bugün

bu çok karizmatik bir özgüvendir sevgili dostlar. bu özgüvenin karizmasını bizzat ben yaşadığım için böyle kesin konuşabiliyorum. siz de okuyun, ibret alın, benim düştüğüm yanlışlara düşmeyin de sonra bu karizma gösterisini yapmak durumunda kalmayın. hayır karizmayı yapmak güzel de, şimdi bana kaybolan yıllarımı verseler...

her neyse, hikaye 2002 yılında girdiğim öss sınavıyla başlıyor. sanırım sınavdan sonraki dönemlerde düşmanlarım yemeğime birşey katıyorlardı. bak gazozuma demiyorum, yemeğime diyorum yanlış anlaşılma olmasın. zaten ben gazoz sevmem, yemek severim. nedenine gelince, bir sayısal öğrencisiydim ben ve her sayısal öğrencisi gibi mühendislik kazanma hedeflerim vardı. sınava girdiğimde de bu hedeflerle yanıp tutuşuyordum. fakat her ne olduysa sınavdan sonraki dönemde oldu. istediğim mühendisliği okuyacak puanı almıştım, fakat ne olduğunu hatırlayamadığım birşeylerce aklım karışmış ya da karıştırılmıştı. damarlarımda özgürlük, aileden uzaklara gitme, kendi hayatını yaşama hevesleri falan dolaşmaya başlamıştı ve hayat şiddetle bana tavsiye ediyordu: 9 eylül işletme...

bir sayısal öğrencisi için, işletme bölümünde okumak ne derece anlamlıdır bunu sorgulayamıyordum o günlerde. 9 eylül üniversitesi, izmir, izmirin kızları, deniz, mini etekli kızlar, kışın üşümemek, kızlar, kızlar, kızlar... bir de işletme okuyunca yönetici oluyormuşsun geyiği. ya da yönetici olmak için işletme okumak gerekiyor geyiği. sahi ne ara yutturmuştu hayat bana bu zokayı? hem yönetici olma isteği nerden gelip de bulmuştu beni, 18 senedir hiç düşünmediğim bir ünvanı neden bir aydır hayal etmeye başlamıştım ben? dokuz eylül, izmir, kızlar, yöneticilik, özgürlük...

bir pazar günü sabah saat 10'da monitörde şu yazıyla karşılaştım: 9 eylül üniversitesi, işletme bölümü...

o zamanlar bilmiyordum işletmeye eşşek bağlansa okur geyiğini. açıköğretimden milletin harıl harıl işletme bitirdiğini de bilmiyordum. ortalık işletme bitiren insanlarla doluymuş, onu da bilmiyordum. ben hala mal mal sabancıda, koçta falan yönetici olabileceğimi düşünüyordum. ha bir de izmir'in kızlarını tabi...

nedense kafamda büyülü bir kampus canlandırmışım, deniz kenarında falan. pencereden denize atlayacağımızı falan da hayal etmiştim galiba, sonra denizden çıkıp okul binalarının önündeki sıcak kumlara uzanıp güneşlenecektim. güneş gözlüğümün altından da, okulumuzun bikinili güzel izmirli kızlarını kesecektim ve ordan tekrar derse gidecektim. okulun binaları şato, malikane tarzı binalar olacaktı. harikalar diyarı gibi bir kampuste cıvıl cıvıl insanlar, kızlar falan olacaktı.

gel zaman git zaman, yaptırdık kaydımızı, gittik izmire. okul buca denen, gebzenin eski çarşısını andıran basık bir yerdeydi. ulan, hani sahil neredeydi? karasal iklim kokuları geliyordu burnuma. kampusun kapısından içeriye bir girdim ki girmez olaydım; hani o uçsuz bucaksız, şato binalı kampus neredeydi? ulan burda epi topu üç tane bina vardı ve kampusun başından sonuna iki dakikada yürüyebiliyordum. "oha lan bu ne?" şoku, hayallerin kırılmaya başladığı anlar...

neyse hazırlık sınavı diye birşey varmış, baba girelim bakalım dedim. ertesi hafta sonuç: hazırlığı atladı. iyi diyorum, yırttık bir sene kardayım. direk birinci sınıftan bodoslama girdik olaya. yalnız bunun da şöyle bir sonucu varmış, hazırlığı pek az kişi atlarmış ve herkes hazırlıkta birbiriyle arkadaşlıklar kurduğu için ben sanki oturmuş bir takıma arjantinden transfer olmuş bir futbolcunun yaşadığı uyum sorunu gibi bir sorun yaşıyordum. herkes birbirini tanıyordu ve kimse beni tanımıyordu. ikili üçlü dörtlü arkadaşlık grupları çoktan kurulmuştu ve ben yedek oyuncular gibi dışardaydım, itilmiştim.

sessizce ön sıralarda oturuyor, yeni başladığım üniversite hayatımda hevesle bütün derslere girip not alıyordum. ama çok farklı bir dünyanın içine girmiştim; virman, kambiyo, ödeme emirleri, 100 kasa, ceteris paribus, marjinal teknik ikame oranı, bono, tahvil ... neydi lan bunlar? tek yadırgamadığım ve en başarılı olduğum ders matematikti. ben sinüslerin, arkkotanjantların içinde büyümüştüm, limit sonsuza giderken ebesini hesaplıyor, n logaritma a nın logaritma a üzeri n olduğunu sayıklıyor, karmaşık sayıların ji'li olan imajiner kısmını imajine ediyordum; virman neydi lan?

ilk güz yarıyılımın sonuna geldiğimde, hiçbir bok anlamayan, gidip karşıdaki burak copy den ders notlarını alıp ezberleyen, sınavdan sonra ezberlediklerini unutan bir adam olmuştum, acıyordum kendime. ilk yılın sonlarına doğru ise babama şu sözleri söyledim: baba ben değiştiriyorum bu bölümü.

- e ama oğlum puanını kırmıyolar mı?
- iki sene kaybederim gerekirse ama önümdeki otuz seneyi kazanırım. otuz sene boyunca virmanla uğraşılır mı lan? zaten kızlar da pas vermiyolar pek, bağlasan durmam.

neyse efendim çok uzadı olayın alt yapısı. ikinci sınıfa başladığımda ben artık bölüm değiştirmek için tekrar öss ye girmekten başka bir düşüncesi olmayan birisiydim. ama lan ya kazanamazsam? diye de bir yandan okulu götürmeye çalışıyordum. senenin sonlarına gelmiştik artık ve ben anlamıştım ki ölsem, bu bölümde devam edemeyeceğim, virman ne lan?

işte o karizmayı yaptığım özgüven günü de okulun sonlarına tekabül etmekte dostlarım. insan kaybedecek birşeyi olmayınca hiçbirşeyden korkmaz da relax davranır ya, işte öyle birşey. okulun son derslerinden birisiydi ve benim iki yıl boyunca nefret etiğim elli yaşında kokona bir kadın hoca vardı. onun dersindeydik ve ben arka tarafta elemanlara birşey anlatıyordum heyecanla. derken hocanın sesi duyuldu en cırtlağından: "arka taraf, konuşma!"

bir sessizlik oldu, sustuk. sonra "ee" dedi birisi, "devam et, noldu?"

başladım ben yine, kaldığım yerden devam, anlatıyorum. derken aynı cırtlak ses: "arka taraf bak bir daha uyarmayacam"

ikinci sessizlik. sonra bir umursamamazlık, yine anlatmaya başlamam falan... bir sesler gelmeye başladı kulağıma; "tak, ak, tak, tak..."

korkmayın, taramalısını çıkarmamıştı kadın, yürüyordu ve topuk sesleriydi tak tak. direk yanıma geldi bir hışımla...

- sen!
- ben?
- senin finalden kaç alman gerekiyor?

bir an boşluğa düşersiniz ya, herşey durur ve anlamsızlaşır. işte öyle bir boşluğa düştüm o an. finale girmeyecektim bile belki, birşey almam gerekmiyordu ki finalden. okulu bırakıyordum lan ben. ama dedim ya bir an boşluğa düştüm ve o boşluk psikolojisiyle devam etim diyaloğa...

- senin finalden kaç alman gerekiyor?
- yetmiiiiş (neden bu kelime çıktı ağzımdan bilemiyorum)
- sen bu tavırlarınla, bu hal ve hareketlerle o yetmişi "asla" alamazsın
- "asla" alamazsam papazla alırım hocam...
- !!??

o anı benimle paylaşmanız gerekirdi dostlarım. o an o sınıfta olmayan herkesin hayatında eksik bir parça vardı. bir uğultu koptu kahkahalarla kurulmuş. gülmekten hüngür hüngür ağlayanlar, yerlere yatanlar gördüm. millet sinir krizi geçiriyordu gülmekten ve hoca hayatının tokadını yemişti benden. burnundan değil götünden solumaya başlamıştı düştüğü durum karşısında:

- defol çık bu sınıftan! bir daha da dersime gelme
- ne gelcem senin dersine yaa... hadi eyvallah

dedim ve çıktım sınıftan. hala toparlanamamıştı millet hala gülme krizleri vardı hocanın sinir krizlerine karışan.

bahsettiğim özgüven buydu işte sevgili dostlar. kaybedecek birşeyim yoktu ve bir şov yapmıştım gider ayak. gurur duyuyordum kendimle. herşey güzeli de, virman neydi lan?
abartmaya gerek olmayan bir özgüvendir kararını verirsin ve yaparsın bu kadar basit.
özgüveni götünde patlama ihtimali %98 olan öğrencidir. bu devirde bitirenler işsiz durumdayken, göte geleceği çok açıktır.

(bkz: göte gelmek)
belki de maddi olanaksızlıklardan dolayı öğrenimi sonlandırmış, aile geçimine katkı için hayatını durdurmuş öğrenci özgüvenidir. hak vermek lazımdır.
üniversiteyi terk kararı almış öğrenci özgüvenidir.

not: birisi bana nasıl zıt anlamlı fiilin karar "almak" ve karar "vermek" i aynı anlama dönüştürdüğünü anlatsın... nasıl bir dil bu...
halihazırda babasının şirketinde çalışacak, ailesinin maddi durumu iyi, gelecek kaygısı olmayan, üniversite bitirip işsiz kalmaktansa bitirmeyip bir an önce iş sahibi olacak olmaktan kaynaklanan özgüvendir.
okuduğu bölümün kendi nazarında beş para etmez değeri varsa ve buradan mezun olunca kendisinin de muvaffak olamayacağının farkındaysa haklı, yerinde bir özgüvendir. ama daha iyisini yapamayacaksa özgüvenine başlanası öğrenci hissiyatıdır.
şimdi öncelikle verdiği kararı iki aşamada incelemeliyiz. birincisi hayatına yeni bir yön vermek isteyen, yeteneklerini farklı alanlarda denemek isteyen adamın yapacağı iştir. buna saygım vardır. adam yetenekli, bıraksın, farklı alanlara yönelsin. lakin bir de yok efendim ortamlara gireyim, çevre yapayım derdinde olup okula uğramayan, daha sonra derslerden kalıp, okula uğramayanlar vardır ki tam dayaklık. benim çevremde de vardır bu tipten. öyle özgüven olmaz olsundur.
anne ve babanın dövmesi gereken kişidir.o kadar okut et bir yıgın para ver dersaneye gönder adamın götü sıkıya gelmesin okulu bıraksın. anne ve babalara tavsiyem meşe odunudur, ıslak meşe odunu ile dayak esnasinda daha iyi verim alabilirler
bir zamanlarki benim özgüvenimdir. milletin kıçını yırtıp giremediği konservatuara gir sonra s*ktiri çek çık.
nasıl bi özgüvenmiş anasını satıyım.
pişmanmıyım?
kesinlikle hayır.
hayatımda verdiğim tek adam gibi kararmış hatta...
babasının parasına güvenen öğrencidir. özgüven değil, para konuşur burda maalesef.ne yani boğaziçinde okuyorum ben, aman boşver özgüvenimle iş bulurum diye okulu mu bırakacağım.beynim sulandı sanırsam.
yeni harçlar kabul görürse, ister istemez bir çok öğrencinin sahip olacağı duygudur, özgüven.
baba parasına bağlı olmayan güvendir.

2004 yılında öss'ye girip marmara diş hekimliğini kazandım. aslında ilk ay içerisinde okulun bana uygun olmadığı o kadar aşikardı ki gitmem gerektiğini hissetmiştim. her neyse... tabi annem "madem kazandın devam edeceksin." muhabbeti yaptı. ite kalka 1 yıl geçmiş. 2. sınıfa başlamışım. ama bende değişen hiçbir şey yok. isteğim okulu bırakma yönünde. bir protez asistanım var allah düşmanımın başına vermesin. en kötü ödevlere onay verirken beni süründürdü resmen. baktım olmuyor aradım annemi "anne ben bırakıyorum." dedim. "iyi ama sonra gelip bana ağlama." dedi. sonra başladım dersane aramaya. o sırada annem yanıma gel dedi, ben de gittim. psikyatrisle görüştüm. bana ilaç verdi. iki hafta rapor verdi. bu iki hafta sonunda hala bırakmak istersen bırak dedi. düşündüm tarttım ailem kendimden daha ağır bastı ve okulu bırakmadım. ama gitmediğim günlerin sonu bana 2. sınıf tekrarı olarak döndü. bir sene sınıf tekrarı vardı ama rahattım. sonra 3. sınıf olmuşum. o kadar hırsla başladım ki hayatımda ilk defa günü gününe ders çalışıyordum. birinci dönemi çok güzel geçirdim. ikinci dönem stajlar başladı. yapılan her türlü işkenceye katlandım herkes gibi. sonra vizeler ve final derken baktım 3. sınıf bitmiş. tabi bütünlemeler var. peki noldu bütünlemelerde bir hocam hakkımı yedi resmen ve sınıfta kaldım yine. hiç okula gelmeyen adamlar geçmiş ben kalmıştım. 3. sınıf tekrarında asistanların iğrenç işkenceleri devam etti tabi. ikinci dönem okul açıldı staja gittim. hasta başındayken 3 profesör kılıklı insan görünümlü yaratıklar alenen saldırıya geçti. tabi artık dolmuşum hepsine cevap verdim. asistan beni çağırdı neymiş hocaya cevap vermiyecekmişim. yok ya... tabi ona da güzel cevaplarımı sıraladıktan sonra tekrar anne aranır "ve ben bu sefer kesin olarak okulu bırakıyorum." dedim. anneyle geçirilen 1 haftalık küslük sürecinden sonra herkes her şeyi unuttu. okulu bıraktım. yeniden sınava girdim. istediğim yere yetecek kadar puanımı aldım. mutsuz muyum? hayır. ama okul bırakmak için öncelikle her türlü o okulu kafanızda bitirmelisiniz. hiçbir şekilde bir ama kalmamalı beyninizde. ayrıca beş yaş küçük insanlarla okula başlıyacam yeniden. bundan utanıyor muyum? hayır. benim yerime akılsız seçimler yapmaya zorlayan sistemi bize dayatanlar utansın diyorum.
iki yıllık iç sıkıntısı ve "ben buraya ait değilim." düşüncesinin sonucunda bir karara varmamla birkaç aydır hissettiğim özgüven hissi. aile ve çevre baskısıyla tercih ettiğim okulda istemediğim bir bölümü okuyarak mutsuz geçirdiğim iki yıl sonunda, bir sene daha sıkıntı çekerek öss'ye tekrar hazırlanmak pek de zor olmayacaktır herhalde. her ne kadar kendimden 3-4 yaş küçüklerle okuyacak ve hayata daha geç atılacak olsam da pişman olacağımı pek sanmıyorum. çünkü geç de olsa kendi istediğim gelecek doğrultusunda verdiğim bir karar bu.

hazır öss tercih dönemindeyken söyleyeceğim şudur ki: okuyacağınız bölümü/okulu/şehri seçerken kendi isteklerinizi asla gözardı etmeyin.

3 yıl sonra gelen edit:
tam da istediğim okulu/bölümü kazanmışken, halimden memnunum. denemek isteyen ve bununla birlikte götü yiyenlere tavsiye ederim.
mecburiyet ya da keyif. ikisinden birisini açıkça seçmiş, ya da seçmeye zorlanmış kişinin, ayakalarının üstünde durma çabasına devam etmesinin verdiği özgüvendir.

+ artık yokum oğlum, başka ev arkadaşı bulun kendinize.

- yahu olmadı bu şimdi.

+ yollara vurucam kendimi. ayçayı da silip atıcam yüreğimden. başım dumanlı.

- asıl ay başı bizim başımız dumanlı keramettin.
tavan yapmış olması kuvvetle muhtemeldir. zira, okuduğu bölümü bırakıp da herkesin illallah çektiği öss zülmüne geri dönmek öyle herkesin harcı değildir. demek ki güvendikleri inandıkları birşeyler var.
(#5696881)

türkiye de yok böyle bir okul yaa...
--spoiler--
nedense kafamda büyülü bir kampus canlandırmışım, deniz kenarında falan. pencereden denize atlayacağımızı falan da hayal etmiştim galiba, sonra denizden çıkıp okul binalarının önündeki sıcak kumlara uzanıp güneşlenecektim. güneş gözlüğümün altından da, okulumuzun bikinili güzel izmirli kızlarını kesecektim ve ordan tekrar derse gidecektim. okulun binaları şato, malikane tarzı binalar olacaktı. harikalar diyarı gibi bir kampuste cıvıl cıvıl insanlar, kızlar falan olacaktı.
--spoiler--
üniversiteyi bırakmak isteyen öğrenci ya dersleri kötüdür, ya ortamı , yada bölümünden memnun değildir. 2 tane tanıdığım arkadaşım var okul bırakan. birincisi :muhasebeyi bıraktı adalet yüksek okuluna gitti.
ikincisi muhasebeyi bıraktı: Kiler Group a girdi. hayata erken atılmak güzeldir. ama bırakılan umutlar peşinde koşmaya devam edersen.
Ben sadece bıraktım . . . bir daha o üniversiteye gitmemenin rahatlığı vardı sadece yanımda onla rahat rahat gezdik . . .
milyar dolarlık bir yazılım şirketi kurmayı planlamıyorsa tırt bir özgüvendir.
Kendini girişimci olarak görür halbuki Sadece bir iki yıl daha cabalayıp diploma alsa işler kötü gittiğinde kendine bir iş bulmak için kullanabilir diplomayı. Bu öz güveninden çok öz güveninin korelttigi planlama kabiliyeti ile ilgilidir.
askere gittiğinde göte giren şemsiyenin özgüveniyle dolaşır piyasada...

(bkz: kişi kendinden bilir işi)
bir alexander supertramp* özgüveni değildir.
Sahip olup olmama konusunda kararsiz oldugum özgüven. Mevcut özgüvenim veya güvensizliğim bu kararı almamı engelliyor ama bıraktığımda özgüven patlaması yaşar mıyım?
"nasılolsa atılma kalktı, ben şahsen bizzat kendim kaydımı aldırmadığım sürece, baktım canım sıkıldı geri dönerim..." özgüvenidir.
güncel Önemli Başlıklar