bugün

küçükken zannedilen şeyler

şehirlerarası seyahat ederdik ailemle, gurbetçi olmak zor. babam her zaman gideceği yolları bilirdi. sihir gibiydi bu benim için. o kadar yolu gidip kaybolmamasının nedenini "ehliyet kursunda tüm ülkeyi gezdiriyorlardır, ezberliyordur yolları" olarak kabul etmiştim. hatta çizgi filmlerden esinlenerek harita üstünde (genelde kuzeydoğu neden bilmiyorum) giden kocaman kırmızı bir araba, içinde de babamı hayal ederdim; kâğıttan, zıplaya zıplaya giderken. gerçekten çok boş vaktim vardı ya, yol uzundu. kendi kendimi çürütüp "buradan kalkıp yurtdışına giden insanlar ne yapar o zaman, daha büyük ülkeleri öyle gezemezler" derdim. sonra insanların sadece 2 saat direksiyon başında durup ehliyet aldığını öğrendim.

yine bu uzun yollarda trafik ışıklarını anlamak için kafa patlatırdım.
o yıllarda beynimde 'otomatik/ayarlı' kavramları yokmuş. direklerin yanında yer altına açılan bir kapı olduğunu, asfaltın altından üste doğru açılan minik bir bölmeyle yolu izleyen (beyaz gömlekli, şişe dibi gözlüklü, zayıf bir adamdı bu kişi) işçinin arabamızı gördüğünde "ehehhe beklesinler işleri ne" diyip ışığı yeşilden kırmızıya çevirdiğini zannederdim. çünkü hep yeşilken kırmızı olurdu o ışıklar, birinin bize garezi olmalıydı. öyle değilmiş... yalnız bu işçiler gündeme gelmeli. iş kolu olurdu ne güzel.

asfalt altında yaşayan adamı da hâlâ sevmem. sinsi piç.

çocukken çok aptaldım.
kendimi öpüyorum.