bugün

yanmış yüreklerin ağıtıdır... gözü yaşlı anaların, bakışları puslu babaların ağıtıdır. şehit ailelerinin, açılım üzerine iç yangınlarının dışa yansımasıdır.

"benim çocuğum ne için can verdi?" sorusu cevapsız kalmıştır, bırakılmıştır... katilleri ve katillerinin işbirlikçileri hayatlarını yaşarken, içerideki elebaşının osuramaması üzerine doktorlar, aşçılar seferber edilirken... evladının acısından baygınlık geçirenler, kalbi sıkışanlar, nefes almakta zorlananlar vardı. verdiklerini hiçbir şeyin geri getiremeyeceği aşikar. oysa onurları çiğnenmemeliydi bu insanların. "evladınız bir hiç uğruna can verdi" demeye gelmemeliydi laf... bu kadar kırmaya, bu kadar kahretmeye kimsenin hakkı yoktu ve olamazdı da.

"anne" dedi bir genç. sonra düzeltmek ister gibi yineledi "anam" diye kuytuda elini yüzüne kapatıp da hıçkıra hıçkıra ağlayan şehit annesine... öptü ellerini, yüzlerine sürdü, kokladı. o an gözü yaşlı kadın sarıldı gence. öyle sıkı, öyle içten, öyle karşılıksız, öyle hasretle sarıldı. hıçkırarak "oğlum" dedi. ki gerisini getiremedi...

şehitlerimiz, mezarları başında anıldıktan sonra bir yürüyüş olacaktı ki yasal... kimse lastik yakmadı, molotof kokteyli atan olmadı, zılgıtlar atılmadı, "siz de bize katılın" baabında cam-camekan kırılmadı. sloganlar atıldı "türk halkı uyuma şehidine sahip çık!" denildi. kimisi gösteremedi sahip olduğu hassasiyeti, bırakmadı dükkanını, katılmadı. kimisi yürüyüşleri sevmiyordu, alkışlamakla yetindi. sonra genç kenara geçip sadece seyretti. olduğu yerde kalarak, avuçlarını patlatana kadar alkışlayarak. trafik ise yürüyüş yapanların ardından yavaşça seyrini sürdürmekteydi... sonra yürek dayanmadı, sonra gönül kabullenmedi, sonra bilinen bütün küfürler sıkılmış diş aralarından edildi, sonra öyle bir yemin edildi ki... ne kadar suçlu varsa, o kadar da cezalı olacaktı, olmalıydı. bu uğurda da en ufak bir ayrıcalık gözetilmemeliydi. günü gelecek öyle de olacak...