bugün

cemil meriç

Hayatını Türk irfanına adayan münzevi ve mütecessis bir fikir işçisi" diye tanımlamış üstad kendini.
üstad diyoruz çünkü tefekkür aşkından, okumaktan, biraz da kataraktan gözlerini kaybetmiş 39 yaşında. çılgınca bir üslup, satır aralarında kendinizi kaybettiğin müsveddeler -onun tabiri.

18 yaşında marx'dan engels'den başlayıp ölümüne doğru upanişadlar ve vedalar'da biten bir serüven. 18 yaşında das capital'in 1. cildini okur. engels'in bir kitabından 100 sayfa not çıkarmıştır o yaşında ama kanaati: "bir şey anlamadım".

islam'dan nasiplenemeyen bir gönül ve feraset. islam olmayınca feraset ne kadar olur ki zaten ? 66 yılında lamia yazdığı bir mektubunda şunları karalar:

"bugün ilk kez oruç tuttum. kabul et." ve lamia'ya çoğu mektubunu şu kelimeyle sonlar: "perestişle" . yani tapınırcasına sevgiyle. lamia onun gerçek sevgilisi, karısı ise annesi.

oğullarıyla bile anlaşamaz bu yumurcak. oğluna kitap verdiğini onun basketbol peşinde koştuğunu ifade eder. aynı oğul(mahmut ali meriç) onun kitaplarını tüysüz tavuğa çevirecektir. biz de iletişim yayınlarından bu tavukları alıp okuyacakmışız. ne bilirdi ?

ben de okumaya cemil meriç'le başladım.
"Ben cenneti hep bir çeşit
kütüphane olarak hayal etmişimdir." diyor idi Jorge Louis Borges. cemil meriç'in kütüphanesi de hem cenneti hem fildişi kulesiydi bu bağlamda. hatay'da erken yaşta fransızca öğrendi. balzac'ı her yıl hatim eder, büyülenirdi.

istanbul'a ilk geldiğinde taşralı, ölürken ise istanbul beyefendisydi. bunun en büyük ayeti ise (bkz: ümit meriç). kitapları okurken kainatı okumayı unutmuştu şüphesiz. belki de göremediği yıldızları okumak elden gelir bir iş değildi.

said-i nursi'ye her zaman derin bir saygı duydu. onu bir davanın ağır sorumluluğunu tek başına sırtına almış bir hakikatperver olarak niteledi. belki islamî cihette tek aklî düşüncesi buydu. kanaatimce "akleden kalp" vasfına sahip değildi. ibadet'ten, secde'den bu kadar uzak kalmış bir kişilik olması da bunu körüklemişti.

lakin, kelimelerle dansı görmezlikten gelinemez. biricik bir kalemi olduğunu şeksiz kabul etmek gerekir. 'bu ülke' 'sini o dönem bu ülkede anlayan var mıydı merak ediyorum. arkasına bir kanaviçe eklemeseydi kitaba uzaylı muamelesi yapılacaktı belki de. geçen günlerde öylesine caravaggio tablolarına bakarken "narcissus" isimli bir tabloya rastladım. uzun zaman önce anlamadığım, neyden ilham aldığını çözemedim şu paragrafa anlam verebilmiş oldum böylece:

"kelimeleri sana veriyorum okuyucu… onlar yanıp sönen bir oyuncak. Boş içleri, boş mu? Alev var göğüslerinin içinde, barut var, gözyaşı var. Nihayet bütün dünya kelimelerden ibaret. Ama sende ne varsa kelimede de o var, kelime, Narsis’in kendini seyrettiği dere. Çok bakma içine düşersin! "

yöntem olarak böyle ağır bir üslubu seçmesi kendi tercihi tabi ki. şu da aşikar ki halk'a temas etmemesi bunun en büyük nedeni.

sözlerimi bitirirken bu şarkı cemil meriç'ten gelsin gene:
"her yüzyılda birkaç kişi düşünür, geriye kalanlar ise bu kişilerin düşündüklerini düşünür"