bugün

devletin kendi parasını bankalardan borçlanması

devletin kendi adıyla basılan, basma yetkisinin sadece kendisine ait olduğu söylenen, yasalarıyla ve yaptırım gücüyle geçerlilik kazanan parasını bankalardan borçlanıp bir de buna faiz ödemesi meselesi.

şimdi kaydi para dışında kalan para arzı genelde şu iki şekilde arttırılıyor: ya merkez bankaları açık piyasa işlemleriyle bankalardan devletlerin borçlanmak için çıkardıkları tahvil ve bonoları satın alıyor, ya da çok kullanılmayan bir yöntem olarak bankalara gecelik borç veriyor. sonuçta devlet, bankalar aracılığında kendi ülkesinin merkez bankasına borçlanmış oluyor ve bu borca karşılık faiz de ödüyor.

şimdi soru basit: eğer devlet bu parayı bankalardan borçlanmak yerine merkez bankasından doğrudan karşılıksız olarak alsaydı ne olurdu? ilk olarak yıllar boyunca devletin borç stoku, para arzı artışı+faiz yükü kadar artmamış olurdu. bu borcun faizini ödemek için de ayrıca borçlanması veya vergi toplaması gerekemezdi. para arzındaki artış ile yatırım ve sosyal harcamalar için hem bedava gelen(para basma tekelini elinde bulundurmaktan doğan güçle* bedava) parayla büyük bir kaynağa sahip olurdu, hem de bu borcu ödemek için kullanmayı planladığı kaynakları da serbest kalırdı.

elbette bankalar para arzı artışı için devletin borçlanmasına aracılık gelirlerinden mahrum kalırlardı. paranın maliyeti azalacağı ve faizler düşeceği için faiz gelirlerinde de azalma olurdu.

"enflasyon olur!!!" işte ekonomiden pek anlamayan ama sağda solda duyduğu klişelerle yorum yapmaya kalkışabilen bazılarının muhtemel iddiası. bu kişiler hiç para basılmadığını mı zannediyorlar acaba merak ediyorum. para zaten basılıyor. hem piyasada gerek artan üretim ve işlem hacmi nedeniyle olsun, hem de fiyatlar genel seviyesindeki yükselişe bağlı olarak artan para talebi gereği olsun para arzının genelde hep arttırılması gerekiyor. incelediğimiz durumda da zaten basılandan daha fazla paranın basılması değil şimdilik konumuz. bizim konumuz, zaten basılan ve enflasyonu da yaşanan paranın merkez bankasından ve bankalardan borçlanılmak yerine doğrudan hazineye aktarılarak zaman içinde biriktikçe biriken borç ve faiz yükünden devletin ve dolayısıyla tüm vatandaşların kurtarılması.

konu hakkındaki her şeyi zihinlerde açıklığa kavuşturmak adına devam ediyorum. kafa karıştırıcı bir itiraz şu olabilir belki: merkez bankaları devlete dolaylı yoldan da olsa borç vererek kar ediyorlar fakat bu karlarının bir kısmını da olsa hazineye aktarıyorlar...

işin aslı bir merkez bankasının yüzde 100 hissesi devletin elinde olsa bile (ki değildir çoğu zaman hatta sahipliğinde hiç kamu payı bulunmayan merkez bankaları da vardır) ve merkez bankası piyasaya faizli borç vererek buradan elde ettiği gelirinin tamamını hazineye aktarsa bile, bu devletin artan para arzı karşılığında artan yükümlülüğünü artan varlığına eşitleyen bir durum ortaya çıkarmayacağı gibi, kamusal harcama büyüklüğünün potansiyeline ulaşması konusunda engel ortaya çıkarır. basit olandan başlayalım: merkez bankası hazineye doğrudan borç vermiyor, piyasaya (ve dolayısıyla elinde devlet borç senedi tutan bankalara) devlet tahvilleri karşılığında para veriyor ve devlet bankalar aracılığıyla borçlanıyor. ya da bir bankaya gecelik iskonto faiz oranından -veya daha düşük bir faizden de olabilir- borç veriyor ve bankanın bu parayı piyasaya kullandırması amaçlanıyor. sonuçta bu para da devlet tarafından borçlanıldığında bankalar aracılığıyla edinilmiş oluyor. banka bu aracılığı dolayısıyla merkez bankasından daha ucuza aldığı fonu devlete daha pahalı olarak satmış oluyor yani devletin borçlanma maliyeti, yeni arz edilen parayı merkez bankasından doğrudan değil de ikincil piyasadan borçlanmasından dolayı artıyor. dolayısıyla bir merkez bankası yüzde yüz kamuya ait olasa bile, merkez bankasının piyasaya borç verip para arzını arttırırken artan varlıkları, devletin piyasadan borçlanırken ki artan yükümlülüklerinin altında kalıyor. sadece bu basit durum bile zaman içinde birikip faiziyle katlanan devasa borç dağlarının oluşmasına neden oluyor.

asıl etki ise faiz etkisidir. anlaşılması için, durumu iyileştirici varsayımlarda bulunup merkez bankasının yüzde yüz devlete ait olduğunu ve devlete 0 faizle 100 lira borç verdiğini düşünelim. eğer gerçekten de durum böyle olsaydı bir sene sonra devletin borç stokunda görülen 100 liralık artışa karşın, merkez bankasının varlıklarındaki 100 liralık artış birbirlerine denk olacak, bunun yanında devlet kendi merkez bankasına olan borcunu vergi gelirleriyle kapatmak zorunda kalmayacağından tekrar merkez bankasından 0 faizle borçlanarak sonsuza kadar sorunsuz çevirebilecekti yani merkez bankasından aldığı borcu ödemek için daha sonra vergi gelirlerini arttırmak ya da harcamalarını kısmak zorunda kalmayacaktı. bu şekilde o yıl zaten arttırılacak para arzı kadar tutar, piyasaya değil de hazineye borç verildiği takdirde ekstra bir enflasyon sorunuyla da karşı karşıya kalınmayacaktı. benim savunduğum yöntem; merkez bankasının para arzı artışını piyasaya borç vererek değil, hazineye doğrudan karşılıksız para vererek arttırmasıdır ama hani diyelim ki alışılagelmiş bilanço kalemleriyle bu iş takip edilmek isteniyorsa ve merkez bankası yüzde yüz devletin olduğu ve devletin kontrolünde olduğu takdirde bunda da bir sakınca görmezdim. ama merkez bankasının bilançosunun devletin bilançosu içinde incelenmesini önerirdim ki merkez bankasının varlıklarındaki artışla devletin yükümlülüklerindeki artışın eşit ve buradan kaynaklanan net yükümlülük artışının 0, kamu harcaması artışının da senyoraj gelirine eşit olduğu görülebilsin. ne var ki merkez bankası devlete, faizli olarak ortada bir aracı olmaksızın borç verdiğinde dahi sistem hiç de bu kadar faydalı ve sürdürülebilir görünmüyor. merkez bankası 100 lirayı devlete yüzde 5 faizle verdiğinde bir sene sonra devletin bu borcu vergi gelirlerinden ödemek zorunda kalmaması için merkez bankasından 105 lira borçlanarak çevirmesi gerekiyor. ertesi sene ise 110,25 lira borçlanması... dolaşımdaki parası 2000 lira olan her sene yüzde 5 artan bir ülke düşünün. ilk sene para arzındaki artış 100 lira olacaktır. ikinci sene 105, üçüncü sene 110.25, dördüncü sene 115.7625, beşinci sene 121.550625... olacaktır ve devlet merkez bankasından her sene bu kadar yeni borç alabilecek olsun. eğer devlet merkez bankasından dolaşımdaki para kadar faizli avans kullanıyorsa ve faiz oranı da yüzde 5 ise, dolaşımdaki tüm para için devletin ilk sene ödemesi gereken faiz 100 lira, ikinci sene 105 lira, 3. sene 110,25... ve sonuçta para arzındaki artışa eşit olacaktır. devleti başlangıçta 2000 lira olan borcu 5. sene sonunda 2552,56 lira ve dolaşımdaki paraya eşit olacaktı. bu yeni basılan parayı kullansa bile vergi alarak ve borçlanarak piyasadan geri çekmesi zorunludur. öyleyse böyle bir avans sisteminde devlet ancak verimli alanlarda yatırımlar yaparak bir fark sağlayabilir, senyoraj hakkından yararlanmış sayılamaz. özetle 2000 liradan 2552,56 liraya çıkan dolaşımdaki para miktarına rağmen borçları da en az 2000 liradan 2552,56 liraya çıkmış, bu arada da vergi oranları değişmediği takdirde vergi geliri ve harcamaları ekonomik büyüme oranında artabilmiş ama belki yapabilmişse harcama alanlarındaki verimliliğe göre milli gelirde ve sosyal fayda toplamında bir fark yaratabilmiştir. fakat devletin merkez bankasından 0 faizle kredi kullanması durumunda devletin sahip olabileceği ekstra kaynak 5 yıl sonunda 552,56 liradır. sonuçta para arzının artış miktarı yine aynıdır, para arzında değişiklik yok ki enflasyonda ekstra bir artış olmasını bekleyelim! tek fark devletin para basma tekelinden kaynaklanan senyoraj hakkını kullanmaya başlaması, kendi yaptırım gücüyle geçerli kıldığı para için merkez bankasına bankalara ve diğer özel şahıslara faiz ödemekten vazgeçmesidir. üstelik bu örneğimizde hazinenin merkez bankasına doğrudan borçlandığını farzettik, aracıların borçlanma maliyetini arttırıcı etkisini gözardı ettik.

sadece son 5 yılda devlet kendi parasını borçlanıp buna ne kadar faiz ödemiştir? bunu görmek istiyorsak dolaşımdaki paradaki artış miktarının devletin borçlanma faiz oranlarıyla bugünkü değerini hesaplamamız yeterlidir. hesaplamaya üşendiğimden hiç girmiyorum ama sadece son 5 yılda dolaşımdaki para miktarındaki artışın 23 milyar 897 milyon 573 bin lira olduğunun bilinmesi durumun değerlendirilebilmesi için yeterli olacaktır. bu para devletin istediği takdirde çok rahat merkez bankasından bedava kullanabileceği paraydı. tabi son 5 yıl içinde yıllara göre değişen miktarlarda arttırılan 23 milyar liranın gerçek değerini bulmak için, her yılki arttırılan dolaşımdaki para miktarına o yıldan günümüze kadar ödenen faizi ekleyip bunları toplamak gerekir. türkiye cumhuriyeti merkez bankası'nın karı, döviz ve menkul kıymet alım satımında elde ettiği kar(ya da zarar) ile piyasayı fonlamasından kazandığı faiz ile kendisine yatan paralara ödediği faiz farkından oluşur. ülkemizde devlet, merkez bankasının yüzde 60'ına sahip olduğundan, mb karının da yüzde 60'ını hazineye aktarabilir. ayrıca yukarıda örneklenen para arzı artışı ile para için ödenen faiz ilişkisinin ve devletin borç yüküne eklenen aracılık maliyetlerinin bilançoda yarattığ büyük farklılıklar göz önünde tutulmalıdır. türkiye'de devlet merkez bankasından değil piyasadan borçlanmaktadır ve borçlanabilmek için kendi parasına faiz ödemektedir.

bu arada devlet elbette bütün harcamalarını merkez bankasından 0 faizle gerçekleştiremeyecektir. çünkü dolaşımdaki para miktarı devletlerin harcamalarının küçük bir bölümünü oluşturur. devletler tüm kaynak ihtiyaçlarını merkez bankasından karşılamaları halinde piyasaya sürülecek para miktarındaki aşırılığın enflasyonda rekorlara yol açması muhtemeldir. alakasız itirazlarla konunun kapatılamaması için, anlatmak istediğimin doğru anlaşılması önemlidir. dolaşımdaki para, piyasadaki para arzının tamamına da denk değildir, vadesiz ve vadeli mevduatları da paradan sayan çeşitli para tanımları mevcuttur. ayrıca para, dolaşım hızına bağlı olarak kendisinden kat kat büyük değerde harcamalarda kullanılır. son 5 seneden dolaşımdaki para 23 milyar 897 milyon 573 bin lira artmışken, dolaşımdaki para+vadesiz mevduat toplamıyla tanımlanan m1 para arzı 75 milyar tl civarı ve diğer para arz tanımları da bunlardan daha fazla olarak artmıştır. devletin harcamalarını dolaşımdaki para artışıyla finanse etmesi en basit ve en doğal yol olmakla birlikte, diğer para arzı artışlarından da elbette bu kadar doğrudan olmasa da ekstra enflasyon yaratmadan yararlanabilir. örneğin emisyon 60 milyar, bankaların merkez bankasında tutmak zorunda oldukları zorunlu karşılıklar da 12 milyar olsun. bu durumda para arzı; 60 milyar/zorunlu karşılık oranı= 300 lira olacaktır. para arzının ve dolayısıyla emisyonun her sene yüzde 14 arttırılmasına karar verildiğini kabul edersek(ki benim hesaplarıma göre büyümeyi maksimum yapan artış oranı yaklaşık bu) devlet ilk sene, 60 milyar tl x 0,14 = 8,4 milyar tl'lik kaynağı bedava ve fazladan enflasyona yol açmadan kullanabilir. peki mesela devlet ilk sene merkez bankasından dolaşımdaki para miktarı artışından daha fazla olarak 20 milyar tl'lik kaynak kullanmak isterse? bu durumda para arzı planlanan 300 milyar tl x 1,14 büyüklüğü olan 342 milyar tl yerine, 80 milyar tl/zorunlu karşılık oranı(0,20) = 400 milyar tl'ye çıkarılmış olacaktır ve bu da elbette ekstra enflasyona yol açacaktır. ama ne var ki zorunlu karşılık oranı 80 milyar tl/342 milyar tl yani yüzde 23,4 oranına çıkarılırsa ya da buna karşılık gelen 18 milyar 713 milyon küsur tl para piyasadan yüzde 20'lik zorunlu karşılık oranı+faiz araçlarıyla çekilirse, devlet 20 milyar tl'lik kaynağı merkez bankasından ekstra enflasyona yol açmadan kullanabilir. emisyonun 68,4 milyar yerine 80 milyar tl'ye çıkarılması sonucunda piyasadan çekilmesi gereken para 13,68 milyar tl yerine 18,71 küsur milyar tl olmuştur. oysa bu şekilde devlet 8,4 milyar tl yerine 20 milyar tl kaynak kullanabilmiştir. demek ki devlet fazladan 11,6 milyar tl kullanabilmek için fazladan merkez bankası kanalıyla sadece 5 milyar küsur lira borçlanmıştır.

görüldüğü gibi bu örnekte devlet 8,4 milyar tl'lik kaynağı hiç faiz ödemeden kullanabiliyor. 20 milyar tl'lik kaynak için ise 5 küsur milyar lira borçlanıp buna faiz ödüyor (veya benim önerdiğim munzam karşılık yöntemini uyguladığında hiç faiz ödemiyor). ayrıca faiz oranı büyüme oranından yüksek olmadığı sürece bu yöntemle devletin borçlanmada hep avantajlı konumda olduğu görülebilir. açıkça görülebileceği gibi devlet para basma tekelinden gelen güç ile vergi artışları ve harcama kesintileri ile yaratabileceğinden çok daha fazla kaynağı çok daha kısa sürede yaratabilir. tek sakıncası özel yatırımların daha az fon bulabilmesinden doğan dışlama etkisi olabilir ama devlet bu kaynağı özel sektörden çok daha verimli alanlarda da değerlendirebilir. hele ki lüks tüketim için veya spekülasyon amaçlı olarak arsa-gayrimenkul alımında kullanılıp durduğu, kredilerle ithal tüketimin finanse edildiği bir ülkede devletin kaynakları eğitim, innovasyon ve döviz gideri azaltıcı kapasite arttırıcı yatırımlar... gibi alanlarda piyasadan daha verimli kullanması çok daha muhtemeldir.

bu yazı; devletin para basma tekelinin gücünün farkına vararak kendi parasına faiz ödemeyi bırakıp bunu ödemek için halka vergi, sigorta primi vs. salıp durmayacak, sosyal harcamalarından ve maaşlardan kesintiye gitmeyecek, halk için maliyetsiz kaynak yaratıp bunu verimli alanlarda kullanabilecek kapasitedeki geleceğin hükümetleri için, duruma temel bir farkındalık yaratmak amacıyla yazılmıştır. ve ayrıca tabi ki devletin kendilerinden daha az vergi alarak daha fazla şey yapabileceğini anlaması umuduyla hükümetleri seçecek halk için...
güncel Önemli Başlıklar