bugün

ölüm...
evlatların büyüğü olan kişi için babasının ölmesidir. beli kırılır, arkasında ki dağ yıkılır.

(bkz: ah babam sağolsaydı)
şu anda yaşanılanıdır.
evlat acısıdır.
yaşamadım ama ki inşallahda yaşamam. evlat acısı.

(bkz: evlat acısı gibi oturdu)
(bkz: gençlikte ölüm yaşlılıkta fukaralık)
1. dereceden yakının vefatıdır.
17 yıllık arkadaşın bıçaklanarak kollarınızda can verirken, ona hediye ettiğiniz şapkanın kendisinden akan kanların içerisinde renk değiştirdiğini görmek ve arkadaşın son sözünün "beni unutma sakın olur mu" olmasıdır. ben bundan daha büyüdüğünü görmedim.. *
ailenin.. yazamicam. yazmasi bile kötü. allah kimseye ya$atmasin.
yaşam görülecek tüm acıları içinde barındıran bir süreç olarak kabul edilirse yaşamak.
basketbol maçının ilk periyodunun ikinci dakikasında, smaca kalktığında blok vurmak isteyen bacaksızla havada çarpışıp, sol el baş parmağının üzerine düşüp kırılmasıdır. ayrıca o kırık parmakla maçın tamamında oynamak, acıyı çok daha derinden hissettirir.
aşk acısıdır, senindir, elinden ucup gidiyordur, ama sen hiçbir şey yapamıyorsundur. oylece bakakalmak ve ucmasını seyretmek yapabildigin tek şeydir, elinden bir şey gelemedigine kızıyorsundur. hayatını adadıgın şeye dur gitme bile diyemiyorsundur.
montla sıçmak, az samimi olduğun adamla aynı istikamette yürümek, ağzına kadar su dolu plastik leğen taşımak, lavoboda çok büyük tepsi yıkamak.
sevgilinin Disparoni olması.
şehir merkezinde dev ekranda aktif gayler tarafından uğradığınız tecavüz videosunu bütün halkın izlemesi sizinde ordan geçiyor olmanız olabilir. *
büyüğü, en büyüğü, daha küçüğü yoktur.
sonuçta her acı acıtır insanı ve onu çeken bilebilir ancak.
herhangi bir internet sitesinde gordugunuz, manken mi oyuncu mu fahise mi, ne oldugu bile belli olmayan hatuna vurulmak. sevgilinizin olmasi; bir de utanmadan bunu sevgiliyle paylasmak. insan degil bu, tanrica diye hoykurmek. guzel kelimesini hakaret saymak, ilahe yerine koymak. gaza gelip monitorun onunde secde etmek. muthis hatun, abazan bunye; ama kusu bile ayaklanmiyor. cunku yuce bir varlik o, azilir mi ona? o derece.

daha sonra o hatunun kimlerin elinden gectigini dusunmek. ama, insan degildi, harbiden..

edit: eksileyen mesaj atsin gostereyim hatunu. cemaatle ibadet daha makbul.
umut ettiği şeylerin birer birer yıkılarak insanın umutsuz kalmasıdır, zira insanı hayata bağlayan da umutsuzca sürdürdüğümüz umudumuzdur
evlat acısıdır. insanların ne türlü acılarla karşılaştığını ve bunun yanında bizim nelerden yakındığımızı düşündürmesi açısından işte acıların en büyüğü:

sedef dayımın kızı. 6 yaşında bi oğlu-atakan ve 2 yaşında bi kızı-hilal vardır. atakan için yaklaşık olarak bi 1 yıl kadar önce lösemi teşhisi koyulmuş ve ilik nakli için uygun iliğin bulunması beklenmeye başlanmıştı. o tarihten beridir de sedef oğlu atakan ile birlikte hastanede kalmaya başlamıştı. hilal'e ise babaannesi ve dedesi bakmaktaydı. acı haberi almamızdan yaklaşık 20 gün kadar öncesinde sedef'i aramıştım. bu onu hastalığı öğrenişimizden sonraki ilk arayışımdı. her ne kadar bu kadar süredir niye aramdığımın cevabını veremeyeceğimi bilsem de hiç aramamaktan daha iyiydi. sedef'in morali çok bozuktu normal olarak. dualarımla birlikte özürlerimi de ilettim kendisine. olmadı eşekliğime ver nolur gönül koyma dedim. uygun iliğin bulunduğunu 15 güne kadar naklin gerçekleşeceğini dua etmemi söyledi. bi hafta sonra tekrar görüştük. sonrasında sanırım yaklaşık on gün kadar sonraydı kızkardeşim aradı:

k.k.: abi az önce annemle görüştüm. (ya sesinin tonundan veya kardeş olmamızdan ters bişiyler olduğunu anladım. önce aklıma babam geldi. herhangi bir rahatsızlığı olmamasına rağmen kardeşim annemle görüşebildiğine göre annem iyiydi. saniyeler içinde neler düşünebiliyor insanoğlu şaşılacak bi durum)
g: noldu kötü bişiy mi var?
k.k.: sedef'ten haberin var mı?
g: dur ya. söyleme. yoksa ....
k.k.: yok atakan değil
g: (bi anlık rahatlamyla birlikte)eee?
k.k.: hilal..
g: nolmuş hilal'e?
k.k.: babannesi ve dedsiyle parka giderlerken araba çarpmış.
g: ne diyosun sen ya?
k.k.: vefat etmiş.
Tek suçu, yanlış zamanda, yanlış yerde olmak olan yakınınızın, adi bir suçlu tarafından öldürülmesidir. Öldürülmesinden de öte, o adi suçlunun yakalanamaması ve hala sokaklarda gezmesidir acıların en büyüğü...

Keşke dersin:
Keşke, kendisini savunabilecek bir silahı olsaydı.

Aklına gelir:
Suçluların ellerinde, ruhsatsız tabancadan ak-47 kalaşnikofa kadar envayi çeşit silah vardır. Bu kaçak silahlar, ülkene elini kolunu sallaya sallaya girmektedir ve hertürlü suçluya servis edilmektedir. Şehirlerinin sokaklarında, bagajlarında kalaşnikof, kemerlerinde tabancalarla gezmekte olan insanlar, her an yeni yeni suçlar işlemekte, insanları öldürmektedir. Neredeyse hergün, suçsuz insanlar öldürülmektedir. Evet suçlular öldürmektedir ve ceza almadan da kurtulabilmektedir, çünkü ruhsatsız silah kayıtsız silahtır ve kimse o silahı kullananı bilmez, bilemez...

Düşünürsün ve kendi kendine sorarsın:
Devlet, namuslu, onurlu ve haysiyetli vatandaşlarının, kendisini ve yakınlarını korumak için ruhsatlı silah almasını zorlaştırarak ne yapmaya çalışmaktadır?
acılar boy ölçüşebilir mi bilmiyorum ama evlat veya anne baba acısıdır diye tahmin ediyorum. evladın ölünce canından can gider ; o sağ olaydı ben ölseydim dedirtir anne, babaya. zor bir durumdur elbette. allah kimseye yaşatmasın.
evlat acısı ve anne acısı arasından bölüşür.
(bkz: kabızlık).
yaşarken ölmek, ölürken yaşamak istemek arasındaki paradoksal vaziyettir.
(bkz: babanın ölmesi)