bugün

ayşe arman vs nihal bengisu karaca

aslında karşılaştırma değil iki yazarın , "mahalle ayrılıkları" üzerinden yaptıkları sohbeti paylaşmak ve "biz-öteki" kavramlarını irdelemek amacıyla açılmış başlıktır.
-----
Sizin mahalle, bizim mahalle, sizin hayat tarzınız, bizim hayat tarzımız... Yok mu aslında birbirimizden farkımız!
- O kadar da değil. Başka konular söz konusu olduğunda da "siz" ve "biz" kategorilerine dahil oluyoruz. Benzerliklerimiz olduğu gibi farklılıklarımız da var elbette. Ve bu farklar ne yazık ki bazı yerlerde çok derin...

Bu da aramızda kapanması mümkün olmayan bir uçurum mu oluşturuyor?
- Uçurum mu deriz artık bilemiyorum, ama evet
bazı konularda müthiş bir ayrılık var.

Mesela hangi konularda?
- Acı ama gerçek: Kapitalizme karşı bilinç-direnç konusunda iki mahalle de neredeyse aynı. iki mahallenin de ileri gelenleri çok tüketiyor ve alışveriş yapmayı çok seviyor. Sınıf atlama çabası bizde de var. Siz de teknoloji
seviyorsunuz, biz de. Siz de milliyetçilik yapıyorsunuz, bizim kesimde de zaman zaman bu oluyor. Fark nerede mi? Mesela, sizde fakir ve yoksullarla ilgili durumlarda "N’apalım sistem böyle" kabullenişi var. Bizde ise sizin "sadaka" dediğiniz müesseseyle fakiri gözetme daha yaygın. Yardımlaşma dernekleri hiç olmadığı kadar ilgi görüyor, Gazze için inanılmaz para toplanıyor.

Deniz Feneri skandalına rağmen mi?
- Evet, ona rağmen...

Başka?
- Sonra eğlence anlayışı arasındaki farklar var. Mesela, beyaz burjuvaya karşı yeşil burjuva ne kadar palazlanırsa palazlansın, bizler yılbaşını asla sizin gibi kutlamayacağız. En fazla kuruyemiş yiyip televizyon izleyeceğiz o gece. Kadın-erkek danslı partiler verilmeyecek. Alkol kullanılmayacak. Kullanılsa bile, asla itiraf edilemeyecek. Din, bir günah işlendiğinde, o günahın anlatılarak çoğaltılmasını da günahı arttıran bir faktör olarak görür. Çünkü günahın dolaşıma girmesi, "A millet neler yapıyor ya!" duygusu uyandırır ve teşvik edicidir. Demem o ki, bizim mahalle, sizinki gibi eğlenmeyecek, eğlense bile bunu hep bir "sapma" olarak görecek, bunun hesabını vereceğini bilecek. Sizin hayatınızda norm haline gelmiş şeyler, bizim hayatımızın büyük suçluluk duygularına, nefis muhasebelerine karşılık geliyor. Suçluluk duygusu veren bir şeyin üzerine kültür inşa edilmez, bu yüzden eğlence kültürümüz asla benzeşmeyecek. Anlatabiliyor muyum?

Elbette. Ben şunu anlıyorum: Kadın-erkek ilişkilerine bakış açımız ve bu perspektifin dinle bağlantısı aramızdaki en önemli fark...
-Aynen öyle.

O zaman sorunun bir boyutu da cinsellikle ilgili bakış açılarımızın farklı olması.Muhafazakar camia ile ilgili "bastırılmış cinsellik" sendromundan bahsedenler
yanılıyor mu?
-Kısmen haklılar, kısmen yanılıyorlar. Modern hayat, cinselliği de eğlence kültürünün bir parçası olarak alıyor. Muhafazakar yaşam tarzı buna dini tutumlarla direnmeye gayret ediyor. Bu gayet sınırlı ve çerçevesi belli bir hayat demek. insan çerçevesi belli bir hayat içindeyken de mutlu olabilir.

Ya olamıyorsa?
- O zaman senin bastırma dediğin hal devreye girebilir. Ama emin ol, muhafazakar kesimde ne kadar bastırılmış cinsellik varsa, modern batılı hayat tarzını seçmiş olan kesimde de o kadar bastırılmış dinsellik var...

Hoppala! Bu da nereden çıktı şimdi?
- Evet aynı oranlarda. Öyle işyerinde çaktırmadan iftar yapmaya çalışan çünkü sözde liberal çevresinden dışlanmak istemeyen arkadaşlarımı filan da kastetmiyorum. inanca yaklaşan, ama aklı dinin birkaç nüvesine takıldığı için kendini tam olarak veremeyen insanların yaşadıkları var. "Artık benden geçti o ışığı yakalayabilmek" diyen kişiler tanıdım ve çok derin bir çaresizlik hissettim karşılarında. inanma isteği içinde olan ama bunu gururuna yediremeyen entelektüeller mesela, hiç de az değiller...

Neden böyle? Bir insan inanmak istiyorsa inanır, onu ne tutabilir ki?
-Yıllarca aydınlanma felsefesi tahsil etmiş, Tanrı’yı var ile yok arası bir yere konumlandırmış, ama bir yandan da Tanrı’ya inanç duymaktan vazgeçememiş ve şimdi O’nu hayatına almakta zorlanıyor... Yıllar önce reddettiğin evladını yeniden hatırlamak ama artık nerede olduğunu bilememek gibi! Bulmak için gereken mücadele süreci gözünde büyüyor. Aslında bu çok insani. Sonra bir de sınıfsal kalıpların baskısı var. Kapıcının inanç sistemiyle aynı yerde hizalanmak gururuna dokunuyor. Ayak kokan bir camide namaza durmayı içine sindiremiyor. Ama bu safhayı geçip içindeki düğümleri çözenin inançla bütünleşmesi de, dini aile içinde öğrenenden daha sağlam oluyor. Baştan belli değil yani hiçbir şey.

Peki sence ne yapmak gerekiyor?
-Sancılı bölgeler konusunda nazik olmak gerekiyor! itham edici sorularla ve belaltı vuruşlarla birbirimizle moral üstünlük yarışına girmemek gerekiyor! Sen, içinde kalan doğulu, Müslüman hücrelerinle savaşını halledeceksin önce, ben de modernliğe dönen yüzümün beni değiştirdiği artık eskisi kadar pür olmadığım gerçeğiyle yüzleşeceğim. Herkes kendisiyle barışana kadar, bu alan ile saygılı bir uzaklık ve ölçülü bir temas halinde olmak en doğrusu...

Serdar Turgut bir ara iki mahallenin de dahil olabileceği kutlamalardan söz etmişti. Mümkün değil mi?
-insanların insani ilişki kurabilmesinin tek yolu ortak eğlence anlayışlarına sahip olması değil ki. Dindar biriyle kadeh tokuşturamazsın belki ama o da baban öldüğünde sana mesaj atabilir, yanında olduğunu hissettirebilir. Bana göre bunlar da en az birlikte eğlenebilmek kadar önemli. "Yok, eğlenmeden yapamıyoruz" diyorsak; bir tarafı neşelendirebilecek, diğer tarafın da hassasiyetlerine uygun düşebilecek mekansal zihinsel ortaklıklar bulunur. Nitekim ben buluyorum. Benden çok farklı hayat tarzı olan insanlarla siyasi, mizahi, edebi ve estetik değerler üzerinden ilişki kurabiliyorum. Haaa,
kavgalar olmuyor mu? Oluyor. Ama "yapıcı kavga" diye bir şey de vardır. Ben mesela uzlaşmak için kavga ederim. Kavgamda "Ama bak ben seni anlamak istiyorum, izin ver!" gibi bir sevgi kelebekliği halim de olur...

Yani bir adım geri, bir adım ileri... Bir gerileceğiz, bir yumuşayacağız... mı diyorsun? Dans gibi?
- Aynen. Bir arada yaşayabilmek için, önce harbi niyet etmek lazım. Yakınlaşma açısından verimli olan, tabanı tarayan berrak bir vizyon lazım. Düştüğün yerden kalkıp devam edebilmen lazım. Ben çok da ümitsiz değilim. AK Parti’nin ilk iktidar döneminin iki yılı bence bu çabaların sergilendiği, pembe tüylü konfetili bir dönemdi. Sonra devreye başka hesaplar girdi. Ve bir imkan heba edildi. Fakat biraz bile olmuşsa, yeniden olabilir... Diye
düşünüyorum...

SiZ BiZi, BiZiM SiZi YARGILADIĞIMIZDAN DAHA ÇOK YARGILIYORSUNUZ..

Sizin mahallede bir taraftan da iki üç karısı olanlar var. Cinselliklerini çok da bastırıyor gibi durmuyorlar?
- Emin ol bu durum, toplumun hiçbir kesiminde kabul gören bir şey değil. inandığın kitap, "Senin için ideal olan tek bir eşle yetinmen!" demiş. ilk hanımının üzerine nikah kıyanlar, aslında ezik ve mahcup bir hayat yaşıyorlar. Öyle de yaşamalılar zaten! Mahcup olabilmek de bir seviyedir gerçi... Bu seviyeden nasibini alamamışlar da, olsa olsa zulmetmiş oluyorlar. Ama kim söylemiş zulmedenin rahat olduğunu? O da başka bir şeyi bastırıyor bu kez: Korkusunu. Mağdurun intikam alacağı günü bekleyerek yaşar zalim.
Bunlar tabii benim görüşlerim. Ben politik olarak ezilen sınıfın ya da bireyin yanında olmak, zayıf olanın sesine öncelik tanımak gerektiğine inanmış biriyim. Ama uzun vadede, insanın zulmettiğini, kaderin adalet ettiğini düşünürüm. Kader her zaman adalet eder!

Çok güzel söyledin de, ne farkı var sizin adamların, bizim adamlardan! Ya da şöyle kibarca sorayım: Sizin mahallenin adamları, bizim mahallenin adamlarından daha mı ahlaklı?
- Adam kıyaslama olayına hiç girmeyelim! Haaa ama şu var: Benim tanıdığım erkekleri tutan bir "Allah korkusu" var, "Haksızlığa neden olursam, Allah beni affetmezse, ne yaparım?" korkusu. Ben o korkuya değer veriyorum. Elbette kendisine "Dindarım" diyen herkeste o korku yok, ama o korkuyu taşıyanlar genellikle dindar kesimin içinden çıkıyor.

Sen de öyle bir koydun ki durumu: "Sizin mahalle olgun ve dolgun, bizim taraf göçüyor!"
-Yok hayır, ben bizi aklayıp paklamaya çalışmıyorum. Sizde ayrımcılık daha az, kadın ve erkeğin eşit haklara sahip olması gerektiğine ilişkin bilinç daha yerleşik. Sizdeki sıkıntılarla bizdeki sıkıntılar biraz daha farklı, ancak her iki tarafın da sıkıntıları olduğu gibi artıları da var. Fakat siz bizi, bizim sizi yargıladığımızdan daha çok yargılıyorsunuz. Çoğunlukla kadını koruma amaçlı, kadının güvenliğini sağlayan yapıları bile "aşağılama" olarak kodlamaya, yanlış değerlendirmeye yatkınsınız. Çarçabuk yapabiliyorsunuz bunu ve bunlar "Tarafını seç, mevziini kaz!" psikolojisini daha da arttırıyor.

Ben iki kesimin erkeklerinde de ikiyüzlülük gözlemliyorum. Her iki taraf da, hayatını kolaylaştıracak şeylere hemen "Evet" diyor. Elini yüreğine koy, imam nikahı da erkeklerin hayatını kolaylaştırmak için kullanılmıyor mu?

- Valla, imam nikahlarının artmasının nedeni modern hayat stratejileri bence.
Kentlerdekini kastediyorum. Modernliğini göstermeye, cinselliği özel hayattan çıkarıp kamusallaştırmaya dönük çabalar var. Yeniye, gençliğe, güzelliğe abartılı bir davet. Çağın sloganı "Daha fazlasını iste!" olunca, o da sonunda "Tamam" deyip hayatındaki kadın sayısını fazlalaştırıyor.
güncel Önemli Başlıklar