bugün

akademik köle

Bölüm-2

Fakültesindeki sorunlara dikkat çeken bir asistan, başka nahoş hadiselere de şahit olmuş: “Bazı bayan asistanlar, hocaları tarafından fazla mesaiye zorlanabiliyor. Hatta içlerinde hocalarının odalarını temizleyenler, odada ya da kapının önünde saatlerce bekleyenler, hocalarıyla şehir dışı seyahatlere çıkanlar var. Ayrıca, öğleden sonraları elindeki kadehle okul koridorunu kokteyl salonuna döndürmesiyle meşhur bir hoca hakkında açılan iki taciz davasının davacılar geri çekildiği için düşmesi de dikkate şayandır.”

Mobing kurbanları

Burada dikkate şayan bir mevzu daha var; araştırma görevlileri aslında mobing kurbanı olduklarını neredeyse iş işten geçtikten sonra fark ediyor. Önceleri bölüm başkanının tavırlarını tuhaf bulmakla beraber yine de meseleye hüsn-ü zanla yaklaşan, hatta benzer hadiselerle karşılaşan arkadaşlarının ikazlarını da kulak ardı eden bir bayan asistan, “Bana yapılanın ne olduğunu artık biliyorum: mobing.” diyor. işte bu fark edişten sonradır ki hastane raporlarının ayrıntılı incelemeye tabi tutulması, çalışanların ona mesafeli yaklaşması, hak ettiği kadronun bir türlü verilmemesi, sorunlarının hep küçümsenmesi, iyi niyet ilişkilerinin reddedilmesi, odasının ansızın değiştirilmesi, eşyalarının yerlere atılması ve mütemadiyen sözlü tehditlere maruz kalması bir anlam kazanmış. Ama ne çare? Gelinen noktayı asistan hanımın kendi ağzından dinleyelim: “Amirimle ilişkim en aza indirildi, görevler yazılı bir şekilde tebliğ edilmeye başladı, üzüldüm ve bir dönem ağlama nöbetleri yaşadım. Sıkıntılar yüzünden bağışıklık sistemim çökmüş durumda. Uyku sorunlarım var, kullandığım ilaçlar yüzünden mide sorunlarım arttı. Şu an işimden ayrılmayı düşünüyorum.”

Peki, tek çare bu mudur? Yılların emeği böyle bir kalemde silinip atılmalı mıdır? Araştırma görevlileri sorunlarının çözümünü nerede aramalıdır?

Asistanlar ne istiyor?

Görüşlerine başvurduğumuz asistanların birçoğu kendini çaresiz hissediyor; ama yine de ellerinde, bir gün birisi sorarsa söyleriz, ümidiyle hazırladıkları bir liste var.

1- Yönetimler, doktorasını tamamlayan ama kadro bulamayan asistanların başka üniversiteye geçişini kolaylaştırmalı.

2- Araştırma görevlileri, hocalarının yerine ders anlatmak zorunda bırakılmamalı.

3- Akademik kadroya atanmada, görevde yükselmede ve projelerde yer almada yöneticilere yakınlık değil, akademik ehliyet belirleyici olmalı.

4- YÖK’te araştırma görevlilerinin haklarını savunan bir birim olmalı. Asistanlar sorunlarını yöneticiye yansıtmaktan çekinmekte. Çünkü sözgelimi rektöre başvuran bir asistan, fakültesine döndüğünde en ufak bir hatası yüzünden soruşturmaya uğramakta ya da teşebbüsü daha ilk dakikada tehditlerle engellenmekte.

5-Asistanların hayatı borç senetleriyle karartılmamalı. Evlilik yahut sağlık problemleriyle şehir ve üniversite değiştiremeyecek asistanlar sorunlarını boşanmadan, ruh sağlıklarını yitirmeden ya da mahkeme salonlarına taşınmadan çözebilmeli.

7- Evli araştırma görevlileri maddi sıkıntılar yüzünden “Çocuğuma süt mü alacağım, kitap mı?” ikileminde kalmakta. Asistanların maaşı, rahatça kitap almalarına, sempozyumlara katılmalarına ve yabancı dillerini geliştirmelerine imkân tanıyacak şekilde iyileştirilmeli.

Tıp asistanlarına hasta bakıcılık yaptırılıyor

Araştırma görevlileriyle yaptığımız görüşmeler, sorunların kaynağının ortak olduğunu gösteriyor. Nitekim siyaset bilimi ya da ilahiyat asistanlarından daha farklı bir kategoride ele almamız gereken tıp fakültesi asistanları da hemen hemen aynı problemlerden şikâyetçi. Bir tıp asistanı mesela, ‘araştırma görevlisi’ tanımının sözlükteki karşılığının hâlihazırdaki uygulamalarla örtüşmediğine inanıyor. Türk Dil Kurumu sözlüğünde “Yüksek eğitim kurumlarında yapılan araştırma, inceleme ve deneylerde yardımcı olan ve yetkili organlarca verilen görevleri yapan öğretim yardımcısı, asistan.” şeklinde tanımlanan kavramın gerçekteki anlamı ona göre şöyle: “Uzmanlık diploması alabilmesi için sınırsız ve hukuksuz olarak, karın tokluğuna çalışabilecek personel.”

Tıp asistanları, ‘mobing’ gibi yıldırma politikalarından değil, fazla mesai yapmaktan ve angarya işlerle uğraşmaktan yakınıyor. Onlara göre sorunun temelinde asistanların ders çalışması, araştırması, kendini geliştirmesi gereken bir uzmanlık öğrencisi olduğunun unutulması yatıyor. Şimdi meseleye, farklı şehirlerde, farklı hastanelerde, farklı branşlarda çalışan ve diğer meslektaşları gibi hastane isimlerini ve kendi kimliklerini gizlememizi isteyen üç tıp asistanının gözünden bakalım.

Sekreter miyiz, doktor mu?

Üniversite sınavlarında ilk beş bin kişinin arasına girmeyi başardınız, 6 sene gecenizi gündüzünüze katarak çalıştınız, 2 sene de TUS’ta (Tıpta Uzmanlık Sınavı) başarılı olmak için çabaladınız ve nihayet bir hastanede asistan olarak işe başladınız. Niyetiniz burada hem mesleği öğrenmek hem de profesörlüğe doğru giden bilim yolunun ilk taşlarını döşemek. Okumalı, araştırmalı, bir üniversite öğrencisi gibi ders çalışmalı ve tez hazırlamalısınız. ideal olan bu; ama gerçek başka… Bir kere, asistanların eğitimiyle ilgili standart bir mevzuat bulunmuyor, hatta asistanların anlattığına bakılırsa bırakın standartı ortada bir eğitim de yok. Ne var peki? “Bir çark var; polikliniklere hastalar gelir, üç günlük araştırma görevlisi hastaların karşısına yalnız başına atılır, anlamadığı bir şey olursa da hocasına danışır.” Bu yine iyidir, kötü olanı; tıp asistanlarının hastaların dosyasını doldurmak gibi sekretarya işleriyle uğraştırılmasıdır. Günde ortalama 7-8 dosya (her dosya yaklaşık 60 sayfadan oluşuyor ve her sayfanın kaşelenmesi gerekiyor) dolduran ve kimi zaman da pansuman yapmak, kan ve idrar numunesi toplamak gibi işleri yapan asistanların “Biz buraya eğitim almaya geliyoruz, ayak işi yapmaya değil.” serzenişlerini de anlayışla karşılamak gerekiyor. Anlatılanlar, eğitimin aslanın ağzında olduğunu gösteriyor zaten. Bir araştırma görevlisi eğer talihli ise öğretmeye istekli bir hocaya rast gelir, değilse geçmiş olsun, en ufak tatsızlıkta hocasının ‘Bak öğretmem ha!’ tehdidiyle karşılaşabilir.

Bu hususta, asistanların elini kolunu bağlayan birkaç unsur var. ilki, performans sistemi… Daha fazla hasta, daha fazla para denklemi üzerine kurulan bu sistem, asistanı, akşam eve döndüğünde kitabın kapağını açamayacak kadar yorgun düşürüyor. Üstelik bir hastaya sadece 5 dakika vakit ayırabildikleri için ‘kanser’ vakaları gözden kaçabiliyor. ikincisi ise çoğu tıp asistanını canından bezdiren nöbetler. Sağlık Bakanlığı’nın son düzenlemesine kadar ayda 15 gün nöbet tutan ve nöbet ertesi de çalışan bir beyin cerrahi asistanı, bugün ayda 10 gün nöbet tuttuğu ve 6 gün nöbet parası alabildiği için kendisini talihli hissedebiliyor. Nöbet tutulan günün ertesinde yine çalışmak zorunda olduğu hâlde… Cerrahi asistanlarının özellikle ‘çömez’ olanlarının ayda yalnızca bir gün izinle yetindiği de bilinen bir gerçek.

işte iki farklı tıp asistanından nöbet çilesini yansıtan cümleler: “Hiç kesintisiz 34 saat çalışıyoruz. Bayram tatillerinde nöbetçiyiz, yılbaşında nöbetçiyiz, doğum günlerimizde nöbetçiyiz; hasta oluyoruz, rapor alamıyoruz.”

“Şimdiye kadar hiç tatil planı yapamadım. Çünkü mutlaka nöbetim oluyor. Hastaların karşısına yorgun ve uykusuz çıkıyoruz ve onların sorunlarını yarım yamalak dinleyebiliyoruz. Tecrübeli doktor olmak için aşırı çalışmaya değil, kaliteli çalışmaya ihtiyacımız var.”

“Madem bu kadar sıkıntınız var, niye yetkili mercilere bildirmiyorsunuz?” diye soracağız, biz sormadan onlar cevap veriyor: “Rahatsız olduğumuz uygulamaların sahibi, bizim performansımızı denetleyen hocalarımız. Geleceğimiz onların iki dudağı arasında. ‘Bu asistan yetersiz’ dedikleri anda uzman diploması almamızı yıllarca erteleyebilirler. Başımızdaki insanların mertliğinden endişe duyduğumuz için derdimizi kimseye açamıyoruz.”

Sadece hocaların inisiyatifine terk edilmek değil, sorunlarla baş başa kalmak ve çözüme yönelik önerileri kendi aralarında mırıldanmak da asistanların ortak kaderi anlaşılan: “Tez ve uzmanlık çalışmalarımız bağımsız kurullarca değerlendirilirse bilimle uğraşmak için gerekli zihnî rahatlığa kavuşabiliriz.”

Tıp asistanları arasında aldığı ücreti tatmin edici bulan da var, “Aldığımız maaşlar emeğimizi karşılamıyor.” diyen de. Ancak hepsi de ‘mecburi hizmet’ konusunda dertli: “Eğitim süremiz hem uzun hem meşakkatli; ama bakanlık mecburi hizmeti yerine getirene kadar diplomalarımıza el koyuyor. Mecburi hizmet için gittiğimiz şehirlerden görev süremiz dolduğu hâlde dönemiyoruz. istifa edip özel hastanelere geçmemiz engelleniyor. istediğimiz yerde çalışabilme özgürlüğümüz olmalı. Ayrıca mecburi hizmetimiz askerlikten sayılmalı ya da askerliğimiz mecburi hizmetten. Geceler boyu uykusuz, yorgun argın, ailemizden, sevdiklerimizden uzakta çalışmamızın bedeli bu olmamalı.”

Araştırma görevlisi bu maaşla neyi araştıracak?

Asistanlığı döneminde hocasının yurtdışında yaptığı anketleri derleyip toparlayan ve çalıştığı üniversitede ideolojik kamplaşmalara şahit olan bir öğretim üyesi, sorunları genellememekle beraber, asistanların fakültelerde ‘alt tabaka’ muamelesi gördüğünü kabul ediyor. Demokrasinin üniversitelere henüz uğramadığını düşünen öğretim üyesi, araştırma görevlilerinin rektörlük seçimlerinde oy kullanamamasını ve kanunen yükümlü olmamalarına rağmen hocalarının yerine derse girmesini yanlış buluyor. Ona göre; araştırma görevlilerinin eskiden beri en büyük sorunlarından biri geçim kaygısı: “Bu artık darb-ı mesel hâlini almıştır, ‘Araştırma görevlisi bu maaşla neyi araştıracak?’ derdik eskiden. Neyi araştıracak, büyük şehirde yaşıyorsa en ucuz ev nerede onu araştıracak!”

02.01.2012
ÜLKÜ ÖZEL AKAGÜNDÜZ

Kaynak Link: http://www.aksiyon.com.tr...siyon/ha...k-koleler.html