bugün

eşcinsel olduğunuzu aileye itiraf etmek

benim için "aile" kavramının tanımını ve anlamını değiştirmiş eylemdir.

aile neden vardır, amacı nedir, neyi sağlar, anlamı ve önemi nedir, ve varlığını sürdürmesi gerekli midir? bu sorular kafamı hep kurcalıyordu. mutlu bir ailem vardı, annemle babam hayattaydı, ikisi de çocuklarına yeterince (hatta bazen gereğinden fazla) ilgi gösterirdi, boşanma gibi bir durum da yaşamadılar.

babamla fiziksel olarak benzeriz, ikimiz de erkeğiz ("erkek olmak ne demek" sorgulamasına girişirsek işin içinden çıkamayız, o yüzden biyolojik erkeğiz diyelim). ne var ki, babamla aynı toplumsal cinsiyet dilini konuşmuyoruz. o futbol sever, cinsiyetçi küfürlü konuşur veya tezahürat yapar, erkek egemen bir meslek dalında erkeklerin beraber sosyalleştiği iş ortamlarında çalışır. başından 3-4 söz/nişan deneyimi geçmiştir, sonra evlenmiştir. o zaman kadın ile erkeğin el ele dolaşması bile büyük bir olaydır, laf çıkar, erkek için sorun olmasa bile kadın için sorundur, ve her iki tarafın aileleri (siyasal islamcılara oy vermeseler bile) dindardır. evlilik dışı cinsellik kadınlar için söz konusu bile değildir, erkeklerde de hoş görülmez. görücü usulü yaygındır, kadınla erkeğin birbirini yakından tanıması ya da iki kişinin birbirinin bedenlerini keşfederek test sürüşü yapması mümkün değildir, evlilik için aile onayı gerekir. yani, o zamanlar durum böyleymiş.

ben ise farklıyım. ütopik birer mekan olan ve heteroların azınlık olduğu gey mahalleleri ve köyleri dışında dünyanın her yerinde azınlığım. geyim, veya queer'im, bilmiyorum. evlilik kavramına ve aile kurumuna yapısal olarak karşıt bir insanım. bireyin kendi bedeni üstünde söz ve karar hakkı olması gerektiğini, devletin bireylerin seks hayatına asla karışamayacağını, bireylerin seks yapacaksa bile bunu devlete veya topluma bildirmesi gibi bir zorunluluğun bulunmadığını, "meşru sınırlar içinde düzenli ve bedava seks" kavramının çok saçma olduğunu, aile ve evlilik gibi kavramların toplumsal olarak inşa edilmiş ve yıkılması gereken köhne ve hantal yapılar olduğunu düşünüyorum.

hadi yaşlı evli çiftleri kanıksamışım, yıllardır birlikteler, o zamanlar öyleymiş, "ninelerin başını örtmesi" kadar doğal geliyor. ama genç evli çiftler inanılmaz yapay, bayağı ve ucuz geliyor. alışveriş merkezine gidip para saçmalar, ve ailelere ödetilen düğün alışverişleri ve/veya mobilya-beyaz eşya masrafları, çeyiz meyiz gibi gereksiz şeyler, "takı" merasimleri, davulla zurnayla "bakııın, biz burdayız ve meşru yollardan seks yapacağız, bunu da herkese duyurup kutlayacağız, siz de davetlisiniz" gürültüsü tantanası çıkarmaları bana ziyadesiyle uyuz geliyor. zaman kaybı, israf, görgüsüzlük ve her şeyden öte benim kendi hayatımda var olmasını istediğim bir şey kesinlikle değil.

çok yakın arkadaşlarımın düğününe gittim, onlar mutlu olsunlar diye mutlu taklidi yaptım. sanki arkadaşlarla çok kalabalık bir yere yemeye-içmeye çıkmışız da kostümlü parti varmış gibi. biri beyazlı garip bir şeyler giyiyor, öbürü de siyahlı miyahlı. etraftaki kadınlar kostümlü partiye özel kostümler satın almışlar veya diktirmişler. bangırtı misali banallikte bir müzik kulakları sağır edercesine haykırıyor, çünkü kostümler giyen erkekle kadın "devletten izin alıp" ailelerinin bilgisi dahilinde seks yapacak ve birlikte yaşlanacak. geriye kalan insanlar da kostümlü partide dekor.

hayatımda hiç nikah masasına oturmadım, ümit besen kadar bile alakam yok nikah masasıyla. şahit olarak bile o masada bulunmadım. arkadaşımla hatıra fotoğrafı çektirmek için bir keresinde gitmiştim, ama arkadaşıma değer verdiğim ve hatırını kıramadığım için. yoksa kostümlü partinin benim için bir anlamı yoktu. haa, onlar orada "aile" adlı kapitalizmin sürdürücüsü ve toplumsal cinsiyet rollerinin kurutulması gereken kaynağı olan bir şey kuruyordu orada. ben de yapısal olarak muhalif olduğum bir yapının kurulmasına seyirci ediliyordum. hatır-gönül zoruyla!

* * *

derken, günlerden bir gün, bir şey oldu. 5 yıl önce, bu zamanlar. 8 mart dünya kadınlar günü'ne 1 gün kala, aliye kavaf adlı bir kadın, faruk bildirici adlı bir erkek gazeteciye röportaj verdi. gazeteci işini yapıyor, ve bir soru sorup bakandan yanıt bekliyor. "kadın ve aileden sorumlu devlet bakanlığının eşcinsellerle ilgili bir çalışması var mı?" bu soru çok güzel kurgulanmış, homofobi içermeyen bir soru. yani, "çanak soru" değil. bakanı homofobik bir cevap vermeye yönelten veya zorlayan bir soru değil. nötr bir soru. belki faruk bildirici homofobiktir, ama röportaj metni hürriyet'te yayınlandığında o metinde gazetecinin tarafından bir homofobi sezmedim.

bakan yanıt verdi: "bakanlığımızın bunlarla ilgili bir çalışması yok, eşcinsellik hastalıktır ve tedavi edilmelidir" falan. gazeteyi okudum, sonra kendi kendime dedim ki "annemle babam bunu görecek, bu demeç medyada günlerce tartışılacak, annemle babam eşcinselliğin hastalık olduğuna kanaat getirecek, yaşları da ilerliyor. benim bundan sonra onlara açılmam gibi bir şey söz konusu bile olamayacak. açılsam da anlamayacaklar, anlasalar bile kabul edemeyecekler.

fevri bir karar değildi, üzerinde çok düşündüm, uzun uzun kafa yordum, lgbt arkadaşlarımla yardımlaştım, bana çok destek oldular. bugün tam 5 yıl oldu. başlığın doğru hali "aileye açılmak" olmalıydı. "aileye eşcinsel olduğunu söylemek" çok mekanik. "gizli" olan bir insan açılır. pandora'nın kutusu gibi, yıllarca gizlenen gerçek dumanlarla birlikte kutudan çıkar. kutudan tozlu fotoğraflar çıkar.

* * *

bir bebek doğmuştur, tombik tombik. (ben aileme açıldığımda daha "benim çocuğum" filmi çekilmemişti bile. bu film bana ilham olmadı, ama benim yaşadıklarım filmdekilere yakın olabilir.) bebeğin adını koyarlar. bebek, sonra zeki ve çok başarılı bir çocuğa dönüşür. "vasat bir hetero erkek" olmanın, kadınlarla yatmanın marifet sayıldığı bir toplumda, gey ve başarılı olmanın bedeli vardır. daha çocukken o bedeli ağır bir şekilde ödetirler, burnundan fitil fitil getirirler. gey ve başarısızsan, kıskanılmazsın. belki sana acırlar, seni hakir görürler, ama "seni kıskanmazlar". gey ve başarılı isen, senin başarın daha fazla göze batar. geyliğin sana karşı acımasızca kullanılır. sen daha "gey" kelimesinin ne demek olduğunu bile bilmezken ve kendini anlamlandırmaya çalışırken, onlar senin farklı olduğunu bilirler ve bu farkın acısını çıkarırlar.

kendi erkekliklerini ve kendi ahlaklarını seni ezerek ispatlamaya ve temize çıkarmaya kalkarlar. "benim suçum ne, allah'ım lütfen yarın sabah uyanayım ve başıma bunlar gelmesin, farklı bir dünyada uyanayım" diye ağlayarak her gece yatağına kapaklanırsın. bu ızdırabın, bu çilenin bitmesi için çocuk aklınla dualar edersin. varlıklı bir ailede de doğmamışsındır, markalar giyinen "cool" bir erkek de değilsindir, ve "senin acılar çekmene neden olan" başarının aslında aynı zamanda senin kurtuluşun olduğunu da öğrenirsin. onlar seni ezmeye kalktıkça sen hırslanırsın, "ben daha başarılı olacağım, başarılarımla onları yeneceğim, onların pis ağızlarını kapatacağım" dersin. "başarılı olmak zorunda olmak", herkesin anlayabileceği bir kavram değildir.

tombik fotoğraflardaki gey, kilo verir, incecik olur. fiziksel ve psikolojik şiddet görse bile içine atar, bazen tepkisini koyar, bazen kenara çekilip ağlar, ama hep tek başınadır. öğretmenler onu kenara çekip konuşur, ama aslında bu çocuğun bir kabahati veya uyum sorunu yoktur. uyum sorunu olanlar, sınıflarındaki 1 eşcinselle birlikte yaşamayı beceremeyen heteroseksüel erkeklerdir. heteroseksüel kızlar da bu ayrımcılığa, şiddete şahit olurlar; ama sessiz kalırlar. erkek tavlamak, aktivizm yapıp ezilen gizli gey sınıf arkadaşını savunmaktan daha konforludur, risksizdir.

bir gey için yurtdışına gitmek, "kendini yeni baştan yaratmak" gibidir. hayat insanlara her zaman bu şansı vermez, ama bazen böyle bir fırsat çıkıverir. yurtdışında yaşamaya başlayan gey, etrafını keşfeden bebek gibidir. "her şeyi" yeniden öğrenir. ben de yeniden bebek olma fırsatını yakaladım. koca bir bebektim, etrafıma merakla bakıyordum ama şirin sayılabilecek yaşları çoktan geride bırakmıştım. yurtdışı, bana yeni bir vizyon kattı. ben kendimi buldum ve aslında hiç kaybetmemiştim, kendimi keşfettim, kendimin farkına vardım, ve kendimi motive ettim. pes etmek diye bir şey yoktu, ben değerliydim ve değerimi "hetero erkeklerin beni kabullenip aralarına almasına" borçlu filan da değildim.

* * *

5 yıl önce babam yanıma geldi. bir konsere gittik, bir müzik grubu çalıyor, çalanlardan biri de arkadaşım, onun kız arkadaşı var. neyse, babamı onlarla tanıştırdım, sohbet muhabbet, sonra ayrıldık ordan. babam bana "oğlum, kız arkadaşın yok mu senin?" diye sordu. "yok" dedim. "niye yok?" dedi. "yok işte" dedim ve boynumu büktüm. en sevdiğim konu değildir aşk-meşk ilişki vesaire muhabbetleri. babam da açmaz, durdu durdu açtı işte.

aradan iki gün geçti. benim kafamda kavramlar dönüp duruyor! "aliye, kavaf, homofobi, aile, evlilik, kız, arkadaş, açılmak, eşcinsellik, hastalık, yönelim, seçilemez, değiştirilemez, kabul etmek, evlat, reddetmek, ihtimal, yalnızlık, sevgi, şefkat, bağlılık ..." ne yapacağımı düşünüyorum. ekonomik özgürlüğüm vardı, üniversiteyi bitirmiştim, evim ve işim vardı, hiç kimseye muhtaç değildim.

babamla o akşam yemek yiyeceğiz ama ayaklarım geri geri gidiyor. korkunun ecele faydası yok. sakın ağlama ve kendini acındırma. sakın güçsüz, zayıf, korumasız görünme. eşcinsel olmak zavallı olmak demek değildir. aksine, daha güçlü ve bağımsız olduğunu hissettirmek zorundasın! kafamda kelimeler uçuşmaya devam ediyor. "strateji" belirlemeliyim. a planı nedir, b planı nedir, babama nasıl söyleyeceğim, konu nasıl açılacak, sinir basıyor!

yemeğe gittik. "niye bu kadar geciktin" dedi. "trafik vardı" dedim ama yalan olduğu belliydi. iş çıkış saati hadi 5-6 olsun, trafik de 7'ye kadar devam etsin. ben oraya vardığımda saat 9'du. trafik olamazdı o saatte. babam bir şey demedi, pek bozuntuya vermedi. pilav yiyoruz ama buz gibi, tadını beğenmedim. detaylar geliyor aklıma. masada kirli bir örtü seriliydi, ucuz bir mekandı zaten. dolmuşla gelmiştim.

babamın kaldığı otelin lobisinde oturduk. babama "bir şey söyleyeceğim, bir derdim var, ama konu nasıl açılır hiç bilmiyorum" dedim. saf babam, benim bir kızı hamile bıraktığımı falan getirmiş aklına. sonradan öğrendim ve çok eğlenceli gelmişti. o da ihtimal dahilindeydi, ama çocuğuna başka bir ihtimali konduramadığı çok belliydi. annem daha durumları bilmiyor, ona da geleceğiz, o çok daha mantıklı davrandı.

lobiden çıktık, parkın içinde yürüyoruz. ışıklar var, sokak lambası falan, ama fazla değil. parkta biraz yürüdük, ben etrafa bakıp duruyorum. en karanlık ve en kuytu yere gidip oturduk. sapık gibiyim! normalde babanın yanında hiç sigara içilmez, bacak bacak üstüne atılmaz, edepliyiz falan. çıkardım cebimden bir paket sigara, babama tuttum. aldım yaktım bir tane, o da yaktı.

"baba" dedim. "ben kadınlardan hoşlanmıyorum". durdu, "o da ne demek?" dedi. ben dedim ki "ben erkeklerden hoşlanıyorum". daha diyalogda "eşcinsel" kelimesi geçmedi. yani anlaşılır ve tepki görmeyecek bir dille tane tane anlatıyorum. sinir uçlarına dokunmak ve adamı zıplatmak yok. en nihayetinde karşında evlenip birden fazla çocuk yapmış ve bir hemcinsiyle yakınlaşmayı geçtim, 'kankalık harici fiziksel temas kurması' imkan ve ihtimal dahilinde olmayan ve "hemcinsler arası fiziksel teması cinsel olarak algılamayacak kadar hetero" bir erkek var. bir zamanlar okul yıllarında senle dalga geçenler kadar, seni dışlayanlar kadar gerçek. karşında. hiçbir şey bilmiyor. bilmediğini de bilmiyor.

babamın yetiştiği yıllarda bülent ersoy'la zeki müren varmış. biri diva, biri sanat güneşi. sahnede parlayan yıldızlar asla garipsenmezler, yadırganmazlar. halk "yıldızlar nasıl seks yapar, kiminle yatar" diye sormaz, en azından bahsi geçen yıllarda durum buymuş. cinsellik konuşulmadığı için, "öteki cinsellikler" hiç kurcalanmıyormuş.

babam "psikologlar ne diyor bu işe?" dedi. dindar bir adamdan beklediğim ilk soru bu değildi. "oğlum günah bak hazreti lut, sodom gomore" falan dese, daha fena sıkışmıştım. eşcinselliğin hastalık olmadığını ve doğuştan gelen bir özellik olduğunu ve dünya sağlık örgütü'nün hastalıklar listesinden 1992'de çıkarıldığını anlattım. "tedavisi yok mu?" diye sordu. "hastalık değil" dedim. "bir çözümü yok mu?" dedi, adam çırpınıyor. ısrarla "hayır" dedim. birer sigara daha yakıyoruz, baba-oğul sohbete devam. sohbet de değil, açılma deneyimi. deprem, zelzele!

babam "sen erkeklerle bir şey yaşıyor musun?" diye sordu. ben de ona, "baba, ben senin annemle ne yaşadığını sormuyorum, sen de bana sorma" dedim. aslında cevap belliydi. bana eskiden zeki müren ve bülent ersoy'u hep sahnede gördüklerini ve garipsemediklerini, ama sorgulamadıklarını anlattı. "iş yerinde uzun yıllar evlenmeyen bir arkadaşımız vardı, sonra 50 yaşında evlendi, çocuğu da oldu, hiçbirimizin aklına o ihtimal gelmedi" dedi.

"yurtdışında nasıl bu işler?" diye sordu. gittiğim ülkelerdeki durumu anlattım. "eşcinseller evlenebiliyor" dedim ve "erkek erkeğe mi evleniyorlar?" diye sordu ama kızmadan, merak ederek ... babam hepsini dinledi, ben de zaten büyük bir şok yaşamış adama şok üstüne şok yaşatıyorum. çocuk evlat edinme haklarından bahsediyorum, yani gören de "toplumsal cinsiyet / kadın / lgbt çalışmaları" bölümünde akademik tartışma yapıyoruz zanneder. gayet soğuk ve bilimsel bir dil kullanarak anlatıyorum, with an authoritative voice. ama o da dinliyor ama "yüzü donuk". etrafa bomboş gözlerle bakıyor, bana bakıyor, duyduklarına inanmaya çalışıyor.

tam bir ölüm haberi almış gibi mi hissetti bilmiyorum. aradan zaman geçince anneme "o gece ben orda yıkıldım, keşke ölseydim, keşke bana söylemeseydi, bu acıyla nasıl yaşanır, elalem duyarsa ne der, milletten nasıl saklarız, bu bizimle mezara gidecek" gibi bir brainstorming yapmış. bana gayet iyi davrandı, korumacı yaklaştı, beni orda durağa kadar yolcu etti, bana sarıldı, "ince giyinme üşütüp hasta olursun" dedi.

o gece sabaha kadar uyumamış, herhalde 1-2 paket sigara içmiş. sabah beni aradı, ben de iş yerimdeyim, o gün artık cumartesi olmuş ama saçmasapan bir yerde takıldım, devam edemiyorum. "gel yemek yeriz" dedim. atladı geldi. anlamamış, tekrar soruyor. kağıda çizerek, bilimsel bir dille anlatıyorum. "eşcinsellik kağıda nasıl çizilir" diye sormayın. cinsel yönelim, cinsiyet kimliği, biyolojik cinsiyet, toplumsal cinsiyet nasıl anlatılırsa anlattım.

lgbt arkadaşlarımı da yemeğe çağırdım. "kimle mesajlaşıyorsun, kimle konuşuyorsun, kimi çağırdın" diyor. yemek vakti geldi. açık hava, hava güzel, bahçede oturduk. 2 gey arkadaşım geldi. önce biri geldi, babamla biraz sohbet etti. sonra diğeri geldi ve ikisi kendi aralarında konuşmaya başladılar. ama geylikle ilgili tek kelime yok henüz.

"arkadaşlar" dedim bu ikisine, "niye kendi aranızda konuşup babamı dışlıyorsunuz? babam bu masada azınlık". babam kafasını yavaşça ve sessizce salladı. gözlerde aynı o boş ifade ve sessizlik. bizim lubunlardan biri erkek arkadaşıyla yurt dışında evleneceklerini anlattı. sonra biseksüel bir hatun arkadaş masaya geldi. babam benle ve bizim lubunlarla sohbet ediyor. öğrenmek için üçüne de sorular soruyor ve ilgiyle dinliyor.

en son babamı bindirip yolcu edeceğiz. hepimize sarıldı, tek tek öptü, bize el salladı. arkadaşlarım şokta ve onlar ailelerine açık değil. bunlara döndüm, "oğlum, babama ermeni soykırımı'nı bile kabul ettiririm" dedim. hepimiz bir güldük, anlatamam. maalesef gülünecek bir durum değilmiş. esas sorun yeni başlıyor. ölüm haberi alan bir insan ilk 1-2 gün ne olduğunu idrak edemez ya, sonra beyninden vurulmuşa döner. o da öyle oldu.

bir gün sonra sabah telefon, babam sabaha kadar uyuyamamış ve ağlıyor. ben hayatımda babamı 1 kere bile hiç ağlarken görmedim. "ben senin öyle insanlarla öyle şeyler yaşamanı istemiyorum" diye ağlıyor. "annene ne deriz, nasıl anlatırız, benim ondan gizlim saklım yok, nasıl tutacağım bunu içimde, bu bizimle mezara gidecek, sabaha kadar uyuyamadım" falan diyor. ben de teskin ve teselli ediyorum.

salak bir sunum yapacaktım iş yerinde. neyse, hallettim, bizimkilerin yanına. perşembe gecesi anneme de açıldım nihayet. aşk-ı memnu var o gece ve son sahnesi. annem başını iki elinin arasına aldı ve "beni yalnız bırakın, yalnız kalmak istiyorum" dedi. perşembe'ye kadar babama "konuyu açacağım anneme" diyorum, "olmaz" diyor. adam o kadar ne yapacağını bilemez halde ki, korkuyor veya ne olacağını bilmiyor.

* * *

babam beni kabul etti. konuyu açtığımızda 1-2 kere beklemediğim sertlikte "yeter, o kelimeyi (eşcinsellik) duymak istemiyorum" dedi. bir kere de "biz seni anlıyoruz ve kabul ediyoruz, sen de bizi anlamaya ve kabul etmeye çalış" dedi. 5 dakikada değişmelerini beklemiyordum, ama 5 senede beni kabul ettiler.

"baba olmak" demek, karşı cinsle vajinal seks yapıp, aylık döngünün ortasında vajina içine boşalmak ve 9 ay 10 gün sonra kucağına kundakta bir bebek almak demek değildir. baba olmak demek, çocuğunu her zaman ve her yerde, her durumda, her şeye rağmen kabullenebilmek ve sahiplenebilmek demektir.

çocuğu her zaman ve her yerde, her durumda, her şeye rağmen kabullenmek ve sahiplenmek demek, çocuğunu şımartmak ve çocuğun her isteğine evet demek değildir. onu dinlemek ve anlamaya çalışmak, onu değiştirmeye çalışmadan olduğu gibi benimsemek ve onu olduğu gibi sevmek demektir.

vajinal seksi herkes yapıyor, ben de yaptım, onun bir olayı yok. erekte olmuş penisinizi boş bulduğunuz ıslak bir deliğe soktunuz diye kendinizi bir bok sanmayın. vasatsınız, vasat geldiniz ve vasat gideceksiniz. "baba" olmak farklı bir şeydir. eşcinsel olduğunu ailesine söyleyen ve çok olumsuz bir tepki alan arkadaşım telaşla bana mesaj attı, "bana yardım et, beni kurtar" dedi. o zaman babamın kıymetini anladım.

* * *

"aile" yeniden tanımlanınca ne olur? iki karşı cins birey arasında karşılıklı ekonomik-cinsel çıkara dayalı birliktelik olmaktan ziyade, iki kişinin birbirine mecbur olmadığı ve birbirini sevdiği-saydığı için, birbirine destek olduğu ve gerçekten aynı hayatı paylaştığı için birlikte olduğu, "aile" kavramını görgüsüzleştirmediği ve toplumsal bir baskı aracı olarak kullanmadığı durumda, "aile" belki güzel bir şeye dönüşür. "benim çocuğum" filmine de aile ile ilgili bazı eleştiriler geldi. lgbt aktivizmi aileye genellikle eleştirel yaklaşır. ama bir yandan da, başka bir ailenin mümkün olduğunu ve ailenin yapısöküme uğratılarak yeniden tanımlanabileceğini öğretebilirsek, teker teker ailelerden başlayarak toplumu değiştirebiliriz ve ayrımcılığı yok edebiliriz.

* * *

düğünlere gittiğimde yeni evli genç görgüsüz hetero çiftlere sahte gülücükler ve samimiyetsiz tebrikler sunmaya maalesef devam ediyorum; ama benim gey olduğumu bilen ve beni olduğum gibi kabul eden hetero arkadaşların düğünlerinde de gerçekten içten bir şekilde eğleniyorum. yine de aile ve evlilik saçma, ama işte zevkler ve renkler tartışılmaz.