutuluyordu. Bu yumuşak ve kokulu yastıkta her azap dinebilirdi. Her acı burada serinleyebilirdi.
Fakat içinde korku vardı. Bilinmezin korkusu içine çöreklenmişti. O, kendi vücudundan yeni doğan bu yastıkta uyuyordu.
Dişleri birbirine vura vura:
Belki de Rabbı artık eski yüzüyle göremem, diyordu.
Ve belkemiğine doğru sert bir rüzgarın estiğini duyuyor, acayip bir sıtma içinde üşüyordu. Ayıbı çok büyüktü, meleklerin en üstünü, şimdi onu kaybetmişti. Onlar bunu biliyor, bulundukları yükseklikten onu belki de seyrediyor, ona acıyor, yahut çamurun çocuğu diye küçümsüyorlardı.
Ve Adem bunu görmemek, bunu düşünmemek için Havva’nın vücuduna doğru gittikçe daha fazla gömülülyordu. Ona:
Sakla beni!… Sakla beni, diyordu. Ve istiyordu ki başı ve bütün vücudu Havva’nın gecesine her an daha fazla gömülsün. Ve Havva ona kaybettiklerinin karşılığı olarak bütün vücudunu hediye ediyor, gizlenmek için kendi vücudunda üst üste geceler buluyor, onu en kuytu gecesinde avutmağa çalışıyordu.
Bir uğultu ikisini birden uyardı. Başlan birbirinden ayrıldı. Dudaklarında hiç tanımadıkları lezzetlerin hatırasıyla etrafa bakındılar. Artık tek başına değildiler; hiç bir şeyi yalnız başlarına yapmıyorlardı. Her hareketleri birbirinde cevap buluyordu.
Gökyüzünde siyah bir nokta vardı ve genişleye genişleye ilerliyordu. Adem’le Havva, gözleri bu siyah çemberde, bunun ne olabileceğini düşünüyorlardı.
Etraflarında meleklek telaşla kaçışıyorlardı; tüyleri solmuş, eski parlaklığını kaybetmişti. Hepsinin yüzünde bir uykudan uyanmış, çok derinlerden gelmiş olmanın hali vardı. Hepsi kainatlarını yadırgıyor, eşiğinden atlayamayacaklarını bildikleri bir haddin ötesinde duruyor gibiydiler. Sanki oradan bu gittikçe yaklaşan yuvarlağa, bu siyah dumana bakıyorlardı. Adem, utanmasını unutarak onlara sordu:
N’oldu, bu nedir?
Birisi yanlarından geçerken hırsla ona bağırdı:
Kader uykusundan uyandı. Bir başkası hasetle güldü.
Toprağın çocuklan mesut olun! Artık sizin devriniz başlıyor Değişmez Şevkler bahçesinin bütün hayvanları bir tarafa
sinmiş. Edebiyetin neşesini teganni eden kuşlar susmuş. Adların tecellisi Remizler ferlerini kaybetmişti. Büyük ağaçlar boyunlarını bükmüşler, renkli çiçekler ışıklarını kısmış, bu yuvarlana yuvarlana yaklaşan kalabalığı görmemek için, kendi üstlerine kapanıyorlardı.
Yalnız Havva ile Adem ona büyülenmiş gibi bakıyorlardı. Bu siyah çığı, gittikçe büyüyen karanlığı, nerede ise çarparak her şeyi kül edecek ayrı ve bilinmez varlığı, onun döne döne yaklaşışını seyrediyorlardı. O, kendileriyle başlayan bir şeydi O, manasını henüz bilmedikleri, fakat adını tanıdıkları Kaderdi. Aden bahçelerinin çok uzağında, büyük karanlıklarda mahpus imkânlar silsilesi idi.
O, Rabbin tasavvuru olan bu ebedî şevkler diyarının biricik sırrı ve masalı idi.
Nihayet büyük yuvarlak geldi ve Adem’le Havva’nın önünde durdu. ikisi birden korka korka ona baktılar. Adem, Aden bahçesinin birdenbire sararmış otları üstünde diz çökmüş, korkudan büyümüş gözlerle bir taraftan ona bakıyor, öbür taraftan korumak istermişçesine Havva’yı kollarıyla tutuyordu.
Önce birşey görmediler. Sanki iç ve dış gözleri beraberce sönmüştü. Sonra siyah yuvarlak cilalanmış bir abanoz sathı gibi parladı; orada ilk önce kendilerini, demin beraber oldukları zamanki halleriyle gördüler. Sonra yeryüzünü gördüler.Aden bahçesinin, büyük, her şeyin ilk kaynağı ve aynı ebediyet remizlerinden, mücevher parıltılı çiçeklerinden, acayip ve rüzgârsız ağaçlarından başka remizler, başka türlü çiçekler, başka türlü ağaçlar gördüler.
Ve otların arasından kıvranan, atılan, bükülen avlanan, yavrularını emziren hayvanları ve cins cins kuşları gördüler. Coşkun dereleri, ağır başlı büyük nehirleri, köpüre köpüre akan selleri, dumanlı dağ başlarını, yeşil ovaları, sararmış tarlaları gördüler. Sonra denizi gördüler, fırtınalı havalarında büyük dagaların göğe doğru kalkışını, küçük çırpıntıların her türlü hayal oyununa elverişli köpüklerini, dalgaların sedef rengi kumsallarda ilerleyip gerileyişini, denizi ve onun değişik yüzlerini gördüler. Kulübeden başlayıp şehirlere doğru genişleyen mahşer yığınını, büyük ve aydınlık sarayların yoksulluğunu ve can sıkıntısını, fakir evlerinin kanaatli sabrını ve sükûnunu tattılar. Akşamın altın tozlan arasında sürülerin dönüşünü, arslanlanların sabah saatlerinde derelerden su içişlerini, boğa yılanlannın büyük ağaç gövdelerine sarılmış halkalannı, arıların kaya kovuklarında bal yapmalarını gördüler. Çeşitli meyvaları seyrettiler.
Sonra Gece ile Gündüz önlerine geldi. Birinin başı ucunda beyaz güvercinler uçuyordu. Öbürünün gözlerinde bilmedikleri kuşlar tünemişti, belinde yıldızlarla süslü siyah bir atlas vardı ve vücudu dinlenmenin hazları içinde gevşemişti. Arkasından dinç ve kaygısız Gençlikle, muztarip ve bîçare ihtiyarlık ve daha sonra siyah ölüm geldi. Onları mevsimlerin geçidi takip etti. Hepsi önlerinde kuşaklarını çözdüler ve onlara sepetlerindeki hediyeleri uzattılar. Böylece her şey, bütün hayat teker teker gözlerinin önünden geçti. Onlar geçtikçe Adem’in alnı üzüntüden kınşıyor, acayip bir korku içini sarıyordu. Fakat Havva’nın içi gururla dolu idi. Karnı sevinçten ve gururdan bir güneş gibi parlıyordu. Adem bunu görünce üzüntülerini ve korkusunu unuttu. Oluşlar âleminin düğümünü, bu güneş parıltılı imkânlar peteğini öptü ve onu öptükçe Kaderin aynasına daha emniyetle baktı. Sonra ikisi birden Rabbin sesini duydular. Bu ses Adem’in kalbinde büyük bir çınar gibi yeşerdi ve Havva’nın yüzünde gül, kamında su çiçeği gibi parıldadı. Rab onlara: – Yolunuz açık olsun, diyordu. insanoğluna ve Toprağa bizden rahmet ve selâmet… Ve ses devam etti: – Hayrın ve şerrin, Hazzın ve Istırabın, Aşkın ve Ölümün bahçeleri sizindir. Rahmet ve selâmetimiz Toprağa ve insanoğluna olsun. Ve ses devam etti: – Sizi kendi suretimce yarattım. Size Arzı bahşettim… Ayı ve Yıldızlan ve Güneşi bahşettim. Sizi Hayatın ve Ölümün efendisi yaptım. Rahmet ve selâmetimiz Toprağın ve insanoğlunun üzerine olsun. Ve Rab onların içinde böyle üç defa bağırdı. Birincisinde Aden bahçeleri Adem’le Havva’nın etrafından ve başları üstünden, yorgun uyuyan çöl yolcusunun başı üstünden fırtınanın birdenbire aldığı bir çadır gibi kalktı. Ve onlar boşlukla hayretten titreşip kaldılar. ikincisinde siyah, yuvarlak, çok kalın bulutlar gibi etraflarını aldı. Onlar kendilerini Kaderin mahpusu bildiler. Üçüncüsünde Rabdan sonra melekler hep birden çığrıştılar: – Arza ve Melekûta rahmet, dediler, Rabbim rahmeti ve selâmeti Toprağın ve insanoğlunun üzerindedir. Arza ve Melekûta rahmet, dediler. Ve hepsi birden secde ettiler. Ve Melekût insanoğlunu böyle uğurladı. Ve böylece siyah, yuvarlak bir gemi gibi yerinden kımıldadı, henüz yolunu arayan yıldızlarn yer yer parçaladığı karanlıklar içinden inmeğe 38 başladı. Büyük rüzgârların, yıldız kasırgalarının arasından geçtiler. Korkunç derinliklerden atladılar. Adem bu karanlığın içinde Havva’nın vücuduna sığmıyordu. Nergis gibi bir aydınlık görüyor, Havva onun kollan arasına gömülüyordu. Rabbim takdis ettiği aşklarını toprağa götürdükleri için ikisi de mesuttu. Sonra birbirlerini görmemeğe başladılar. Adem’le Havva’ya birbirinden ayrılmanın hüznü çöktü. Adem Havva’nın inci dişlerine, gül yaprağı yüzüne, çizgisiz alnının bilmecesine, sıcak nefesine, beyaz kollarına hasret duydu. Havva onun kollarının kuvvetini, kendisine hüviyet veren korku ve azaplarını özledi. Bu yakıcı azabı içlerinde duyar duymaz, o kadar uzaktan görmeğe alışmadıkları yıldız parıltılarının kimsesizliği arttırdığı bir gece saatinde kendilerini yeryüzünde buldular. Havva Ye-men’de bir kuyu başında idi. Adem Serendib’te bir dağ tepesinde idi. Havva Adem’i nasıl arayacağını, Adem Havva’yı nerede bulacağını düşünüyordu. O zaman ikisi birden birbirlerini çağırmağa başladılar. Yıldızlara doğru iki feryat birbirini karşılıyordu: – Havva Havva… – Adem Adem… Ve yeryüzünü dolduran çeşit çeşit hayvanlar oldukları yerde bu hiç duymadıkları sesi işittikçe ürküyor, büyük kartallar avlarını bırakıp kaçıyor, yırtıcı hayvanlar otlar ortasına başlarını sokup saklanıyor, ilk yaradılış çağlarının tecrübesi canavarlar toprağın efendiliğini kaybettiklerinden küskün, ölmek için kendilerine köşe arıyorlardı. Ve karşılıklı çığlık devam ediyor, Havva çağırıyor, Adem yürüyor, Adem sesleniyor, Havva kuyusunun başında onu bekliyordu. Ve insan sesine susamış toprak bu sesleri dinledikçe ısınıyor, değişiyordu
Olmuş bitmiştir.

artık Biz önümüzdeki maçlara bakıyoruz.

Fakat gözden kaçırdığınız önemli bir husus var. Hz Adem babamız ile hz havva anamız dünyaya gönderilmeye sebep olmasaydı biz nasıl olacaktık ? Her halde bizi leylekler getirmeyecekti. hz Allah (c.c.) insanları yaratmayı diledi. Allah murad ettiği zaman, kul kendi iradesini kullanarak bundan kaçsa bile, başka bir şey sebep olurdu mutlaka. yani Onlar sadece sebep oldular şeytana aldanarak. Ama onların bu zellesi allahın kulları yaratacağı gerçeğini değiştiremezdi.

Olaya bu pencereden bakarsak, pek kıymetli olan dedemizle ninemizi şuçlamayı da terk etmiş oluruz.

Biz peygamber nesliyiz, peygamber torunuyuz. Bu şeref bize yeter.
Âdem ile Havvâ yaratıldıktan sonra bunlardan birçok erkek ve kadının meydana getirildiği ve yeryüzüne dağıtıldığı ifade buyurulmaktadır. Bazı müfessirler dünyada yalnızca bir erkekle bir kadının bulunduğu bir zamanda bunların çocuklarının nasıl çocuk meydana getirebilecekleri üzerinde durmuş ve “birinci batında ikiz doğan bir erkek ve bir kızın, ikinci batında yine ikiz doğan bir kız ve bir erkekle evlendiklerini, o tarihte başka yolu bulunmadığı için Allah’ın farklı batınlarda doğan kardeşler arasında evlenmeyi câiz kıldığını" ifade etmişlerdir (Tabâtabâî, IV/146). Bize göre böyle bir tasavvur zaruri değildir; çünkü Allah Teâlâ’nın insanı nasıl yarattığını açıklayan âyetlerde topraktan, çamurdan, nefisten ve Allah’ın ruhundan üflemesiyle yaratıldığı kayıtları ve şekilleri vardır.

Son şekil Hz. isa (as)'ın yaratılmasıyla ilgilidir. Meryem, bir erkekle beraber olmadan Allah’ın ruhun dan üflemesi (Enbiyâ 21/91; Tahrîm 66/12) ve bunun açıklaması mahiyetinde olan “ruhun insan şekline bürünüp Meryem’e görünmesi”yle (Meryem, 19/17) hamile kalmış ve Allah’ın ona ulaştırdığı bir “kelimesi” (Nisâ, 4/171) olarak Hz. Îsâ’yı doğurmuştur.

Kezâ Hz. Zekeriyyâ (as) bir zürriyet vermesi için Rabbine dua etmiş, rabbinin de duasını kabul ederek Yahyâ’yı ona vereceğini müjdelemesi üzerine “kendisinin yaşlandığını, eşinin de çocuktan kesildiğini” ifade ederek bunun nasıl olacağını" sormuştu. Rabbin ona cevabı şöyle olmuştur:

“işte böyle; Allah dilediğini yapar.” (Âl-i imrân, 3/40);

“... O, bana kolaydır; daha önce, sen hiçbir şey değilken seni de yaratmıştım.” (Meryem, 19/9).
Hz. Âdem (as)’in yaratılmasında ana da yoktur baba da; Hz. isa (as)'ın yaratılmasında yalnızca ana vardır; Hz. Yahyâ (as)’ın yaratılmasında ana ve baba vardır, fakat çocuk yapma kabiliyetleri mevcut değildir.

Kur’ân-ı Kerîm’de ve sağlam rivayetlerde “kardeşlerin birbiriyle evlendikleri” bilgisi verilmediğine göre ilk yaratılan erkekle kadından birçok erkek ve kadının türetilmesinin nasıl olduğunun bilinmediğini, yukarıda zikredilen şekillerden birisine göre veya bir başka şekilde yaratma ve çoğaltmanın olabileceğini ifade etmek de mümkündür. (bk. Kur’an Yolu, Nisa Suresi 1. Ayetin tefsiri)
güncel Önemli Başlıklar