bugün

the man who knew too much

1955 yapımı James stewart ile Doris Day'ın başrolerini paylaştığı bir alfred Hitchcock filmidir. Özünde Hitchcock'un Charles Bennet ile birlikte çalıştığı ''Bulldog Drummond stories'e kadar gider. bu da esasnda bir nevi, james bond hikayesidir, ama bu proje başarısız olduğundan daha sonra ''The MAn Who Knew Too Much'' olarak filmleştirilmiştir. ilk türevi ise 1934'de dir daha sonra Hollywood'da film tekrar çekilmiş ve iyi bir gişe yapmıştır. bunun tekrar çekimlerini Hitchcock 1941'de düşünmeye başlamıştır. fakat 1950lerin ortalarına kadar gider filmin çekimi ve tamamlanması aşaması. Truffaut ile olan röportajında bu filmi neden çekmek istediğini ''1934'de çekilen filmin bir amatör tarafından çekildiğini, ama daha sonraki versiyonu bir profesyonelin gerçekleştireceğini'' söyler.

bu hem Hitchcock'un başarısını perçinlemiş hem de ününü karşı kıyıya kadar taşımıştır. filmin ismi ise bir ingiliz romancsının kısa öykülerinden esinlenerek konulmuştur.

Filmin çekilmesi konsunda da Fas'taki yetkililerle görüşülmüş ve film çekimleri Ramazan ayına dek geldiğinden Ramazan'da çekim yapılmasına izin verilmemiştir. bundna dolayı film kısa bir zaman periyodunda Ramazan'dan önce çekimleri tamamlanmıştır. Hatta halk toplu olarak tepki göstermiş-film çekimlerinin sonuna doğru- oranın yöneticisi halkı daha fazla kontrol edemediğini belrterek film çekimlerine son verilmesini istemiştir. bunun yanında Hitchcock ilk kez üzerine sadettin teksoyvari giydiği ve o hiç çıkmak bilmeyen paltosunu ceketini çıkarmış ve ilk kez Tişörtlerle görüntülenmiştir. Filmde dikkat çekici yanlardan birisi de JAmes Stewart'ın alçak sedire bir türlü oturup rahat edememesidir. Bu olay Hitchcock'un dilbalığı meselesine kadar gider. hatta yerde oturduklarını ona söylediklerinde ''hadi len benim gibi adamı yer de mi oturtacaklaklar'' şeklinde şaka ile karışık söylenmiştir.

Filmde Hitchcock'un James Stewart'ı seçmesinin nedeni ise aslında diğer filmlerinde de olan sıradan bir insanın ister istemez kendini karmaşık bir işin içersinde buluşu ve bu noktadan sonra kaderine muhtaç olması cihetiyledir. ''The 39 Steps'' ya da ''Thel Lady Vanishes'' bunlara güzel örnektir. bu bağlamda, James Stewart sıradan adamın tipik bir örneğidir, Hitch'in tercih etmesinin de nedeni budur.

Doris Day ise gerçekte de bir şarkıcıdır. hatta bundan dolayı filmde görevli yardımcı asistan tarafındna istenmemiş ama sonunda Hitchcock bu konuda baskın çıkmıştır zaten baskın çıkması da film açısından dikkate değerdir.

Hitchcock'unfilmlerinde olmassa olmazlarından birisi de mizahtır ki bunu bazen karamizah olarak verir. Geleneksel bir Fas lokantasındaki sahne buna güzel bir misal teşkil eder. o çok bilinen tavuk sahnesinde Arapların iki parmak ile yeme alışkanlıkları gibi. bir başka ortak özelliklerinden birisi de poisdir ki hiç bir Hitchcock filminde polis-gördüğüm kadarıyla- pek de yardımcı değildir zor durum içersindeki kahramanlarımıza.

ALfred Hitchcock Filmlerinde ''few little red herring''(bir söz söyleyerek konuşmayı bile bile bir konudan başka tarafa çekmek için öne sürülen söz). daha doğrusu kelime oyunları ile seyircinin dikkatini başka yöne çevirmeye başarmıştır. Filmde, ''Albert Chappel'' bir kişi ismini ifade ettiği gibi, aynı zamanda bir kiliseyi de ifade edebilir. Bu ''Albert Chappel'' sahnesinde de ''Thriller'' lerde olması gereken bişey için olmuştur. bir an olsun bu biraz da olsa ''Thriller'' tarzı bu filmin bu aksiyonlu ve şüpheli bir beklenti içersindeki havasınaı biraz da olsa rahatlatmak ve kısa bir ara vermek. ya da heycanı bir an olsun yatıştırmak ve sonra herşey Doris Day'ın telefoniu ile kaldığı yerden devam eder.

Yerler konusunda ustadır Hitchcochk . bazı filmlerinde ''the lifeboat''-filminhepsi denizde geçer- ya da ''lady vanishes'--ki filmin yarısından çoğu tren de geçer- gibi filmlerinde bu mekandaki sınırlamaları çok başarılı bir şekilde kullanmıştır.(mesela Miss Froy isminin trenin sesinin duyulmadığındna cama yazılması ve daha sonra buğuya yazılan ismi gören hanımefendinin o andan sonra tamamen uyanması). ''The man Who kne too much''da işte bu noktada gözden kaçan şeylerden birisi de Kilise'nin girişindeki çekimdir ki, bu sahneye baktığınızda çekimin kilisenin içinde mi? yoksa dışında mı? yapıldığını anlamak-film içersinde- zordur ki Hitchcock bunu bilerek yapmıştır. Ve Hitchcock ünlü yerleri filmlerinde kullanmayı sever, diğer bazı filmlerinde olduğu gibi yanlış hatırlaımyorsam gnene ''the 39 steps'' buna güzel bir örnek teşkil eder. (örneğin ''Royal Albert Hall'').

Hitchcock'un müziğe dair yüksek ilgisindendi belki Müzik bu filmde de merkez konumdadır, müziğin belki de bu kadar önemli olduğu hatta mcguffinolarak ifade edildiği diğer bir flm ise ''the LAdy vanishes''dir ki fikrimce bu filmde Mcguffindir -tabi ki yanılabilirim de. Doris day'in söylediği ''qui sera sera''dır-bu müzik ise Akademi ödülü almaya hak kazanmıştır 1956'da. bu şarkı da Hitchcock ile görüşmeler neticesinde Jay Livingstone ve Ray Evans tarafından bestelenmiştir- ama büyük zil sesi de-The Lady Vanishes'de de filmin başında Mcguffin olarak ifade edilen ezgi çalar, ama onun Mcguffin olduğunu daha sonra anlarız. belki de aynı olay bu filmde de gerçekleşmiştir ki film Orkestra müziği ve Büyük zil'in çalınmasıyla başlar ''the lady vanishes''de olduğu gibi.. Müzikleri de Bernard Hermann ile işbirliği içersinde gerçekleştiirlmiştir. Bernard Hermann ise Vertigo'nun müziklerini de yapan kişidir ki filmin içersinde özellikle heyecanın bir an olsun durmadığı bölümlerde bunu güçlü bir şekilde ifade etmiştir.
güncel Önemli Başlıklar