bugün

göğe toprağa inananların dinidir. böyle bir din yoktur demek ukalalığın ve saygısızlığın daniskasıdır. arap mitolojisi ne kadar dinse şamanizm de o kadar dindir.
Türklerin hiçbir zaman inanmadığı din. şamanizm doğaya ve onun tabii olarak getirdiği ruhlara inanmak onlara tapmaktır.

fakat türkler Doğrudan doğruya bir yaratıcıya, "gök tanrı"ya inanmışlardır. Doğaya saygı en az şamanizm seviyesinde de olsa bu onları şaman yapmaz.
fark edilmese de hala bir çok kişinin, toplumun geleneklerini sürdürdüğü inanış. islamiyetin bir sonucu olarak algılanan birçok şey, aslında şamanizmin devamıdır.

mesela , Cami Minaresindeki Kubbede bulunan hilal (Alem) islamiyet ile gelmemiştir.
orta asya dinlerine verilen genel addır. bir kültür biçimidir.

(bkz: büyü)
gunumuz turkiyesinde muslumanlikla ic ice olan inanistir.
Çoğu insanımızın göktengri inancı ile karıştırdığı dinler bütünü.

Şamanizm dünyada ki milletlerin doğaya kutsaliyet verip ona tapmasıdır.

Fakat türklerin dini sistematikdir, yaratıcı ve yardımcıları vardır. Doğaya saygı en üst düzeydedir fakat bu şamanist oldukları anlamına gelmez.

Sözün özü şamanizm türklerin hiçbir zaman dini olmamıştır. Şamanizm ile göktengri inancını karıştırmamak gerek.
şamanizm bir din değil tarikattır.
Nüfus cüzdanımda din hanesine yazan dinim. dinime küfreden şamanist olsa.
Bir din değil yaşam şeklidir. Dünya üzerinde ki bir çok biçiminin ortak adıdır.

Doğaya saygı ön plandadır.
türklerin öz dinidir.

ayrıca moğolistan nüfusunun yüzde 6 sı halen bu dine inanıyor.
Gök Türkler’in dini, Gök Tanrı dinidir. Gök Tanrı düşüncesinin, toprağa yerleşmiş topluluklardan daha çok avcılık, çobanlık ya da hayvancılıkla geçinen göçebe topluluklara özgü olduğu bilindiğinden, bu inancın kökeni, Asya bozkırlarına bağlanmıştır. Türk tarihi ve kültürüyle ilgili araştırmalarıyla tanınmış bilim adamlarına göre Gök Tanrı inancı bütün Türklerin ana kültüdür. Bu kült, Kunlar, Tabgaçlar, Gök Türkler, Uygurlar gibi eski Türk boylarında inanç sisteminin başında yer alır.

Orkun yazıtlarında, Türk Tanrı inancının temelleriyle ilgili bazı bilgilere rastlanmaktadır. Tonyukuk bengü taşında birçok kez adı geçen Tangri ya da Tengri, daha çok “milli” bir tanrı niteliği taşır. Gök Türkler’in Çin esaretinden kurtularak ikinci Göktürk Devleti’ni kurmaları (680-682), Tanrı’nın isteğiyle gerçekleşmiş kabul edilir; Hakan’ı Türklere Tanrı vermiş, budun Hakanı terk edince Tanrı tarafından cezalandırılmıştır. Yani Tanrı Türk Milleti’nin hayatı ve geleceği ile ilgilenen bir ulu varlık durumundadır.

Gök Tanrı (Kök Tengri) kavramının eski Türk inanışında önemli bir yer tuttuğu konusunda daha somut örnekler de vardır: Tanrıkut Mete (Motun) Çin hükümdarına yazdığı bir mektupta, kendisini tahta Gök-Tanrı’nın çıkardığını bildirmiş, Gök’ün yardımıyla ve kendi askerlerinin ve atlarının çabalarıyla çevresindeki 26 devleti ve (Gansu’dan kuzey Tibet ile batı Türkistan’a kadar uzanan bölgede) bazı halkları yenerek Kun’laştırdığını belirtmiştir. Görüldüğü gibi, günümüze kalan belgelerde, devletin başına kağanı Gök’ün getirdiği belirtilmiş, devletin ve insanların yönetimi de Gök’e mal edilmiştir: Tanrı Türk’ün yaşamına doğrudan karışır, buyruklar verir, iradesine boyun eğmeyenleri cezalandırır, insanlara bağışladığı iktidar (kut) ve kısmeti (ülüğ) değerini bilmeyenlerden geri alır. Şafak söktüren (tan üntürü) ve bitkileri oluşturan da “Ulu Tanrı”dır. O, yaşam verici ve yaratıcıdır, ölüm de Tanrı’nın iradesine bağlıdır.

Bütün bu inanışlar, Gök Tanrı’nın “eşi ve benzeri olmayan, insanlara yol gösteren, onların varoluşuna hükmeden, cezalandıran ve ödüllendiren bir ulu varlık olduğunu” ortaya koymaktadır.

Türk inanç sisteminin Gök-Tanrı dışında bir başka özelliği de Atalar Kültüdür. Ölmüş atalara saygı, onlar için kurban kesilmesi, ataerkil ailede baba egemenliğinin belirtisi sayılmaktadır. Kunların her yılın mayıs ayı ortalarında atalara kurban sunulduğu bilinmektedir. Eski Türkler’de en büyük kurban, bozkırlı Türk’ün kutsal bir duyguyla benimsediği “at”tır. Eski Türk bölgelerinde özellikle Altay’lardaki kurganlarda birçok at iskeleti bulunmuştur. Atalarla ilgili kalıntıların kutlu sayılması, mezarlara yapılan tecavüzlerin sert şekilde cezalandırılmasından da anlaşılmaktadır: Batı tarihçilerine göre Attila’nın ikinci Balkan seferinin nedenlerinden biri, Kun hükümdar ailesine ait mezarların Margus (Belgrat dolaylarında, Tuna kıyısındaki kent-kale) piskoposu tarafından açılarak soyulmasıdır. Kunlar’ın büyük bir hakaret saydıkları bu işe piskoposu sevk eden etken, eski Türkler’in erkek ölüleri silah ve değerli eşyalarıyla; ölen başbuğları altın ve gümüş koşumlu atlarıyla; kadınları da süs eşyaları ve mücevherleriyle birlikte gömmeleriydi. Bunun nedeni, Türkler’in, öbür dünyada ikinci bir hayatın varlığına ve ruhların sonsuza kadar yaşadıklarına inanmalarıydı.

Türkçe’de (Gök Türkçe, Uygurca) “ruh” için can anlamına gelen “tin” sözcüğü kullanılıyordu. Bu aynı zamanda “soluk” demekti. Ölüm, soluğun kesilmesi, ruhun bedenden ayrılıp uçması biçiminde düşünülüyordu. Bu yüzden de bazen “öldü” yerine “uçtu” denir, ruhları öbür dünyaya göç eden ataların, orada rahatsız edilmemeleri, iyi yaşamaları gerektiğine inanılırdı. Bu nedenle Eski Türkler’de mezarları gizleme geleneği yoktur, aksine özellikle büyüklerin özel mezarları yapılıp, üzerlerine bir yapı (bark) yapılmış, barkın iç duvarları ölünün yaşarken katıldığı savaş sahnelerini gösteren resimlerle süslenmiştir. Ayrıca mezarın ya da mezar yapısının üstüne Balballar dikilmiş, sıradan kişilerin mezarlarına da, belirli olması için tümsek biçimi verilmiştir.

Eski Türkler’de “ruh”ların insan biçiminde düşünülmesi söz konusu olmadığı için, tapınmaya ilişkin putlara da rastlanmaz. Türkler gizli güçleri olduğuna inandıkları doğa olgularına kutsallık vermekle yetinmişlerdir. Doğada gizli güçlerin bulunması inancı, Orkun yazıtlarında “yer-su” (yarsub) terimiyle yansıtılmıştır. Bu açıdan yer-su “kutsal” sözcüğüyle nitelendirilmiştir. Genellikle bu tür inançlarda maddi yaşam koşullarının, ekonomik ve toplumsal etkenlerin rol oynadığı kabul edilmektedir. Orkun yazıtlarında, Türkler’in yararına çalışan manevi güçler anlamında kullanılan yer-su sözcüğüne oldukça sık rastlanır. Eski Türkler’de kutsallık “ıduk” kavramıyla dile getirilmiş, özellikle Göktürkler’de sular, dağlar ıduk sayılmıştır. Her boyun her obanın bir kutsal dağı olmuş, bu dağ ıduk olarak benimsenmiştir.

Gök Tanrı’ya sunulan bütün kurbanlar, adaklar ilgili dağa götürülerek orada törenle, şölenle gereği yapılmıştır. Orta Asya Türkleri arasında en yüce, en kutsal sayılan dağ “Ötüken”dir. Ötüken yalnız dağ değil aynı zamanda bir ormandır. Türkler ona büyük saygı göstermiş, adaklar sunmuş, kurbanlar kesmişlerdir. Kurban, iyi ruhların sembolü ve yerinin gökyüzünde olduğuna inanılan “Bay Ülgen” için kesilmişse başı “doğu”ya, kötü ruhların sembolü ve yeraltında olduğuna inanılan “Erlik” adına kesilmişse “batı”ya çevrilir.

Dağların yanı sıra bazı tepeler, ormanlar, sular, ateş, gök gürültüsü, ay ve güneş de kutsal sayılmıştır: Bizans elçisi Zemakhos Orta Asya’da Batı Göktürk sınırına vardığında, Türkler’in onu ve arkadaşlarını alevler üstünden atlatarak kötü ruhlardan arındırdıklarını belirtmiştir. Kunlar döneminde güneş, ay, yıldız kültleri (daha sonra 6. – 8. yy. larda Türk toplulukları arasında değerlerini yitirmişlerdir) de rol oynamıştır; Kun hükümdarı her sabah doğan güneşe, gece de dolunaya saygısını belirtirdi. Ayrıca Gök-Tanrı’nın yanı sıra yer de büyük önem taşımıştır. Ancak, eski Türk belgelerinde geçen “yer” sözcüğüyle toprağın kastedilmediği, tanrısal gücün öğelerinden biri olarak “yer”i, tanın kültürüne bağlı topluluklardaki “toprak tanrısı” ile karıştırmamak gerektiği. Eski Türk dinine göre “yer”in de Tanrı tarafından yaratılmış olduğu araştırıcılar tarafından belirtilmektedir.

Orta Asya Türkleri’nin yaradılış efsanesine göre, tanrıların en yükseği, insanoğlunun atası olan Tengere Kayra Han (ya da Bay Ülgen), “kişi”yi, onun aracılığı ile de yeryüzünü, dağları, vadileri yaratmış; “kişi”nin kendisine baş kaldırması üzerine, ona “Erlik” adını vererek ışık evreninden yeraltı atmış, yerden dokuz dallı bir ağaç büyüterek her dalında bir cins insan yaratmıştır. Orkun yazıtlarında da, Türk evrendoğum inanışı hakkında: “Yukarıda mavi gök, aşağıda yağız yer yaratıldığında, ikisi arasında insanoğlu yaratılmış” cümlesine rastlanmaktadır. (Uze Kök Tengırü, asra yağız kılındıkta, ikin ara kişioğlu kılınmış). Bu cümleden bazı araştırmacılar, Kök Tengri deyimiyle bir tek yüce Tanrı’nın değil, doğrudan “mavi gök”ün kastedildiğini; Kök Tengri deyimiyle “Ulu Tanrı” kastedilseydi, “yaratanın da aynı zamanda yaratılmış olması” gibi çelişkinin söz konusu olacağını belirtmektedirler.

Altaylar’da dünyanın sonlu olduğu günün birinde yıkılacağı inancı vardır. Bu inanca göre, yeryüzü yaşamı sürekli değildir; günün birinde sona erecek ve insanlar, hayvanlar, bitkiler yok olacaktır. Bu sona doğru insan soyunda azalma başlayacak, suçlar çoğalacak, günahlar alıp yürüyecek, insanlarda tanrı korkusu kalkacaktır. iyilik simgesi Bay Ülgen’le, kötülük simgesi Erlik arasında oluşacak büyük savaşın sonunda, Bay Ülgen dışında bütün savaşanlar ölecektir. Bay Ülgen bütün canlıların öldüğünü, yeryüzünde kendisinden başka kimse kalmadığını görünce “kalkın ey ölüler” diye bağıracak, bu çağrı üstüne bütün ölüler yattıkları yerden kalkacaktır. “insanların yeniden dirilmesi” anlamına gelen “kalkancı çağ” (kalıcı çağ) budur.

Kunlar’da gerçek bir dinle karşılaşılmakta, Gök Türkler’de ise Gök Tanrı bütünüyle manevi bir “güç” durumuna gelmektedir.

Gök-Tanrı dininin Türkler’e özgü bir inanç olduğu, “Tanrı” (Tengri) sözcüğünden anlaşılmaktadır: Bu sözcük belirli fonetik farklarla ( Başkurtça dışında ) bütün Türk lehçelerinde yer almasının yanı sıra, birçok Asya topluluğu dillerine giren ortak bir kültür öğesidir; Türkçe olan “Tanrı” sözcüğü en açık biçimde Çince yazılmış bir metinde Kun imparatoru Mete’nin unvanları arasında geçmektedir.

kaynak :http://www.gokturkce.net/.../gok-tanri-dini-samanizm/
Katı kurallara dayanmadan şamanların yönettiği ve kendine has sembolik öğelerden yararlanarak hazsal bir ritüel şekline dönüşmüş, bir zamanlar Türklerin inanış biçimi olan ama bir din olmayan, dolayısıyla da belli başlı kuralları da barındırmayan bir inanış biçimi.
Türk'ün gerçek dini; aksini iddaa eden mutlaka araptır, ya da kendini bilmiyordur.

ki çoğu kişi bunu biliyor, şaman kültürüne olan ilgi gün geçtikçe artıyor.

apartman arasında sıkışan, akbil basan Türk, doğaya özlem duyuyor, atalarını arıyor.
Eski kültürler bakımından bizim de böyle bir şeyimiz olduğu için ben şahsen mutluyum. Mistik şeyler güzel yani. Eyyorlamam bu kadar.
bizi bambaşka yerlere taşıyacak olan din imiş.
evet şu anda dünya şamanizm mensupları tarafından yönetiliyor.
gerizekalı turnusoludur.
Türkler,Moğollar,mançurlar,Afrika kabileleri ve kızılderililerde yaygın olarak görülür.

Eşit: bir yavşak bütün yazılarımı eksiliyor yakalarsam fena sikicem ne eksiliyorsun oç özelden mesaj at konuşalım iniş.
islamiyetin caydırıcılık özelliği olmasaydı türkler asla bırakmazdı şamanizmi, caydırıcılık derken eğer müslüman gibi yaşamassan şunları yaparsan vs. cehennemdesin gibi.
şaman ayinleri çok fantastik olmasına rağmen bilimsel yönüde vardır. iksir dedikleri 'ayahuasca' diye bir çay içerler, bu çayı bu konuda uzman birlerince kontrol altında içmezsen eğer insanı dakikalar içinde öldürür. beynimizin sinir merkezi olan epifiz bezini temizler ve şaman ritülellerinde buna üçüncü gözün açılması denir.
bir din değil bir gelenektir. müslüman birinin şaman olmasında sorun yoktur. şamanlık doğa ile iç içe yaşamak demektir misal fatih sultan mehmed'in akıl hocası akşemseddin hz.'de şamandır. ecza alanında bu şekilde buluşları vardır...
anadolu'daki türklerin islam geleneğini kesin olarak etkilemiştir.

http://www.yeraltitarih.c...luya-turk-kulturunde.html
Eski dinimiz.
şamda oturanların oluşturduğu akım.
eski dinimiz değildir. onun adı tengriciliktir.
tengricilikle ic ice idi eski Türk topluluklarında.

fakat saçma gelir benim gibi dindarlara. mistisizm denen akım şamanlarla ortaya çıkmış ve kısmende olsa diğer dinlerdede yaşam bulmuş bir anlayıştır.
görsel
görsel
görsel
görsel

Arap dininden daha havalı olduğunu düşündüğüm bir inanç sistemi ya da yaşam felsefesi. Bir kategorilendirmeye bile ihtiyacı yok, öyle duru öyle sakin.

not: iş bu entry kesinlikle milliyetçilik gazı ile yazılmamıştır.