bugün

anayasal görevinden kaçan türk ordusu

anayasal rejimi çeşitli illegal yollara başvurarak değiştirmenin kabaca "darbe" dediğimiz olgunun tarifi olduğunu kabul edersek. anayasaya aykırı uygulamalarla hayatın her yanında uygulanan keyfi uygulamalar ve sivil faşizmin engellenmesinin çaresi nedir?

kendi silahlı güçlerini oluşturmuş, polisi adeta nazi sa'ları gibi kullanan halk ne yapmalı peki? seçim sistemindeki diğer partilerin de düzen partileri olarak bazı detaylar dışında adeta birbirine kenetlendiği ortamda vatandaşın ya da daha doğrusu yurtseverlerin çıkış noktası nedir?

vatandaşlarının ezici çoğunluğunun dileğinin aksine ülke topraklarını gizli anlaşmalarla farklı güç odakları ve devletlere devreden bir iktidara, muhalifleri asılsız suçlamalarla içeri alan bir iktidara, dış borçlanmadan gelen paraları zimmetine geçirip vatandaşının belki de 50 yılını çalan bir iktidara karşı çözüm nedir? meclisi bir takım gizli anlaşmalar yaparken, komşu devletlere asker gönderirken pas geçen ve muhalefetin de bunu sessizce desteklediği bir iktidara meşru demek mümkün mü?

öncelikle tartışılması gereken zemin meşruiyettir zaten. en başta oradan başlayalım.

vekil, bakan, başbakan, cumhurbaşkanı olarak görev tanımınızın en başında "seçilmiş" olmak vardır. meşruiyetiniz sizi atayan bir otoriteden değil, seçenlere verdiğiniz sözlerden kaynaklanır. bunun sembolik ama anayasaya dayanan belgesi vekillik yemininizdir. sizi seçmen dışında mülki, idari ve/veya askeri bir otoritenin görevden almasının önündeki engel budur. eğer ki yemininize aykırı hareketlerde bulunursanız meşruiyetinizi kaybedersiniz. bununsa su götürür tarafı yoktur "seçmen cevabı sandıkta verir" klişesi burada işlemez.

çarıklı liberallerimizin ve yeni nesil "aaabi yeeea"2cı ayfon applicationcı demokratlarımızın kutsalı olan anglo sakson anayasal sisteminde dahi yemin dışında iş yaparsanız anında biletinizi keserler. aslında anayasal sistemimizin omurgasının dayandırılarak inşa edildiği fransız rejiminde bunun yaptırımları ise daha serttir ama yamalı bohça tarzı güncellemelerle delik deşik edilen anayasamız uygulanamaz durumdadır.

yemine aykırılık konusunda ise subjektif ya da spekülatif olmayan çok açık ve belgeli yüzlerce ihlal vardır.

örneğin başbakanın ortaya çıkan kayıtlarında çocuğu için para istemesi adli bir suçtur. ancak arap baharı sonrasında mısır'da televizyonlar önünde veridiği "ben laik değilim" beyanatı yemine aykırılık ve dolayısıyla göreve devam nedeniyle anayasal suçtur. zaten fiilen o demeciyle yeminine karşı durarak vekilliğini ve seçilmiş olma durumundan gelen görev ve avantajlarını yitirmiştir. bunu bu kadar uzun uzun yazmamın sebebi "demokrasi kötü de olsa iyidir, darbe olmasın" söylemindeki hassasiyetin düştüğü boşluğu vurgulamaktır. eğer ki demokrasi konusunda bu kadar hassas isek yukarıda anlattığım meşruiyet sorununa da bir yanıt bulmak elzemdir. bu "canım ne var siyaset işte" şeklinde geçiştirilebilecek bir olgu değildir.

demokrasinin kendi içindeki bütün çıkışlarını kapatıp, meclisi en kritik anlaşmalarda dahi devre dışı bırakıp, meşruiyeti kaybettikten sonra dahi iktidarda üstelik kendi emrindeki silahlı güce dayanarak kalmaya devam eden bir oluşuma karşı çare nedir?

sokağa her çıktığında meydanlarda saldırıya uğrayan muhalif vatandaşlara bireysel silahlanmayı mı öneriyorsunuz? peki o zaman ortaya çıkan tablonun adı "iç savaş" olmayacak mı?

tv programında bıçak set satan tezgahtar gibi sloganlaşmak güzel de "enkötüsü" darbeden iyi olan o demokrasi tamamen ortadan kalktıysa ne halt edeceğiz?