bugün

yargı bağımsızlığının öncelikli şartı olan tarafsızlığa tek kelime ile gönderme yapmayan, bunu yapmaktan çekinen yargıçların siyasi içerikli eylemidir.

tarafsız olmayan bir yargıç bağımsız olamaz. yargı bağımsızlığı aklına eseni yapabilmek, istediği gibi karar verebilmek demek değildir. yargı da devlet içinde devlet değildir. bağımsız olabilmek için öncelikle kendisini herhangi bir siyasi görüşe bir şekilde bağlayacak olan taraf olma durumundan kurtulması gerekir. yargıçların hukuk devletinde taraf olabileceği tek konu hukukun üstünlüğüdür, yürürlükteki kanunların herkese eşit bir şekilde uygulanmasıdır. yani adalettir. bunun dışında isterse cumhuriyetin temel nitelikleri olsun yargıçlar hiçbir siyasi konuda taraf olamazlar. taraf olmaya kalkarlarsa o siyasi konuları kendi anladıkları şekilde yorumlarlar ve belli bir siyasi ideolojiye bağlı hale gelir bağımsızlıklarını yitirirler. laiklik vs. konusunda taraftırlar diye itiraz edecekler varsa hangi laiklik anlayışından bahsettiklerini sormak lazım. hacca gitmeyi araba para kaptırmak olarak gören jakoben chplinin laiklik anlayışı mı yoksa devletin dindarlara karışmaadığı onları şekillendirmeye kalkmadığı özgürlükçü bir laiklik mi? sözün özü siyasi içerikli her kavram velev ki cumhuriyetin temel nitelikleri diye adlandırılsın taraftarlığı gerektirir. yargıçlar bu konuda tarafız derse bağımsızlıklarını yitirirler. sonra kalkar anyasanın 138. maddesini hiçe sayar bildiriler yayınlarlar.

bunlar güzel olaylar. darbecilere karşı bildiri yayınlamayı düşünmeyenlerin, darbe girişimleri belgelenenleri yok sayanların hangi tarafta olduklarını, amaçlarına ulaşmayı başka türlü mümkün görmedikleri için bu şekilde tartışmalı çıkış yapmaya mecbur kaldıklarını göstermektedir. güzeldir çünkü türkiye'nin er yada geç normalleşme sürecine kaldığı yerden devam etmeye başlaması halinde ciddi bir yargı reformu ve tarafsız bir yargı erki oluşturulması için güçlü bir gerekçe olacaktır. zaten bu bildirinin bir diğer sebebi de yargı organlarını normalleştirme, gelişmiş ve demokrat ülkelerle aynı standartlara getirme amaçlı yasal düzeneme değil mi?

bence taraf oldukları her konuda çekinmeden bildiri yayınlasınlar. en fazla borsa biraz sallanır ama o da zaten dış etkilerle ikide bir düşüp çıkıyor. hiç olmazsa tarafsız ve bağımsız yargıçlarla taraftar ve dolayısılyla bğımlı yargıçlar arasındaki fark belli olur. kimbilir belki bu sayede kendisini millet adına karar alma yetkisine sahip kabul eden jakoben bürokrasinin bir başka kanadı daha millet iradesine saygı duyar hale dönüşür.
yargıyı doğrudan ilgilendiren konulardan yargı organlarının konuyla ilgili görüşlerini paylaşmasının siyasi bir niteliği yoktur.
cumhuriyet seçkinleri gidişata el koymaya feci kararlı! güç damarlarından çekilmeden, onların iktidar kalım savaşları sertleştikçe bayalaşıyor. bu nevi şahsına münhasır saldırı teknikleri abdullah gül'ün cumhurun başkanı olması ihtimali semalarda belirdiğinde, ''olmaz böyle şey! itidal! uyarı! tedbir! uzlaşı da uzlaşı!'' diye cırlayan demokrasi özürlü aklıevvel devletçilerle hortlamamış mıydı?
''uzlaşı! yoksa 367'de diretir, her turlu çamura da yatarız'' diye zırlanırken, bir bildikleri varmış meğer. zira onlar bir bilirlermiş ve fakat herşeyi şıp diye anlarlarmış.
bu diyarlar harbiden; fazıl say'a, babasına, ilhan abimize(!), eruygur ve örnek paşalara ait. onlar belirlemekle 'yükümlü' hissediyorlar bu toprakların seyrini.
'laikçilik!' diyorlar başka da birşey demiyorlar.
diyecek sözleri yok ki; zira kemalizm'i bir ideoloji diye kakalamaya çalışanların, ''21. yüzyıla da ışığını tutacak kemalizm!'' diye zırvalayanların, kibar fikir arsızlarının, zımni faşistlerin kendilerini ennn bilen 'ideolog' olarak gazladığı bu gariban ülkede...
yuh ki yuh!
türkiye de ilk defa tabandan tavana doğru iyileşme sürecinin başladığını gören jakoben kesimlerin, son çırpınışıdır. ülkemizdeki yargı erkinin tarafsız olma gerekliliğinin ne kadar geçersiz olduğunun kanıtıdır.
Merak ediyorum minik bir damla kadar bile mi onur kalmadı ülkem muhaliflerinin içlerinde. O sığ muhalefet anlayışları gözlerini bu derece mi kör etti ki doğruyla yanlış arasındaki ayrımı yapamayacak, legal olanla illegal olan arasındaki o kalın çizgiyi ayırtedemeyecek kadar aciz düştüler. Fikir namusu denen o artık paçavraya dönüşmüş hissiyat böyle mi çiğnenecekti politik kindarlık denen o körlüğün ayakları altında?

Anayasanın 138.maddesi "hiçbir organ, makam, merci veya kişi, yargı yetkisinin kullanılmasında mahkemelere ve hakimlere emir ve talimat veremez; genelge gönderemez; tavsiye ve telkinde bulunamaz." diyor. Nerdeyse bağımsızlıklarını ilan etmek üzere olan hukukçularımızın 367 skandalından sonra tarafsız olmasını beklemek hayal. Artık solculuğu konusunda yapılan ironiler arşa ulaşmış, darbe şakşakçılığı konusunda kabarık bir sicile sahip, olası bir darbeden nemalanmak konusunda ellerini ovuşturarak sinsi bir şekilde bekleyen CHP'nin de düzgün bir tepki vereceğini ummak şapşallık. Darbelere ve Ergenekon'a payanda olmuş Sivil Toplum Kuruluşlarının bu hukuksuzluğa karşı onurlu bir duruş sergileyebileceğini sanmak salaklık. vs vs vs...

Tamam da bu kadar mı saplandık o dar ideolojik şartlanmışlıklarımızın pençesine? O geri kalmış ideolojilerle küçük kafaları tıksa basa doldurulmuş zavallıların zihninde hiç mi yer kalmadı hukukun bağımsızlığı ilkesine? Fikir hürriyetine? Özgür bir ülke olmak düşüncesine? Fikri hür, vicdanı hür olabilmek düşüncesine?

Bütün bunlar bir tarafa. Bir hukuk devleti olmak konusunda bas bas bağırılan ülkemde tarafsız olması beklenen hukukun bu derece militanlaştırılmasına, ayaklar altına alınmasına dur diyecek kimse kalmadı mı?

AKP'nin kapatılması için açılan davanın ve davada ortaya konan gerekçelerin meclisin yasama yetkisine yapılmış bir saldırı olduğu bu kadar açıkken; böylesi militan, siyasi ve taraflı bir dille yazılan bildirinin /nasıl bir akıl tutulmasıysa/ böylesine içselleştirilmesi, normal karşılanması kabul edilir gibi değil. Zira artık ne kullanılan üslubun partizanca olması ne de devam etmekte olan bir davaya etki etmek için böylesi açık bir tutum içinde olmanın bir suç olmasının insanları rahatsız etmemesi bir sapkınlık halini almış görünüyor.

Görüntü o ki olmayacak duaya amin demek oluyor onurlu bir tepki beklemek. Artık bu gidişe bir dur denip isminin önüne hukukçu sıfatı getirilen bütün bu ülke düşmanlarının yargıdan temizlenip, yargının olması gerektiği gibi bağımsız ve tarafsız bir yapıya kavuşturulması gerekiyor. Demokrasilerde devleti militan hukukçuların değil halkın seçtiği insanların yöneteceğini bir şekilde anlatmak lazım geliyor. Aksi takdirde ne manyak bir diktatörün yönettiği Kuzey Kore'den ne de o her gün birbirlerini boğazlayan Afrika ülkelerinden kalmayacak en ufak farkımız.
yargi erki'nin tarafini ortaya koydugu bildiridir. dolayisiyla artik yarginin tarafsizligindan bahsetmenin anlami kalmiyor. normalde beklenen bildiri icerik itibariyle bagimsizlik ve tarafsizlik ilkelerine vurgu yapmasidir ama bu bildiride sadece bagimsizlik nazara verilmis ama tarafsizlik es gecilmistir.

bu bildiride asil ilgi ceken nokta olmayan bir anayasa tartismasi uzerinde yargi'nin fikir beyan etmesidir. taslak olarak hazirlanmis bir anayasa metni mevcut bile olsa, bu taslak uzerinde tarafini belli etmekte yine yargi'nin tarafsizligini cignemekten baska bir sey degil.

diger onemli konu nise, ak parti'ye acilan kapatma davasi iddianamesinin bir butun olarak savunulmasi. belki niyet savciya yoneltilen elestiriler karsisinda, savciyi himayedir. bilmiyoruz. ama gorunen su; yargi amme namina, kamu adina actigi bir davada bile tarafsizligini koruyamamistir. hatta daha kotusu anayasa mahkemesinde baslayan dava surecine de bir mudaheledir. yani kendi elestirdikleri noktaya gelmistir koca yargitay.

demek ki yargi tarafsizligi icin gerek-sart kabul edilen yargi bagimsizligi bile, tarafsizligi saglayamiyor. burada chp'ye bir oneri: alin bu bildiriyi grup toplantisinda okuyun. aradaki 7 farki biz harareti alacagina inandigimiz caylarimizi yudumlarken bulmaya calisalim...
sadece, her gelen yabancı konuğa, bize dava açtılar diye sızlanıp şikayet edenlere karşı çıkan tek ses olduğu için dahi alkışlanabilir. bunun dışında akp, yargı siyasal taraf olamaz diye ötmeye başlamıştır hemen. buradaki çelişkiler ve hataları saymaya luzum yoktur. sayısızdır.
en temel tanımı ile, insanları kandırarak, yalanla dolanla bir yere gelmeye çalışan akp hükümetinin, hala düşünebilen insanlar olduğunun farkına varınca takındığı saldırgan ve baskıcı tavrı eleştiri mahiyetinde, gerekli bir açıklamadır.

not: dünden beri başlığı arıyorum, yeni başlık da açmadım kesin biri açmıştır zaten diye. ama sanırım içinde s.k, .m, g.t geçmediği için pek ilgi çekmemiş sözlükte. başlığı açan arkadaşa teşekkürler.
((aradım taradım lakin konuya ilişkin bir başlık bulamadım.ama illa aramak ve bulmak isteniyorsa sözlükte ziyadesiyle dünkü şampiyonlar ligi finaliyle ilgili başlık var.))

öncelikle bildirinin tam metnini verelim : http://www.yargitay.gov.t...cuments/bsk_bildirisi.doc

kimisinin ''yargıtay çemkirmesi'' kimisinin ''yüzde 47yle geldik ananızı bile şeederiz zihniyetine verilmiş ayar'' olarak adlandırdığı, nolursa olsun tartışmaların yine ''yargının siyasallaşması'' üzerinden temellendiği bildiri.

rousseau, egemenliğin halka ait olduğunu vurgularken, sosyal sözleşmenin sonucu olarak egemenliğin, mutlak, devredilmez, bölünmez ve hiçbir koşulda sınırlanamaz olması gerektiğini savunmuş, genel iradeyi esas almıştır. buradan da yasama, yürütme ve yargı erklerinin halka-millete teslim edilmesi anlayışına gelinmiştir. ancak sonraları rousseau bile, artan nufüsa ve ülke genişliğine bakılarak bunun uygulanamayacağını kabul etmiştir. bunun üzerine kabul edilense, her erkin farklı bir organ tarafından ve anayasada belirlenen yetkiler çerçevesinde bağımsız olarak kullanılması olmuştur. normların çoğalması ve farklı organlar tarafından denetlenmesi gerektiğinin anlaşılmasıyla, normlar hiyerarşisinin varlığı yazılı bir kural olmaktan öteye geçmiş, anayasanın üstünlüğünü ve bağımsızlığını her alanda gösterecek ''bağımsız'' mahkemeler tarafından denetlenir olmuştur.

1982 anayasası'na göre (gerek başlangıç hükümleri gerek genel esaslar gerek hak ve özgürlüklere ilişkin kısımlar olsun) türkiye cumhuriyeti, (..) demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devletidir. yani anayasa kendini ''demokratik'', ''laik'' ve ''sosyal'' bir ''hukuk'' devleti olarak tanımlamış ve bunu da değiştirilmez hükümler içine koyarak güvence altına almıştır.

hukuk devleti'nden söz edebilmek için öngörülen en önemli, temel koruma mekanizması anayasa yargısına ilişkin norm ve kurumların varlığıdır. burada kastedilen kurumlar, şüphesiz yargının bağımsızlığından ve siyasi niteliklerden uzak olmak zorundadırlar.

yargı bağımsızlığının oluşabilmesi içinse, yasamayı-yürütmeyi-yasama ve yürütmeyi ve kendini denetleyen yargının, dördüncü kuvvet olarak tanımlanan medyanın, tüm gerçek ve tüzel kişilerin etkisinden kurtulması gerekir. gerek karar öncesi gerek karar sonrası dönemde, hukuk devleti, yargının bağımsızlığını ve hakimlerin güvenliğini sağlamak zorundadır. devam eden bir dava hakkında görüşme ya da açıklama yapılmaması, yargıçların somut olayı incelerken vicdani kanaatlerine göre değerlendirme yapabilmesi, bu vicdani kanaatlere karşı bir baskı, yönlendirme ve öneride bulunulmaması yargının bağımsızlığı için, ve dahası somut olay hakkında verilecek kararın sağlıklı ve hukuka uygun olması için gereken olmazsa olmaz şeylerdir.

az önce değindiğimiz rousseau ''genel iradenin yanılmazlığı teorisi'' ile, ülkede yaşayan insanları temsil eden parlamentonun üstünde herhangi bir güç olamayacağını, parlamento'nun halk iradesine dayandığı için her zaman iyiyi güzeli yapacağını bu yüzden parlamento kararlarının denetime ihtiyaç bırakmayacağını düşünmektedir. oysa lord acton'dan da gayet iyi bildiğimiz üzere, iktidar mutlaka yozlaşır. ve bu yüzden iktidar, iktidarı sınırlamalıdır. günümüzde, iktidarların görevi kötüye kullanmalarını önlemek, rousseau'nun hedeflediği doğuştan gelen hak ve özgürlüklere ulaşmak için parlamento'nun (bile) kararlarının denetime tabi tutulması şarttır.

işte bu noktada, ''yargıçlar hükümeti''ne gidilip gidilmeyeceği tartışılmaktadır. yani türkiye için örnek vermek gerekirse, 70 milyon insanın iradesinin ürünü olan bir parlamentoyu, cumhurbaşkanının atadığı 11 kişinin (altısının oyu yeterli oluyor) denetlemesi doğru mudur? bu noktada, anayasa yargısının meşruluğu devreye giriyor ki, yasaların anayasaya uygunluğunun sağlanması bir zorunluluk olduğundan, bir sözcüğün bambaşka alanlara kapı açacağı düşünüldüğünde, anayasanın üstünlüğü gereğince anayasa yargısı meşrudur, kabul edilmelidir.

bugün yargıtay'ın yaptığı tek şey, üzerindeki baskıları bir nebze olsun azaltabilmek için kamuoyunun desteğini arkasında hissedebilmek adına bu bildiriyi yayımlamasıdır. burada yargının siyasallaşmasına dair bir şey yoktur, burada yargının sağlamaya çalıştığı şey, bağımsızlığıdır. sonuçta bugün, anayasa sadece yönetilenler için değildir, yönetenlerin de anayasaya uyması zorunludur. anayasa, asli, üstün, hukuki bir iktidardır ve siyasal kişi ve organlar kendilerinin veya kendilerinden öncekilerin yürürlüğe koyduğu tüm hukuk kurallarına-normlarına ''istisnasız'' uymak zorundadırlar.

sadece mevcut iktidar partisi için değil, tüm dönemler için yargıyı istedikleri gibi yönetmek çekici gelmiştir. çünkü bilinir ki, yasama ve yürütme zaten seçim sistemindeki (anayasaya aykırı) çelişkili (temsilde adalet ve yönetimde istikrar ilkeleri) ifadelerle ve onların doğurduğu sonuçlarla bir şekilde ele geçirilir. ancak yargı, yasama ve yürütme birbirine bağlı erkler olsalar dahi, bağımsız olmak zorunda olduğundan başlı başına karmaşık ve özel bir alandır.

hı eğer mevcut iktidar ele anılacaksa da;

türbanı bir özgürlük olarak sunmaya çalışırken ve bu özgürlüğü anayasaya sokmak adına anayasayı yap-boza çevirme yetkisini kendinde gören kurucu iktidar neden acaba siyasal haklara getirilen sınırlamaları arttırmaya devam edip, en iyisi olduğunu düşündüğü liberalizmin ''siyasal'' alanını bu kadar daraltıyor? neden temel hak ve özgürlüklere ilişkin alanlara getirdiği özgürlüklerin güvencesini bu kadar gevşek tutuyor ve ''ekonomik'' liberalizmin alanını yok pahasına genişletiyor?

''kılık ve kıyafetinden ötürü hiç kimse eğitim ve öğrenim hakkından mahrum bırakılamaz.'' derken, neden harç paralarını ödeyemeyen gençleri düşünmüyor, devlet bursuyla okuyan çocukların bursunu kesiyor? bu mudur sosyal devlet anlayışı? bu mudur özgürlükçü liberal düzen?

sırf başı açık diye ''bacı''olarak nitelemeyip de ''ihtiyaç'' olarak gördüğü kızları yurttaşı saymıyor da, o kızları 1 mayıs günü saçlarından sürükleyerek götürme cesaretini kendini nasıl bulabiliyor?

dtp hakkında kapatma davası açıldığı sırada ya da iktidarda olduğu 5 sene süresince siyasi partiler kanunu gibi her yerinden açık veren bir yamalı bohçayı değiştirme gereği görmüyor da, yargının olaya müdahale ettiği (ki, akp'ye verilen uyarıya akp'nin verdiği cevap hala akıllardadır) bir anda anayasada değişikliğe gitmeye karar veriyor?

367 gibi sadece birinci ve ikinci tur oylamaları düzenleyen bir kararda yargıyı kendi kendini sınırlamaya zorunlu bırakıyor da, yargı bir bildiri yayınlayıp ''rahat bırakın artık!'' dediğinde mi vatan haini, elitist bürokrat, gomünüs, entel laik oluyor?

anayasalar toplumsal mutabakat sağlanarak hazırlanması gereken belgelerdir, öyle oldu bittiye getirilemez. askeri otoritenin sivil otoriteye bağlılığı ilkesi ülkemizde henüz uygulama alanı bulmadığına göre, biz askerin postallarını her daim demoklesin kılıcı gibi ensemizde hissettiğimiz sürece bir kere her şeyden önce yargıya muhtacız. yoksa adam smith'in dediği gibi bırakırız yaparlar, bırakırız geçerler...