bugün

yalnızlık

tarifi zor bir histir yalnızlık.
evet bugün 17 mayıs, 22 yaşını dolduracaktı bugün kardeşim;

ama şu anda toprak altında ve umarım huzurludur biraderim benim. o çok sevdiği mersin'in ayvagediği yaylasında dedesinin yanında uyuyor.

tam 2 hafta önce bugün, yine kampüse spor olsun diye tırmandığım o zamanlar aldım acı haberi, ama şakaydı ve hala da şaka benim açımdan.

öğlen saatlerinde babam asla aramazdı beni ya derstedir, ya da uyuyordur diye. biliyor çünkü benim gececi tayfa olduğumu.
ama perşembe günü saat 14.45 gibi telefonum titredi; ilginç bir şekilde arayan babamdı.

babamın o davudi, kart sesi gitmiş yerine ağlamaklı şaka gibi bir ses tonu gelmiş ne dediği anlaşılmayan bir adam şunları söyledi:

"oğlum yarın sınavın yoksa hemen atla gel mersin'e, bahadır bizi bırakıp gitti." babamın ses tonu değildi bu ve iğrenç bir şakadan öteye gidemezdi. ilk önce tam olarak ne olduğunu algılayamadan ne diyorsun baba sen diyebildim. telefon çoktan kapanmıştı bile suratıma.

sırtımda sırt çantam elimde telefon bakakaldım öylece 2-3 dakika ta ki halamın oğlundan telefon gelene kadar.

"kağan duydun mu kardeşim olayı?" diye bu defa telefonu suratına kapanan halamın oğlu 30 yaşında çocukluktan abim olan öğetmen adamdı. ama o ses yankılanmadan koşarak gittim okuluma. labaratuar dersime son 5-10 dakika kala lab hocamın yanında alabildim soluğu.

"hocam ben derse giremeyeceğim." dediğimi hatırlıyorum. askerdeki kardeşim ölmüş ama nasıl ama neden sorularına yanıt bile arayamadan acilen o halimi gören hocam 3 saat sonrasına uçak biletimi almıştı bile.

izmir-adana uçusu ve ben o an bile herşeyin şaka ya da kurmaca olabileceğini düşünerekten eğer şakaysa sikerim bunu yapanı yanına koyarsam namerdim diyerekten dik duruşuma devam ederken bir yandan da göz yaşlarımın hakimiyetini kaybetmiş ya gerçekse diye kendimi sorgulamaktan travmatik buhranlar içerisine girmiştim bile.

ve beni acilen sınıf arkadaşım arabasıyla eve getirmişti ki, eve gelmeden hemen önce diğer bir halamın oğlunun telefonu çalıyordu.

meşgule attım telefonu. o an gerçekten yıkıldığım an olmuştu. hayatımda ilk defa hem hıçkırıyor hem ağlıyordum. bu ikisini aynı anda yaptığım zaman tam da bundan iki hafta öncesine denk geliyor.

kapıyı zar zor tıklatabildim. içeride bitirme projesi arkadaşım vardı. o halimi görünce anladı bu işte bir götlük vardı. çünkü onun tanıdığı kağan hayatı siklemeyen, siklese bile içine atan, atmasa bile siksen başkasının yanında ağlamayacak biriydi.

ama olan olmuştu. annem de aramıştı ama bu ses de anneme ait olamazdı.

-oğlum, yavrum koşş oğlum!! oğlum geç kalma dayanamıyorum...

şeklindeki acı ses tonu hala kulaklarımda aynı tazeliğini koruyor. acilen bir kaç kıyafetimi hazırlayıp çantama dolduran ve mide ilacımı ağzıma kadar sokup su içiren proje arkadaşıma sonsuz teşekkür ediyorum. çünkü ülserim hayatımda hiç bu kadar azmamıştı.

derhal biraderimin bana vermiş olduğu asker uğurlamasında boynuna sardığı mendili aradı gözlerim. bir kaç kulaçtan sonra bulabildim o mendili, sanki o günkü gibi teri üzerindeydi.

koluma giren arkadaşımla birlikte havaalanına kadar geldik. ve artık yavaş yavaş kardeşimin öldüğüne, ölebilmiş olabileceğine inandım. check-in işleminden sonra arkadaşıma geri dönmesini iyi olduğumu söyledim. uçağın kalkmasına 1 saat vardı ve güvenlik kontrolünün yapıldığı yere yakın tuvalet kabinin birisine girip oturdum.

bir söz verdim kendime. annem annem değildi, babam da babam. eğer ben ben olmazsam, dik duramazsam kimse dik duramaz. buradaki yarım saatlik ağlamadan sonra memlekete döndükten sonra annemin ve babamın yanımda ağlarsam adam değildim. ve bu sözümü harfiyen yerine getirdim.

göz altı torbalarım şu anda hiç olmadığı kadar belirgin. ne uyku giriyor gözüme, ne de anti-depresan ya da alkalsüz rahat nefes alabiliyorum.

her şey bir sound-track eşliğinde memlektime kadar eşlik etti bana. bu sound-track de biraderimin 7-24 kafamı siktiği osman öztünç'un birader şarkısından başka bir şey değildi.

--spoiler--
sen benim çocukluktan arkadaşımsın ulan, sen gardaşımsın ulan;
seni bırakamam tek başına birader, gel ölelim beraber.
--spoiler--

evet mersinde serviste indiğimde teyzemin oğlu mersin stadı'nın orada gözü yaşlı beni bekliyordu. sadece yutkunuyordum. ama kafam hep dikti. birbirimize sarıldık o ağladı benden ise istemsiz bir kaç damla göz yaşı döküldü. arabaya atladığımız gibi koca 10 katlı apartmanımızın önüne gelmiştik bile.

ama burası hiç bu kadar kalabalık değildi. ve daha önce hiç bir hemşire kapımı açmamıştı. bir kaç hemşire ve doktor adımı sordu, beni duyuyor musun dedi. evet hem adımı söyledim hem de duyuyordum. hemen annemi görmek istediğimi söyledim. çünkü o "dayanamıyorum oğlum!" sesi hala kulaklarımdaydı. asansöre bindim ve içeri adım attım. annem nerede diye bağırmışım. hatırlamıyorum.

balkonda ağıt yakan annemi gördüm. annem beni görür görmez kaburga ve omurga kemiklerimi birbirine kaynaştırırcasına

"oğlummmmm" diye haykırabildi. bana sarıldı ve bırakmadı. tam 15-20 dakika sardı beni. ağladık. ta ki doktorlar sakinleştirici iğne yapana kadar. babam nerde diye sorduğumda kardeşimle beraber kaldığımız o 4 mevsim güneş gören odamızı işaret ettiler. kardeşimin yatağında türk bayrağı serili. benim yatağımda ise babam ölü gibi ağlıyordu. babama verilen sakinleştirici etkisini göstermiş annem gibi değildi.

babamın yanına uzandım ve sarıldım babama. küçükken benim bir sorunum olduğunda babam yanıma gelip saçımı okşardı bana sarılırdı. ama o gün işler tersine dönmüş teselli veren kişi ben ağlayan kişi babamdı. buradayım baba ve hep yanındayım diyebildim. tekrar annemin yanına gittim. ama annem kendinden geçmişti. tam 5 gün süren kendi kendine konuşma hastalığına yakalanmıştı bile.

annem sadece beni görüyordu o kalabalıkta. oğlum baduşumuzu da al gel hadi yemek yapayım size deyip duruyordu. bizi dinlemezdi bir tek seni dinlerdi oğlum. çağır gelsin oğlum diye defalarca telkinde bulunuyordu.

ve o kalabalık içerisinde kendini yalnız hisseden sadece ben değildim. kız kardeşim aynı şekilde bağırıyor çağırıyordu. sakinleştiricileri alan tüm aile bireylerim o halde iken feryat figandı. tek ayakta kalan kişi bendim ve öyle de olmalıydım. bugüne kadar pek çok şeyi içime atmıştım, ülser mi dersin, gastrit mi dersin, bağırsak düzensizliği (spastikolon) mu dersin hepsini yaşamış biri olarak o gün benden çok şey isteniyordu. 22 yıllık kardeşinin ölümünü de içine at...

herkes yatak döşşekken bahadır'ın cenazesi ne zaman gelecek diye sordum dayıma. dayım da saat gece 3 civarı dedi. tamam o zaman diyerek. saat 01.30 civarı yaptığım baskı ile hastane önüne geldik. bir de ne duyalım. cenaze saat 00:30 civarı gelmiş ve morga kilitlenmişti bile.

ve muhtara gelen ilk haber intihar, aradan yarım saat sonra gelen haber şehit, bir yarım saat sonra gelen haber ise durum belli değil soruşturma olacak, otopsi raporuna bakılacak.

bildiğim bir şey varsa o da, intihar vakalarında cenaze eve gönderilmez ve ailenin kendisi çağırılır. ama kerdeşimi koca bir tabur komutasında askerlerin al bayrağa sarıp göndermesiydi. evet aradan 2 hafta geçti ve hala ortada otopsi raporu yok. nasıl olmuş diye soranlara cevap dahi verilemiyor.

ama anlaşılmayan şu ki 1.70 boyundaki bir insanın 90 santimlik koca g-3 piyade tüfeğiyle intihar edebilme ihtimali nedir?
ki bu insan bana 1 ay öncesinden şu mesajı yazmış bir insan;
-birader yeni çömezler de geldi yiyecez çerezi, sikecez çömezi.

bu adam 15 aylık askerliğin zorlu 12 ayını tamamlamış, kolay olan 3 aylık süreci kalmış.

neden cenaze varış süresi 2.30 saat sonraya söyleniyor?

tüm soru işaretlerimi beynimi sikerken bir de herkesin neden olmuş sorusu ayrıca bir sikiyor beni.

ama şu saatten sonra hiç bir şey kardeşimi geri getiremeyecek.

dağcı komando olarak acemiliğini yeni foça'da yaptığı zamanlardaki gibi her gün beni arayıp
"abi haftasonu yanıma gel" demesini özlemem gibisi olmuyor tabi. hafta içi hergün sabah 7de uyanıp akşam 8de eve gelip bir de üstüne spor yapıp duş alıp ölü gibi uyuduğum o haftaiçi günlerden sonra.
haftasonu da ta buca kooptan minibüse binip 1 saatlik otogar üstüne de 2 saatlik yeni foça. üstüne de askeriyeye bir araç olmamasından ötürü 5 kmlik dağı 45 dakika tırmanıp gittiğim ve aynı şekilde geri döndüğüm o yazın sıcak günleri yaklaşıyor ama tek bir farkla artık bunları yapabileceğim bir kardeşe sahip değilim.

ateş düştüğü yeri yakıyormuş.
beni bir tek şey yıkabilirdi, o da yıktı. ama dik durdum, varsın en kötüsü gelsin şimdi.

toprağımızdan toprağına gelsin biraderim:

http://www.youtube.com/watch?v=e3bZrdGEN2Q

şimdi yüzümüze maskemizi takalım ve gülümsemeye devam edelim. mumlarımızı üfleyelim ve sen pastanın çileklerini çaktırmadan götür biraderim.
http://img708.imageshack....177910150894396282320.jpg

bu yazıyı da okumaya sabredebildiğiniz için minnettarım hepinize...