bugün

medeniye kol düğmelerim nerede

1925 yılında yaşanmış ,recep zühtü , ile fatma medeniye arasında geçen hazın bır aşk öyküsü.
"Medeniye kol düğmelerim nerede"
Yıllardan 1925, Recep Zühtü(Soyak) bir arkadaşının düğününde Fatma Medeniye adlı, henüz 20li yaşlarında çok güzel bir kadınla tanıştı. Sultan Vahdeddinin hat hocası Hattat Mehmet Sabri Bey`in kızı olan Medeniye, göz kamaştırıcı güzelliğiyle istanbul sosyetesinin parlayan yıldızıydı.

14 yaşına geldiğinde bir "Hint Presi" ile evlendirildi. "Yok artık!" demeyin, o zamanlar Raca, Hıdiv v.s. gelini olmak çok modaydı. Ancak geçinemediler. istanbul işgal edilince bunu fırsat bilen prens hazretleri eşini terk ederek yurduna döndü.

Medeniye 18 yaşındaydı, bu defa kendinden epey yaşlı bir ressamla (?) evlendirildi. Çok geçmeden ressam kocanın vefatıyla dul kalan Medeniye Hanım, Recep Zühtü Bey ile işte bu aralıkta tanıştı ve Ankara`da onunla yaşamaya başladı.

Recep Zühtü Atatürkün en has adamıydı. Onu, bir diğer has adamı olan Nuri Conker gibi ta Ma-nastırdan tanıyordu. iki önemli özelliği vardı Recep Zühtü`nün; attığını gözünden vuran keskin bir silahşordu ve ölümüne sadıktı. Atatürk Recep Zühtü gibi sekiz-on kişiden oluşan bir yakın koruma ordusu kurmuştu kendine. Bunlar onun yanında konumlanıncaya kadar her biri bir savaşta kah-ramanlıklarıyla parlamış askerlerdi. Şimdiyse bir emriyle her biri bir milletvekili olmuştu.

Atatürk ayrıca bunları, iş Bankası`nın yanı sıra bazı kamu şirketlerinde yönetici filan da tayin etmişti. Bu sayede ellerine milletvekili maaşlarından başka ayda birkaç bin lira daha geçerdi. Atatürk, gece-gündüz birlikte olduğu arkadaşlarının kimseye muhtaç duruma düşmemelerine özellikle önem verirdi. Böylelikle Recep Zühtü de Eskişehir Şeker Fabrikası yönetim kurulu üyesi olmuştu.

Yalnız bunların evlenmesi yasaktı. Kılıç Ali müstesna, -o da "aristokrat" bir gelin getirdi diye-evlenebildi. Ama kadınlarla "dost", "metres" ilişkileri kurmaları serbestti. Bundan aldığı cesaretle Recep Zühtü sevgilisi Medeniye Hanımı Çankayada Atatürk`e takdim etmiş, elini öptürmüştü. Atatürk kadına, "Sabret kızım, sen büyük mutluluklara lâyıksın, zamanı gelince evlenirsiniz" demişti.

Medeniye Çankayaya çıkıp, kabule layık görüldükten sonra Ankaranın saygın ve imtiyazlı mahfillerinde kendine ayrıcalıklı bir yer edinmişti. Yasak aşkı artık "meşru" bir ilişkiydi.

Kadının ürpertici güzelliğinin yanında Recep Zühtü çok çirkin bir adamdı. Ayrıca çok da para-gözdü. Mesela milletvekilliğinin yanı sıra çok sayıda şirket ve mümessillik sahibiydi, komisyonculuk yapıyordu. Başta istanbul, Ankara olmak üzere yurdun pek çok yerinde binaları, arsaları vardı. Nasıl sahibi olduğu şüpheli matbaasında Atatürk resimli sigara kâğıtları bastırmıştı. (Neyse ki bu arsızlığı paraya çeviremeden engellenmiş.)
Körü körüne sadakat malûmunuz insanı kaçınılmaz olarak muhbir de yapar. En yakınlarını bile ispiyonlamakta beis görmezmiş. Mesela Ankarada Tabarin Barda göz koyduğu revü kız, kendisiyle değil de Falih Rıfla (Atay) ile çıktı diye bunu koşa koşa Atatürke yetiştiriyor. Bir Konya gezisinde Konya Lisesi öğretmenlerini "komünistlik yaptıkları" gerekçesiyle Atatürkün hışmına maruz bırakıyor. Yine bir gün Karpiçte demlenirlerken radyoda Hitieri dinleyen Reşit Galip, "Bizim Hitler acaba ne zaman konuşacak" diye bir şaka yapıyor. Haliyle Recep Zühtü bunu da Atatürk`e yetiştirmekte diğerlerine fark atıyor.

Kısacası Medeniye Hanıma hiç layık biri değildi. Bu kadarla kalsa iyi, daha başka marifetleri de var. Kazım Karabekir"devrimlere ayak uydurama-yınca" tasfiye edilmişti. O da bu kızgınlıkla hatıratını yayınlamaya kalktı. Bunu engellemek için Atatürkün en yakın adamları harekete geçti. Kitaba daha matbaadayken el koydular ve imha ettiler. Bu operasyonu Kılıç Ali ile Recep Zühtü yönetmişti.

Parlamento faaliyetlerine gelince; "intikam" yasalarının hepsinde onun imzası vardı. Milli Müca-deleye katılmayanların veya karşı olanların listelenip, takip edilmesini bizzat üstlenmişti. "Firari" Ermenilerin mallarının Milli Mücadeleye katkıda bulunanlara dağıtılması işi de ondan soruluyordu. Geceli gündüzlü bitip tükenmek bilmeyen tüm bu "programlar" sırasında Recep Zühtü, sevgilisi Medeniye Hanıma ne kadar zaman ayırıyordu? Maalesef çok az. Peki ya evlilik? O da inşallah bir dahaki yaza.

Recep Zühtünün hayatı Atatürke tabiydi, nereye gitse hep beraber. istanbula geldiklerinde Medeniye Hanımı da getirirdi. Evet, çok ihmal ediyordu fakat yine de sevgilisinin gönlünü hediyelerle kazanmayı biliyordu.

Boğazda, Akıntı Burnunda deryaya karşı bir yalıya (izzetâbâd Kasrı) göz koymuştu. Burası III. Selim için yaptırılmış, sonra 1890da yıkılarak yerine Seniye ve Ferihe Hanım Sultanlar için ikiz köşkler inşa edilmişti. Bunlar sonra birleştirilerek tek köşk haline getirilmişti. Recep Zühtü ne yaptı, ne etti bilinmez, bu köşkün sahibi oldu.

Medeniye Hanıma "izzetâbâd Köşkünde telli-duvaklı düğün" vaat etmişti. iş sözünü tutmaya gelince yine kıvırdı. Köşke annesini, babasını, kardeşlerini, akrabalarını yerleştirdi. Bu bardağı taşıran son damlaydı. Gerçi henüz haberi yoktu ama artık Recep Zühtü, Medeniye Hanım`ın gözünde çıkarılıp atılması gereken bir çöp kıymetindeydi.

Günlerce, bazen haftalarca yüzünü bile göremediği adamı beklemektense kendine genç ve yaşıt bir sevgili buldu. Delikanlı aksi gibi Yahudi cemaatine mensuptu.

Atatürkün yine bir istanbul ziyareti sırasında, Dolmabahçe Sarayında "sofrada" hep beraber demlendikleri sırada jurnal geldi:

"Medeniye Hanım, bugün öğlen istiklâl Cadde-sinde Frangulinin çalışan Yahudi gencini görmeye gitti. Oradan çıkıp, sarmaş dolaş etrafa aldırmadan Abdullah Efendi Lokantası`na girdiler. Senin kıravatını, senin kol düğmelerini takmıştı şerefsiz adam, görür görmez tanıdım."

Daha sözünü bitirmeye vakit kalmadan Recep Zühtü çakı gibi fırladı yerinden. Soluğu Çengelköyde, o sıra annesinin evinde kalan Medeni-yenin yanında aldı. Saat sabaha karşı üçtü. Kapıyı annesi Ayşe Hanım açtı. Recep Zühtü ona tek kelime söylemeden üst kattaki Medeniyenin yatak odasına çıktı. Kapıyı arkasından kilitledi. "Medeniye kol düğmelerim nerede" diye bağırırken odayı darmadıman etti. "Bana bunu nasıl yaparsın, ben sana varımı yoğumu vereyim hiçbir şeyden mahrum etmeyeyim sen kalk git elin gâvur herifiyle. Ne çok sevmiştim seni Medeniye. Bunun bana nasıl yaparsın? Yüzkarası söyle!" diye bağırdı, acımasızca dövdü. Derken tabancasına davrandı ve kadını vurdu. Sonra Saraya gitti. Kılıç Aliye telefon edip olanı anlattı. Kılıç Ali de Atatürk`ü haberdar etti. Aldığı cevap "Kanuni icabı yapılmalıdır" oldu.

Kadın ölmemişti, fakat Taksimdeki Fransız Hastanesine çok geç getirilmişti. Kardeşi Haydar başında bekliyordu. Can çekişen kadının kardeşine son söz olarak, "beni vuranlara bir şey yapmaya kalkma sakın, seni de öldürürler" dedi. 12 Şubat

1935 Salı günü saat i9=3o`da öldü. Hastanenin ölüm kayıt defterinde ölüm nedeni Latin harfleriyle yazılı diğer tüm kayıtların aksine, üstelik bir başka renk mürekkeple Osmanlıca yazılmıştı.

ilişkileri on yıldır sürüyordu. Kadın adamdan 10 yaş küçüktü. 10 Şubat`ta vurulmuştu.

Medeniyenin öldüğü gün, Şair-i Azam Ab-dülhak Hamit Tarhanın 84. yaş günü kutlanmaktaydı. O gün gazetelerin hepsinde bu haber vardı, fakat hiçbiri Medeniye Hanım cinayetine yer vermedi.

Bu elim hadisenin üzerinden henüz bir hafta bile geçmemişti ki, Recep Zühtü 17 Şubat 1935 günü yapılan V. Dönem Meclisine Zonguldaktan milletvekili seçildi. Öte yandan savcılık cinayetle ilgili olarak gevşek bir takip başlatmıştı.

Öldürmek için değil, korkutmak amacıyla dahi ateş edilmiş olsa, yasal olarak en az üç yıl hapis cezası alması gerekirdi. Oysaki Dr. Fahrettin Ke-rimin verdiği "cinnet halinde metresini vurduğuna dair" rapor Adli Tıpça incelenip kabul edilince Mahkeme Recep Zühtünün beraatine karar verdi.

NOT -1: ilk önce rapor meşhur Mazhar Osmandan istendi. Fakat o bu şerefsizliğe tarihe geçen şu sözlerle karşı çıktı: "Recep Zühtünün cezaî ehliyeti yok idiyse, Meclis`te işi ne?" Bu cevap üzerine rapor asistanı olan Fahrettin Kerim tarafında düzenlendi.

NOT - 2: Recep Zühtüye "Soyak" soyadını 8 Şubat 1935te Atatürk armağan etmişti, Medeniye Hanım`ı öldürmeden iki gün önce.

kaynak .ümit beyazoğlu.