bugün

çocukluğumu hatırlıyorum da, okuldan çıkıp eve geldiğimizde çantaları bırakıp sokağa koşardık. kimsenin dil, din ve ırkına bakmaksızın. kimse kimseyle dalga geçmezdi ten renginden ve şivesinden dolayı.
elinde poşetle gördüğümüz birine yardım etmek için yarışırdık.
herkesin yardımına koşardık karşılık beklemeden.
mahalle kavgaları olurdu, bir birimizle küs olsak bile böyle bir durumda her şeyi unutup bir olurduk.
sokak hayvanlarına kulübeler yapardık üşümesinler diye,
evden peynir çalar kedilere verirdik, dayak yiyeceğimizi bile bile.
bisikletimizi paylaşırdık, topumuzu hatta aşımızı.
yoksulduk belki ama mutluyduk.
hayallerimiz vardı yarınlara...
'' avukat petroçelli'' dizisini seyrettiğimizde avukat.
'' kaçak'' dizisini seyrettiğimizde doktor olmak isterdik.
ama en çok cüneyt arkın filmleri bizi etkilerdi, ağaç dallarından kılıç yapıp birbirimizle savaşırdık.

büyüdük teknoloji gelişti,
her isteğimize kavuştuk ama bazı duygularımızı kaybettik.
sadece duygularımızı değil, insanlığımızı da kaybettik.
Kavga, tartışma, çatışma, hırs, öfke, kıskançlık, haset gibi zaaflarımıza yenik düştük. saldırgan olduk. Ama bir süredir toplumu saran, dalga dalga yayılan bu saldırganlık, bu kötücüllük!.. Kendi cephesinde yer almıyor, kendisi gibi düşünmüyor, kendisi gibi yaşamıyor diye tanımadığı, görmediği insanların ölmesini, işkence görmesini, hapishanelerde sürünmesini isteyen, bu isteğini küfür ve hakaretlerle açık açık ilan eden… Ya da düşman saydığı kişinin onurunu, haysiyetini, kimliğini, kişiliğini en ağır ithamlar, hakaretler, tehditlerle açıkça ya da sinsice ayaklar altına alan bir kin ve nefret tufanıyla karşı karşı karşıya kaldık.

sahi biz niye böyle olduk?