bugün

Ordayim artık. Herşeyin başladığı yerdeyim. Muhasebisini tuttuğum iş yerinin merkez ofisi.
Hayata bir amacım yoktu sevgilimden ayrıldıktan sonra. Kafamı toplamak için tatile çıktım bir süre. Kuşadasında sakin bir sitede kalıyordum yaklaşık 1 ayım geçti orada ama nafile her an aklımdaydı yine o. Ne desem boş, aklında yoktum artık silmişti beni lisedeki aşkım. Yada ben öyle sanıyordum. Sevdiğimi aşık olduğumu sanıyordum. Ama değimişim bunu sonradan anladın ve bunu detaylı bir şekilde konuşucağız. Ben ümidimi kesmiştim artık ondan başkalarını aramaya başladım. Eğer başkası olursa onu unutacağımı düşündüm klasik türk erkeği işte. Birisiyle çık, Eee onunla vakit geçir, sonra;
işte onunla herşeyi yaşa, sonra ayrıl, başkasını bul onu unut. Yok ya başka bir isteğin falan varmı hemen yapalım. Oğlum bir kere bir kalpte iki kişi olmaz veya senin anlayacağın dil “bir ipte iki cambaz oynamaz.” Nihayetinde bunları düşünürken 1 yıl geçti. Hayatımda kimse olmadan. Kimseyi bulamadığımdan değil. Aslında taliplerim çoktu ama bir ilişkiye yeniden başlamak zor geliyordu gerçekten zor. Saçma ama öyle geliyor insana. Çıkma aşamaları, hoşlanmalar, ufak buluşmalar, kaçınılmaz klasik sorular “nerelisin, kardeşin varmı, hangi takım falan” bune kardeşim değişik şeyler yapın her zaman demişimdir. Bir insanı arkadaş olarak tanıdıktan sonra sevgili olmaz. Çünkü arkadaşken farklı sevgiliyken çok farklı davranır insan. Sonra vay efendim bu böyle değildi şöyleydi yada “seni tanıyamıyorum Berkecan” triplerine gireceksiniz eğer hiç başlamayın o işe. Evlenince insan nasıl değişiyorsa arkadaşlıktan sevgiliye dönüşen yolda da insan öyle değişir cinsiyet ayrımı yapmadan. Tabi ben tatile nasıl gittim bu kadar uzun süre düşünürseniz. işten çıkarılmıştım. Birde onun üzüntüsü birde gönül meselesi derken çöllere düşünen mecnun, balkon altında serenat yapan Romeo’dan daha vahim bir durum görüyorsunuz karşınızda. Ne kadar da insanın yüzü gülsede içi kan ağlar kan.
daha önce hikaye tadın da yazmıştım unutmamak için hiç bir şeyi o yüzden bilgisayardan kopyala yapıştır yapıyorum. birden okuyun diye. başka bir yerden alıntı değildir.*
Bu arkadaş Mehmet. Önceki yazımda da bahsettiğim kişi. (tamam benim işte.) Bu sefer size acı dolu sadece hafif tebessümlerle anlatacağım acımı, kederimi, aşkımı. Mehmet yıkık bir durumda tatili yapıyordu ablasının yanında. Düşünün sosyal bir kişi olan bu insan Kuşadası gibi turistik bir yerde hiç dışarı çıkmıyordu. Gününü telefon ve bilgisayar başında, arada televizyon izlemekte, yemek ve banyo arasında gidip gelmekteydi. Bir iki kere dışarı çıktı bu arkadaş sadece sigara almaya. Dert ortağı, tüm sırlarını ilen cansız, zararlı bir o kadar da tatsız icadı almaya. Çok düşünme fırsatı olmuştu bu durumdayken herşeyi hemde herşeyi. “ Neden böyle oldu,” “ neden unutamıyorum,” gibi düşünceler aklını yerken farkında değildi sadece bir alışkanlık olduğunun. Onu sevmemişti sadece alışmıştı. Eee alışmış kudurmuştan beterdir dimi ama. Mehmet (Mali) bunları düşüne dursun, gelecekteki sevgilisini hiç bilmiyordu. Başına neler geleceğinden bihaber yaşıyordu sadece. Ona sorsan yaşamıyordu. Ama akılsız işte yaşadığının bile farkında değil. Mali bu zamana kadar hiçbir sevgilisinden ayrılmamıştı. Hiç birinden ah almak istememiştide ondan başka ne olacaktı. Hep terkedilendi. Ama giderkende iyi dileklerini küstahça sunmayıda unutmazdı. Hiç kimseye küfüretmedi ( en azından yüzüne karşı çok ayıp olurdu bu.) Gece ayrıldığı zaman sabah “Hayır gidemezsin, izin vermiyorum.” Der fakat hep başarısızlıkla sonuçlanır karşı taraf hep giderdi. Bunu yapma sebebi ise karşındakinin gururunu okşamaktı sadece. Çünkü giden taraf kendisini bir zaman sonra ezilmiş hissetmesin isterdi. Hepte öyle oldu. Onlar hemen başkasını buldu ya neyse.
Herşeyden bihaber beklerken bir sabah telefonu çaldı Mali’nin. Arayan babası. Bir iş bulmuş onu da istanbul’ a çağırıyordu. Sevindi Mali bu duruma. Zira işten çıktığı içinde kendini kötü hissediyordu. Önce iş yerini aradı yeri öğrendi. Cumartesi günü sabahına anlaştı iş yerindekiyle ve Perşembe günü yola çıktı. Cumartesi sabahı işe gidince onu gördü. Başına gelecek en güzel kişi bir o kadarda hayatını karartıcak kişiyi gördü. Adı Aylin. ilk gördüğünde beğenmedi Mali. O zamanlar biraz daha kiloluydu ve Mali’yi stajyer sanınca cevap olarak küstahça “yok normal çalışmak için geldim” diyerek arka tarafa geçti. iş görüşmesi pekte iyi geçmedi. Klasik biz size haber veririz sözünü duyarak ofisten ayrıldı. 1 ay sonra Salı günü telefon çaldı. Arayan iş görüşmesine gittiği yerin finans müdürü idi ve Çarşamba günü işe başlmasını söyledi. Evet bencede hafta ortası işemi başlanır haklısınız. Eski çalıştığı yerden alışkanlık olarak bir gömlek, iyi bir pantolon, kış olduğu için postallarla gitti görüşmeye. Yine onu gördü içeri girdiğinde sanki bir değişik gelmişti Mali’ye. ilk gördüğünde yüzü düşmüştü Mali’nin ama bu seferki öyle değildi. istemsizce tebessüm oluştu Mali’de. Belli etmek istemedi hızlı adımlarla müdürün odasına giderek konuştu. Muhasebeci olarak başvurdu Mali aslında oraya ama muhasebe açığı olmadığı için 5 ay şantiyede iş güvenlik uzmanı olarak çalıştı. Tabi hala aklında lisede ki sevgilisi var ve başka kimse yoktu onun için. Sanki bütün kızları imha etmişler gibi.
5 ay düşe kalka geçti. Gün geldi ki ofise gitme günü. Pek istemiyordu Mali ofise gitmeyi. içine mi doğdu ne anlamadım bende. Şimdi Ayşe, Ezgi ve Esin üçlüsü kesin şunu diyordur “onun kalbi o kadar temiz değil ….” Olsun ben temiz olarak kabul ettim onu buda bir şey. Ofise geçtiği sabah bir sıkılganlık oluştu tabi. Oradakiler biraz daha ağır başlı insanlardı. Ofiste günler yuvarlanıp giderken Ayli’nin nişanlı olduğunu öğrendi. Bunu öğrendiği zaman ona yakınlık hissediyordu. Ama öğrendiğinde vazgeçti bu sevdadan. Kimsenin arasını bozmaya hakkı yoktu. Nişanlı olduğunu öğrenince muhabbetide kesti ufaktan, kafa karıştırmaya gerek yoktu. Günler geçti. Ofiste olalı bir buçuk ay oldu ve o gün geldi. Aylin nişanı atmıştı. Nişanlısı (hala kim merak ediyorum) hayali için Aylin’den vazgeçmişti. Evet evet çok kötü bir durum karşı taraf için. Giden içinde çok saçma tabi. O kadar zaman geçir, iş ciddiye binsin sonra sen git hayalin için nişanlını bırak. Belki onlar nişanlı olsa şuan ben bu durumda olmaz bunları yazmazdım.

Mali bu ayrılma olayını duyunca hem sevindi hem üzüldü. Aylin için kötü bir durumdu çünkü. Gözünün önünde ağlıyordu. O ağladıkça Mali’nin içi titriyordu. Ama bunu yapabilirdi Mali. O gözyaşlarını dindirebilir, Aylin’i mutlu edebilirdi. O bceri vardı Mali’de. Kendisi mutsuz olsa bile başkasını mutlu etmeyi başarırdı. Severdi bu huyunu. insanları mutlu ettiğini görünce kendisi de mutlu olurdu. Gel gelelim kaynaşma olayına.
Aylin’le muhabbeti biraz daha ilerletmiştim artık. Biraz daha uzun konuşuyoruz. Tabi ofistekiler laf söyleyene kadar. Onlar arkadan konuştuktan sonra sadece ufak masum cümleler kuruyor veya onlar ofiste yokken konuşuyorduk. Daha sonra internet çağından yararlanarak sosyal paylaşım sitesinde ekledim. Aynı yerdesiniz ama internet üzerinden konuşuyorsunuz sadece ne kadar saçma ve acı.
ilk gün kabul etmedi. ikinci dayanamadı olacak ki kabul etti isteğimi. Saçma bir mesajla başladım konuya.
-Ofiste yüzyüze rahat konuşamıyoruz buradan konuşalım dedim bende.
-Olur sıkıntı yok benim için.
-istersen silerim. Sadece konuşmak için ekledim. Amacım sapıklık değil.
-Yok yok sorun yok. iyi böyle.
(bkz: oo yine formatın amına koymuşuz beyler)
(bkz: allah başka dert vermesin)
Bundan sonra pek mesaj atmadım o gün. Ne diyeceğini bilmiyordum. Bodoslama atlamak istemedim olaya hemen. Korkuyordum eğer kabul etmezse daha kötü olur diye. Çünkü aynı yerde çalışıyorsunuz kolay değil öyle. Her gün yüzyüze bakıyorsunuz sonuçta. Günler günleri takip etti. Mali’de saatin tik-taklarını. Her gün ufak ufak, saat başı görüşmeler konuşmalar devam ediyordu Aylin’le. Ve bir gün. Dışarda işlerim varken dedim kendi kendime “ulen Mali kaybedecek neyin var ki çekiniyorsun söyle hoşlandığını gitsin işte.” işte bu söz kaderimi değiştiren söz olmuştu. işte hayatımın kararmasının sebebi bu sözlerdi. işlerimi hızlı bir şekilde bitirdim. Kararımdan vazgeçemeden önce ofise gidip konuşmam gerekiyordu. Nihayet ofise varmıştım. Yaptığım işleri teslim ettim ve hemen internetten yazdım.
-Aylin.
-Efendim Mehmet. (bana hep mehmet derdi ve tek o dediği zaman yadırgamazdım.)
-Sana bir şey söylicem ben.
-Söyle bakalım ne oldu.
“One olum öylemi giriş yapılır, sana bir şey söylicem. Söyleme sen gerek yok.” Dedim kendi kendime. Sonra toparlanıp yazdım.
-Ben senden hoşlanıyorum
-Nasıl yani?
-işte bildiğin baya baya hoşlanıyorum.
Bir müddet cevap gelmedi. Ben herhalde olmaz bu iş dedim artık pes etmeye hazırlanırken bir mesaj geldi.
-Ben anlamıştım zaten.
-Nasıl anladın? Bir şey dememiştim ki kimseye.
-Bakışların konuşmaların anlatıyordu herşeyi.
Bunu duyunca çok sevinmiştim. Çünkü anlamasını istiyordum. Dan diye söylemeden önce böyle bir şey beklemesini istiyordum. O zaman daha kolay olurdu herşey. Düşündüğüm oldu. Konuşurken derinden bakmak, her lafında onu övüyormuş gibi konuşmlarım işe yaramıştı.
-Bu iyi oldu. Dan diye söylememiş oldum.
-Evet ama yinede ani oldu.
-Kabul etmiyor musun şimdi ?
-Ani oldu demiştim sana. Hani biliyordum ama beklemiyordum hemen söylemeni. Ben biraz düşünücem bunu. En kısa zamanda söylerim sana.
-Tamam iyi haberlerini bekliyorum bak.
-Tamam tamam.
iyice umudu kesmiştim ben. Düşünüyorum ayakları yapanlar genelde kabul etmezler. Kendi kendime dövünüyordum. Ulen ne düşünmekmiş arkadaş zaman geçmiyor. Her saate baktığım da sanki hep aynı yerde kalıyordu. Ne ileri ne geri. ( geri gitmesi imkansız zaten cümle olsun diye şey ettim.) Ben her gün veya neredeyse her saat “ cevabın ne?” diye soruyordum. “Daha erken” derdi hep. Evet daha erken. Erkenden mahfettin hayatımı.
En son dayanamdım attığım ilk mesajda cevabımı aldım.
-Yeter artık. Söyle cevabını. (tabi burada gülücük var.)
-Tamam tamam.
-Ne tamam?
-Kabul ediyorum işte.
Yaklaşık yirmi dakika ekrana bakmakla geçti. Başka bir şey yapmadım. Dünyalar benim olmuştu. Kanuni gelse alamaz o zenginliği benden. Ulubatlı gibi biri gelse dikemez bu gönlüme başka bir bayrak. Kırk ok yesem işlemez bu bedene artık. istediğim olmuş istediğim kişiyle yeni bir yola çıkmıştım olacaklardan habersiz. O hafta normal olarak geçti. Konuşacak pek bir şey olmadığı için klasik sorularla devam ettik o hafta. ikinci hafta daha iyi idi. Ve o hafta ilk buluşmamız gerçekleşti. Tabi ailesine benden söz etmişti. Hayatında ikinci kişiydim Ayli’nin buda bana daha bir haz veriyordu. Genel olarak herkesin yaptığı gibi en kötü buluşma yeri olarak sinemaya gittik. Aslında benim için değildi. Gerçek bir ilişki isitiyordum. Bu yüzden heycandan ellerim titiriyordu yanında. Cumartesi iş çıkışında sinemaya gittik ve karanlıktan istifade ilk sarılma gerçekleşti. Sinemadan çıkınca sanki o ilk buluşma değilmiş gibi daha bir aşkla bakıyorduk birbirimize. Sahile gitmek istedi. Bakırköy yolunu tuttuk. Sonra vazgeçip nezih bir cafede oturduk. ilk defa hayal kurduğumuz yer, ilk defa yüzyüze yakınlaştığımız yer, ilk defa kendimi çok mutlu hissettiğim yer orası. Hala giderim oraya ara ara. Dinlendiriyor sanki orası beni. O omuza yattı ben hayallerden bahsettim. Daha önce kız arkadaşımla gitmediğim yerlere gitmek istedim. Daha farklı şeyler olsun istedim ve olduda. Çok mutlu olacağımı biliyordum ve oldu da. Birkaç aşk sözleri geçti aramızda. Birkaç sözler verildi daha o günden. O konuşmalara oek girmek istemiyordum. O gün ilk defa yüzyüze ve uzun uzun konuştuk o konuşmalar bana özel kalsın istiyorum ne olur mazur görün beni.
Boğaz turu, adalar gibi nezih yerlere gitmek istediğini belirtti. Benimde çok hoşuma gitti bu durum. Boğaz turuna hala çıkamadık ama olsun. ikinci buluşma yeri olarak adalara gitmeye karar verdim. Ama olmadı. Olsun bizim için daha iyi oldu bu durum. ikinci buluşma yeri olarak Eminönüne gittik. Deniz havası iyi geldi. Hislerimiz ortaya çıktı. Dinlenmek için Gülhane parkına gittik. Ve ilk öpüştüğümüz yer, kendimizi teslim ettiğimiz ilk yerdi. O kadar güzeldiki herşey kelimeler anlamsız kalmakta haklı. O kadar zor yazıyorum ki şuan, o günler aklıma geldikçe o kadar kötü oluyorum ki gidip yakasım geliyor oraları, içindeki her anıyla, her yaşanmışla.
Sessizce oturduk. Aşk tazeledik ve kalktık. Aslında herşey o kadar hızlı ilerliyordu ki ilk tehlikenin farkında değildik. Ama şikayetçi değildim hala değilim bu kadar hızlı gitmesinden. Aradn iki hafta geçti adalara gitmeye karar verdik. Sağolsun annesi gitmeden Ayli’nin çantasını hazırlamıştı. Kurabiye yapmış bitanem bana. Zeytinburnu tramvay istasyonundan aldım Ayli’ni. Tramvayla kabataş durağına gittik sabahın ilk ve en güzel ışıklarıyla. ilk vapura yetişemedik. Kapıların açılmasını beklerken bişeyler atıştırıp çay içerken ufak bir tartışma geçti aramızda ama hemen toparladık durumu keyfimiz kaçmadı. Vapur yanaştı, kapılar açıldı aşkın derinliklerine doğru yolcuğumuz başladı. En üst katta yerimiz almış gelenleri seyrediyorduk. Ufak tatlı konuşmalara başladık hemen. Planlar falan.
-Aşkım üşürsün böyle içerli geçelim mi?
-Yok aşkım o zaman denizi seyredemeyiz.
-Peki bakalım. Eee ne yapıcaz gidince oraya söyle bakalım.
-Bisiklet alalım aşkım. Gezeriz oturur bişeyler yeriz ne yapıcaz başka.
-Tamam aşkım.
Vapur hareket etmeye başladı. Esen tatlı rüzgar kendisini hafif sert esen lodosa bıraktı. Etrafımız turist dolmuş, onları bakıp gülüşüyorduk. Bir ara gözleri denize daldı. Uzun uzun düşündü.” Acaba ne düşünüyordu. Sorsam mı? Neyse ya düşünsün belki bizimle ilgilidir.” O denize bakarak derin düşüncelere dalarken bende ona bakarak ne kadar sevdiğimi söylüyordum kendime. Ona söyliyemiyordum çünkü utanıyordum bir nevi. Birden gözleri bana çevrildi.
-Aşkım üşüdüm ben içeri geçelim mi?
-Olur aşkım geçelim.
Suçlu bir ifadeyle kalktım yerimden. Neden suçlu psikolojisine kapıldım anlamış değilim hala. Yaramaz çocuklar gibiydim. Belki denizi izlerken bir iki masum öpücükten olsa gerek bu yaramaz çocuk tavrı. Aşağıda bir yer bulup oturduk. Adaları tek tek geçerek büyük adaya geldik. indiğimiz de bambaşka bir dünyada buldum kendimi. Yanımda hayatım, herşeyim, aşkım, şekerparem vardı. Daha ne olsun. Bu tatlı düşünceyi telefonumun çalması bozdu. Arayan yakın arkadaşım Yasin.
-Ne yapıyorsun kanka.
-Ne lan bu saatte.
-işin yoksa buluşalım kanka.
-Adalardayım kanka ben Aylin’le sonra artık.
Telefonu kapattım ve yolumuza koyulduk. O anın heyecanıyla bisiklet almayı unuttuk. Yarı yolda aklımaz gelmişti ama iş işten geçti artık. Böylede iyiydik. Evlere bakarak, insanlara bakarak ( bazıları tartışıyordu komiklerdi) ben ona bakarak, o önüne bakarak ilerliyorduk. Sonunda sadece çimenlik olan bir yere geldik. Hemen sakin bir yer bulduk ve yerleştik. Ben onun dizine yattım onu izliyordum. Sonra acıktığımızı farettik birşeyler atıştırdık. Aslında ben onun yaptığı kurabiyeleri yerken oda resim çekmeye çalışıyordu ve gülerken hepsi yere döküldü kurabiyelerin. Atıştırmalar bitince sarıldık uzun uzun. Sanki……….
Sanki hiç bırakmayacak gibi, hiç ayrılmayacak gibi, hiç sıkılmayacak gibi sarılmıştık. Öpüşmeler, aşk sözleri daha çok yakınlaşmalar başlamıştı. Daha çok bağlanmıştık birbirimize, daha çok sevmiştik dev aşklar gibi. Kimseyi umursamdan baktık birbirimize, kimseyi umursadan sevdik, kimseyi umursamadan öpüştük. Sadece o ve ben, üçüncü bir kişi olmadan. Saatler ilerledi nasıl geçti anlamadık vapura yetişmek için ve eve geç kalmaması için hızlı adımlarla yetiştik vapura. Konuşmaları söylemiyorum onları kendime saklamak istiyorum kusura bakmayın.
Vapura bindiğimizde içeride oturduk üşümemek için. Muhabbet muhabbeti açarken, saatler hızlı hızlı geçerken, vapur bir sağ bir sola yatarken biz hep aynı gülüyorduk. Konu evleliğe ve adetlere geldi. Adetlerini söyleyince gözüm korktu biraz ne yalan söylim. Ama ona bakınca “değer be. Bu kadar seviyorken değer.” Dedim kendi kendime. Gerçekten değerdi. Fazla bir şey yoktu. 8 bilezik takılacak, nişanda set, düğünde yine altın falan, kuaför masrafı normal düğünlere göre biraz daha pahalı, düğünden sonra yakın arkadaşlarla yemek faslı, kınada kıyafet, kınada verilecek altınlar, sözde tabikide bir yüzük ve kalın burma bir bilezik. Böyle bakınca çok fazla geliyor ama insan benim gibi sevince herşeyini veriyor. Ben ona kendimi verdim, kendimi adadım yoluna bunlar yanında teferruattı benim için. Ama eğlence olsun diye itiraz ve pazarlık sünnettir diye pazarlığa başladım. Ama nafile değişen bir şey olmadı. Şimdi bu saydıklarımı ona başkası alacak ve takacak ama neyse.
Vapurdan inip hemen tramvaya bindik. Tramvay vapurdun daha iyi idi sanki. O kalabalıkta bile yakınlaştıysak diğer yerler önemsizdi artık. Zeytinburnu’na gelince arabaya binidirp evine doğru yolculuk ettim arkasında bakarak. Eve ağzım kulaklarımda gittim istemsizce. Günü değerlendirmesini yapınca beraber ne kadar eğlendiğimizi anlamışta oldum. Ofise gelince daha bir mutlu geldim. Onu görünce daha bir hoştum. Her gün daha güzel, daha çekici geliyordu bana. Her gün daha sıkı bağlanıyordum. Ondan sonraki hafta tekrar Eminönüne gittik gezicektik. Bildiğim güzel bir cafe var o taraflarda. Oraya gidecektik ama daha önce bir kere gittiğim için pek bilmiyordum yerini. Buluruz diye yola çıktık ama nafile yorulduğumuzla kalıp geri döndük. Ama herşeye rağmen o günde çok harikaydı. Ondan sonraki hafta nereye gitsek diye kara kara düşünüyordum. Diyeceksiniz her gün aynı yerdesiniz bide her hafta sonu bir yerlere gidiyorsunuz. Sizin için demesi kolay. Biz ofisteyken konuşamıyoruz bile. Sadece öğle yemeklerinde mutfakta en geç biz yiyorduk yemekleri ve kaçamaklar yapıyorduk. O anlar kadar tatlı bir an hatırlamıyorum zaten. Eee ofiste durum buyken her hafta sonu illaki bir yerlere gidicez. Nerede kalmıştık. He hatırladım.
O hafta sonu nereye gidelim diye kara kara düşünürken. Bir yere gidemedik benim sınavlarım vardı. Açık öğretim okuyorum onun sınavları yani. Ondan sonra ki hafta YGS sınavı sonuçları açıklanacaktı. Sınavdan sonraki hafta ise en kötü hafta idi. Ben liseli gibi tiriplere girmiştim gereksiz yere. Düşüncem ise “ ya ben varım diye sadece istanbul içi tercih yaparda yerleşemezse. Ya tercih yapmazsa bu yüzden.” Diye geçiriyordum aklımdan. Bunun sonucun da ayrılık kararı aldım. Fakat nedenini söylemedim. Hayatımın en kötü bir haftası beni bekliyordu adeta. Cumartesi ve Pazar herşey normaldi. Pazartesi günü onu ofiste görene kadar. Ne kadar barışmak istesemde yanaşmadı. Hem geride kaldı. Ben uğruna çok şeyler yazdım. Çok diller döktüm ama nafile olmadı.
istemsizce yazıyordum bunları ona. Ben ne kadar barışmak istediğimi onsuz yapamadığımı söylesemde o hep “ üstüme gelme artık. Bunları konuşmayalım.” Gibi cümleler kuruyordu.
Bende sonunda çareyi ona değilde sadece kağıtlara yazmaya karar verdim. Normal konuşurken bir söz üzerinden konu bizim barışmamıza gelecekse eğer onu kırmamak için ona değilde sadece kağıtlara yazıyordum söyliyeceklerimi sadece kağıtlara. Yemeğe çıktık bir öğlen amacım yüzyüze konuşursak belki daha iyi olur. Belki barışır diye düşündüm. Yemeğe gittik, oturduk bir yere spiarişler geldi ve ben konuşmaya başladım.
-Olmuyo Aylin gitmiyor sensiz.
-Olucak. Sen ayrıldın sebepsiz yere gittin.
-Hatalıyım evet. Büyük eşeklik ettim yapmam gerekiyordu düşüncemi sana anlatmam gerekiyordu ama olmadı.
-Evet başta bana söylemen gerekirdi. Artık olmaz yapamam ben artık hep aklımda olacak bu olay unutamam kolay kolay.
Bunları söylerken gözlerinden yaşlar okuyordu. O yaşlar ise onun yanaklarına değil benim yüreğime işliyordu sanki. Her bir damlasında içime ağır bir yük oturuyordu. Tutamıyordum kendimi bende ağlmaya başlıyacaktım ama her seferinde engelledi beni. Her seferinde “sakın” diyerek tuttu beni.
-Aylin olmuyo be. Gel barışalım.
-Olmaz artık yapamam ben.
Tam bir hafta “olmaz”diyerek geçti. Sonunda üstüne gitmedim bizim kızların tavsiyesine uyarak. Ve ilk pazartesi günü yemeğe çıktık iki arkadaş gibi. Hiç o konulara girmedim oda öyle. Ve yemeğin sonunda bana bir soru sordu.
-Birisni seviyorsun onsuz yapamıyorsun ama dışardakiler ona daha cazip geliyor. Bu nasıl oluyor?
-Valla onu yapanlara sor. Eğer ben birisiyle berabersem başkasına bakmam. Yani bilmiyorum ben nasıl olduğunu onu yapanlara sor.,

Cevap vermedi . Öylece sustuk ve hiç bir şey olmamış gibi ofise geri döndük. internette konuşurken bir video gözüme takıldı. Evlenme teklifi vidosu. Aylin’e gönderdim hemen. Onunda çok hoşuna gitti ve oda istedi böyle birşeyi. Ben bunun üzerinde daha başka videolar bulup gönderdim. Gelin arabası modelleri falan. Onlara baktıkça yüzünde çok tatlı bir gülümseme oluşuyordu şekerparemin. Ve o akşam. Eve gidiyordum. Yürüyerek hava almak istedim biraz. Yürümek rahatlatır beni her zaman. Bu arada yine konuşuyorduk Aylin’le. Duş almak istediğini söyledi. Çıkınca ben sana yazarım dedi. Tamam dedim. iki dakika sonra bir mesaj geldi. iki gün önce ben ona “ ne olursa olsun gel bana seninle her şeye varım. Sen varmısın? Diye bir mesaj atmıştım ona cevap vermemişti. Ve gelen mesajda “ seninle herşeye varım.” Yazıyordu. Aslında bana cumartesi günü söyliyecekmiş yüzüme karşı, sürpriz yapacakmış ama dayanamamış söylemiş. Ne adar mutlu oldum anlatamam size. Sanki herşey toz pembe olmuş, kaldırımlar bulutlar gibi yumuşacıki minibüsçülerin korna sesleri senfoni orkestrası gibi gelmişti. Eve nasıl gittiğimi hatırlamıyorum. Tek hatırladığım aynaya baktığımda yüzümdeki tuhaf bir gülücük. Bu sevginin, aşkın, elde etmenin, bağlanmanın gülümsemesiydi. Başarmıştım artık, onu geri kazanmıştım. Artık iç bırakmıyacaktım ne olursa olsun. Hala bırakmadım o ne kadar beni unut desede bırakmadım ben. Çünkü sevmiştim gerçekten sevmiştim. Onunla ayrı iken kabataş’ta bir yer keşfetmiştim. Denize sıfır çaybahçesi gibi bir yer. Akşam gönderdiğim şiirleri orada yazıyordum ona. Ve bir hafta sonu ailesi keşana gitti. Artık bu yerin adını duymak istemiyorum. Kötü olaylar canlandırıyor bende, onuda anlatıcam size. Ailesi oraya gittiği için akşam Aylin’lerde kalıcaktık. ilk defa beraber bir akşam. Sabaha kadar sarılmak. Düşünsenize yanınızda çok sevidğiniz sevgiliniz, gecenin o mahrur bakışları, ayın o romantik ışıkları, aşkın sıcaklığı, sevdiğinizin koları arasında soluksuz bir uyku. Ölüm gibi. Ama tatlı bir ölüm. Ölüm ve yaşam arası, rüyadan daha öte çünkü gerçek. Tadına doyulmaz bir yemek gibi.
O sabah gittik o dediğim kabataşa akşam için planlar yapıyorduk ve telegonu çaldı arayan annesi idi. Akşam yengesinde kalması gerektiğini fakat geç saate kaddar benimle olabileceğini söyledi. Bu bizi çok üzmüştü. O kadar hayal, o kadar umut boşa gitmişti. Planımız cumartesi gecesi beraber uyumak, Pazar sabahı denize gitmekti. Ama olmadı. Cumartesi akşama doğru Taksime gittik. O kusursuz, nereye gittikleri belli olmayan, herkesin acelesi olan kalabalığa atmıştık kendimizi. Benim gözümde sağdece o vardı. Önce Karaköy’e gittik. Galata kulesinden çıktık yukarı. Önce arkadaşımın çalıştığı çin lokantısına gidip yemek yedik. Biraz oturduk muhabbet ettik. Oradan kalabalığın içine attık kendimizi. Hiç düşünmeden yürüyorduk. Tabi o telefon konuşmasından sonra benim yüzüm asılmıştı. Bütün planlar, hayaller suya düşmüştü. Bu asıklığı kolayca sildi Aylin. Saat 11:00’a geliyordu. Ve benim kalıcak bir yer bulmam gerekiyordu. Arkadaşım semih sağolsun onlara gitmemi söyledi. Aylin bir yandan biraz daha duralım diyordum. Haklıydı ilk defa akşam dışarı çıkmıştık beraber tadını çıkartmak istiyordu. Ama pek mümkün değildi bu saat kısıtlaması vardı. Saat on iki gibi eve bıraktım onu. Ne kadar zor ayrıldım
Ne kadar zor ayrıldım anlatamam size. O ağır adımlarla ilerledikçe tutup kolundan götüresim vardı onu. Ama yapamadım bu husursuzluk verirdi ilerde ailesi yönünden. Ben içimde ki herşeyi söyliyemedim Aylin’e. Keşke söyleseymişim. Her an seni seviyorum veya daha güzel şeyler söyledim. Ama hani olur ya anlık düşünceler, o yürürken senin aklına bir şey gelir ama sadece kendine saklarsın büyüsü bozulmasın diye işte o anları çok yaşadım. Nefes alışında bile bir güzellik vardı benim için.
Ertesi gün semih’lerden erken çıkıp Aylin’in evine gittim. Önce bir kahvalt yaptık. Gece onlarda kalamadığımız için Pazar akşama kadar beraber evde olacaktık ama olmadı ben denize gitmek istedim. iyi kide istemişim. Yoksa onunla denizle geçirdiğim vakiti hiçbir yerde geçiremezdim. Kumburgaz tarafına gittik. Saat biraz geçti. Zate gittiğimizde saat 3 olmuştu bile. Denizde az durduk ama ben çok keyif aldım, hemde çok. Denizden erken çıktık. Otobüse bindik. O bana yaslandı ben ona. Hiç konuşmadık diyebilirim. O anki anı bozmadı sözlerimiz. Sadece düşünceler konuştu, dokunuşlar, gözler. Bu daha iyiydi bütün yorgunluğu almıştı adeta. Ondan önceki haftayı unuttum bak. Kafam çok dağınık, çok karışık. Pek sağlıklı düşünemiyorum, tükendim adeta.