bugün

sevmek zorunluluğu

kişinin birisine veya bir şeye karşı hissedebileceği en saçma zorunluluklardandır.

dün bir arkadaşımla bir şeyler içip de lafladığımız sırada bahsi geçti bu zorunluluk halinin ve sebep olduğu saçmalıkların.

sevmek için hep nedenler sıralıyoruz kendimize bir şeyleri. düşünün "seviyorum çünkü" diye başlayarak kurduğumuz uzun uzun cümleleri. ama insanlık tarihinin, öteden beri incelenmesi halinde sevmek dediğimiz şeyin öyle çok da koşullara, nedenlere bağlı bir şey olmaması gerekiyor. seviyorsak, seviyoruz işte.

hatta konuşmanın bir bölümünde bana göre çok büyük bir laf etti arkadaşım;

"bir keresinde sevgililik halimizi sürdürdüğüm birisine seni sevdiğim gibi bir kolduğu, halıyı, terliği de sevebilirim demiştim. sonra ayrıldık..."

düşününce aslında mantıklı da geliyor aslında. bir anahtarlığım var odamda asılı durur. severim kendisini. aslında bir işlevi yok. ve hatta estetik bile değil. benzer şekilde küçük kuzenlerimden birisinin vaktiyle bana hediye olarak aldığı bas gitar çalan bir amazon yerlisi olduğunu düşündüğüm ahşap biblo da öyledir. görsellik veya estetik olarak dahi bir işlevi yok ikisinin de ama seviyorum işte. kahvemi yudumlarken arada gözüme takılıyorlar, sigara dumanımı onlara doğru püfürüyor ve seviyorum da bu durumu hakeza...

ama hiç öyle kendimi "sevmek için" zorlamadan seviyorum. sever gibi seviyorum yani. bir de sırf alabileceğimiz araba 97 model bir toyota olduğu için o 97 model toyota'yı sevişimiz var. ya da vaktiyle y ile kıyaslayarak aldığımız x telefonu kullandığımız için sırf x telefonu sevişimiz var. bir şehri sırf o şehirde yaşadığımız, bir okulu sırf o okulun öğrencisi olduğumuz için sevişimiz var.

bir kadını, sırf o kadına ulaşabildiğimiz için sevişimiz misal. pek sever gibi gelmiyor bana bunlar.

sevmek çünkü ulaşılabilirlikle, kullanışlılıkla vesaire alakalı bir durum değil.

evet bir koltuğu da sevebiliriz yeri gelince bir insanı sevdiğimiz gibi. ve bu durum aslında gerçekten sevebilenlerin yapabilecekleri türden bir şeydir bana kalırsa.