bugün

mini etekle sunduğu haber programıyla ilgili "35 dakikalık haber bülteninde kameraların beni gösterdiği 5 saniye, eğer beni 30 yaşında haberin taş bebeğine dönüştürdüyse, ne mutlu bana... Bundan gurur duyarım. Ancak, seksi olsam bile, fiziğimin haberin önüne geçmesini istemem" şeklinde bir açıklama yapmış olan seksi sunucu. evli ve bir çocuk annesi.
habertürkün yeni yayın döneminde, saba tümer in yerine konmuş program sunucusu. programının tanııtımında seksapelliğin ön plana çıkartıldığı,ama esasında bu durumdan pek hoşlanmadığı belirgin kadın sunucu. ayrıca bir dönem ntv radyolarının operasyon müdürü olan volkan üst le evli. özürlü çocuğu da bulunuyor. bir dönem bununla alakalı basında da geniş yer bulmuş olan has kadın.
kendisinin http://www.twitter.com/Ozge_Uzun şeklinde bir twitter adresi de mevcuttur. bu adreste ve hatta buradan öğrenilecek blogunda oğluyla ilgili yazdıkları okunabilir.
bir buçuk metrelik saba tümer nin haberturk kanalında apar topar gidisinin uzerine yerine getirilen iki metrelik kadın. maalesef evli ve bir çocuk annesi. olsun yine de gülüşü saba tümeri`nkenden daha iyi. tatlı kadın.
üzerinize afiyet at gibi bir hatun. ne gerekiyorsa hepsi mevcut. gel gör ki son derece yapmacık. programda eksik bir şeyler var. ama olsun. izliyorum ben. eksiklikleri gideriyor bir şekilde.
kendisi cemal hünal a doğum günü hediyesi olarak balata evet yanlış görmediniz balata vermiştir.

(bkz: balata)
(ara: beyin)
ses tonu ve tavirlari dikkat ceken sunucu. gozleri de guzel. daha once basket veya voleybol sporuyla ilgilenmis olmali.
haberturk'de gece programı yapan; konuklarına bazen sabah programları tadında sorular soran, gruplar parçalarını seslendirirken ayağa kalkıp elinde mikrofonla salına salına şarkı söyleyen sunucu. (bkz: özge uzun la uzun geceler)
an itibariyle programı kaldırıldığı haberleri çıkan tv insanı.
balta koleksiyonu yapan konuğuna * balata hediye ettiği için işinden olan sunucu.
bacak kısmından soy adının hakkını veren sunucu. ailecek değil şahsen takipteyiz.
oğluyla ilgili blog'u için:
http://vod.blogcu.com/
an itibariyle cnn türk sabah haberlerini sunacak olan sunucu.
(bkz: uzun bacak özge)
internethaber in kendisiyle yaptığı röportaj:
--spoiler--
Özge Uzun... "En uzun bacaklı spiker" ya da "balata" gafının mimarı olarak tanıyoruz birçoğumuz onu. Aslında bütün o söylenenlerin arkasında hayatın sillesini fazlasıyla yemiş; fakat hep ayakta durmayı başarmış çok güçlü bir kadın ve çok derin bir anne yüreği var.

Daha 3 yaşındayken anne babası ayrılmış Özge Uzun'un abladan çok anne olmuş kardeşlerine. Çok erken yaşta yüklenmiş sırtına yükleri, çalışmaya koyulmuş; öyle ki okulun takdirlik öğrencisi olduğu halde hayat ona üniversite yolunu açmamış bir türlü.

Yetmemiş; çoklarımızın "vah vah" diyeceği; kendimiz ve sevdiklerimiz için "Allah korusun, Allah saklasın" diye içten içe dua edeceği çok özel bir de çocuk vermiş hayat ona. Oğlu Dağhan; doktorları bile şaşırtan anomalilerle açmış hayata gözlerini. Teşhisi bile konulamıyor hastalığının. Şimdi 3 yaşında; geçirmediği ameliyat neredeyse kalmamış.

Anne olanlar bilir; anne olmak hayattaki en büyük sorumluluklardan biridir; özel bir çocuk annesi olmak ise kimbilir kaç kat sorumluluk ister? Özge Uzun taşıması güç bu sorumluluk karşısında bile hiç eğilmemiş, ezilmemiş. Tersine ""Çok şanslı bir kadınım, Tanrı bana çok özel bir çocuk verdi"" diyecek kadar hayatla barışık. Öyle tutkun ki hayata; oğlu Dağhan'ın peşinde ameliyat ameliyat koşarken bile yüzünde hiç eksilmeyen gülüşü ve o bıcır bıcır sesiyle her sabah CNN Türk ekranlarında bizi güne uyandırmaya devam ediyor.

Kalan zamanını, enerjisini de diğer çocuklar için harcıyor. Kurduğu blog'da her gün deneyimlerini paylaşıyor; sendromlu çocuk annelerine yol gösteriyor; ''Gelin birleşelim; sorununuzu içinizde yaşamayın. Bu bir ayıp değil, günah değil. Birbirimize çare olalım'' diyerek sesleniyor.

işte çok güçlü bir kadının; bir annenin ibretlik hikayesi…

Dağhan'ın çok özel hikayesine geçmeden önce biraz sizin çocukluğunuza gidelim mi? Nasıl bir çocukluk geçirdiniz?

79 doğumluyum. Annem babam ayrıldığında 3.5 yaşındaydım. 18 yaşına kadar Ankara'da geçti çocukluğum. 2 erkek kardeşim var, biri babamın ikinci evliliğinden oldu. Özlük üveylik durumları yok hiç bizde. En küçük bizim en kıymetlimizdir. Bizi babaannem ile büyükbabam büyüttü. Kardeşler hep bir arada büyüdük.

Annem annesini babasını çok erken yaşta kaybetmiş. Yatılı okulda büyümüş. Bitpazarından alınmış eşyalarla virane bir ev kurmuştu kendine. Metal bir karyola; üzerinde bir sünger. Battaniye koyardı ki sırtıma batmasın diye. Babaannemlerin evi ise kaloriferli konforlu bir evdi. Ama ben annemin evini özlerdim hep. Atlardım o yatağa. Annemin o evinin tadını, kokusunu, benim istanbul'a ilk taşındığımda kurduğum o evimin tadını asla unutamam. O yüzden de hep kendimi güçlü hissediyorum galiba. Şimdi bakıyorum da "iyi ki annem babam boşanmış" diyorum. Hiçbir zaman bunu kendine kahreden bir çocukluk geçirmedim. Benim problemlerim daha işseldi hep.

13 YAŞINDA RADYODA PROGRAM YAPMAYA BAŞLADIM

Ortaokuldan sonra turizm meslek lisesine girdim. Ben okuldan çok yan faaliyetlerle ilgileniyordum hep. Tiyatro yapıyordum; şiir yarışmalarına katılıyordum. TRT emektarlarının kurduğu Radyo Vizyon vardı o zaman. 13 yaşında orada program yapmaya başladım. Cıvıl Civa ve Kırmızı Çerçeve diye iki programım vardı. Dedemle çok kavga ederdik; para vermiyorlardı; "Cebinden para veriyorsun; nasıl adam olacaksın" diye kızıyordu bana. Bizim ailede herkes iyi bir meslek sahibiydi. Halam Oxford mezunu. Ben de zehir gibiyim; benden de iyi bir şey olmamı bekliyorlardı. Babaannemle büyükbabama Frank Sinatra çalar, gönüllerini alırdım.

OTELLERDE; THY'NiN BiLET STANDINDA ÇALIŞTIM SONRA

Turizm meslek lisesini bitirince Stat otelinde hem staj yaptım hem çalışmaya devam ettim. Başkent Öğretmenevi'nde öyle bir deneyimim oldu. Sonra THY'nin bilet satışında çalıştım. Hem radyo devam ediyor hem bilet satışta çalışıyorum.

PARA KAZANMA DERDiNE ÜNiVERSiTE OKUMADIM

Para kazanma derdine o dönem üniversite falan ipin ucunu kaçırdım. Ben hep takdirle geçen bir öğrenciydim, onur kolu başkanıydım oysa. Öğretmenlerim çok üzüldü. Hayat beni bir şekilde o noktaya getirmedi. Çok erken yaşta sorumluluklar sırtıma bindi. Üniversitelere dersler vermeye filan gittiğimde de şimdi hep anlatıyorum; üniversite okumak çok şart değil aslında. Okumak için hiç geç de değil. Şimdi eşimin desteğiyle tekrar sınava gireceğim; çocuk bakımı okumak istiyorum. Dağhan sayesinde bu konuda çok fazla şey öğrendim.

OKUMADIĞIM iÇiN KOMPLEKS YAPMADIM HiÇ

Ben iş hayatımda da hep çok çalışkan oldum. Ne 1 saat fazla çalışıyorum dedim; ne erken gidiyorum diye mızmızlandım. Ben hayata 1-0 eksik başladım diye hep daha çok çalıştım. "Daha fazla çalışmalıyım ki eksiğim buymuş zannetmesinler" dedim. Hiçbir zaman üniversite okumamayı kendime kompleks edinmedim. Bunu söylemekten de çekinmedim.

KENT IŞIKLARI PROGRAMINI YAPIYORDUM ALEM FM'DE

istanbul benim için Alem FM'le başladı. Anneme güzel bir mektup bırakarak ayrıldım Ankara'dan. Kent Işıkları programını yapıyordum. Beşiktaş'ta bir arkadaşımla yaşıyorum. O metinleri yazıyordu, ben seslendiriyordum. Ama hep kendi yaşadıklarımız. Platonik aşklarımız vardı. Adamlara kızıyoruz, yazıyoruz. Okurken ağlıyorum. Gece kitlesi o zaman uçmuştu. Ben Kova burcuyum fakat; sakinlik bana göre değil. NTV'ye başvurdum. Oğuz (Haksever) abi benim için çok didindi; sürekli bana destek oldu. Seslendirmede çalışırken beni pıt diye ekrana attılar.

Dağhan'ın rahatsızlığı tam olarak nedir?

Dağhan sendromu. Tam olarak teşhis konulamıyor, adı yok. Bir kısmı benzeş durumlar var, kalça çıkığı olan var; kalp sorunu olan var; parmağı yapışık olan var. Ama Dağhan'da hepsi var.

Doğumsal anomaliler bunlar değil mi? Nedeni nedir peki?

Bilinmiyor. Bir genin mutasyona uğraması sonucu oluşmuş anomaliler. Ama hangi gen bilinmiyor.

Hamilellik sürecinizde bilmiyor muydunuz?

Hayır biz her şeyi normal bekliyorduk.

HAMiLEYKEN BiLSEM GENE DOĞURURDUM

Eğer anomalilerle doğacağını bilseydiniz; o zaman doğurur muydunuz?

Bunu söylemek çok zor bir anne için. Ama doğururdum. Bir daha olsa yine doğururum. Bunda da çok samiyim. Özellikle doktorlar Dağhan için istiyorlar. 8-9 aylık bir bebek geliyor örneğin, arkadaşımızın kızı; utanmasa yürüyecek neredeyse. Bizimki 3 yaşında; bir şeyi öğrenmesi için 15 kere öğretmeniz gerekiyor. Farkı anlıyorsun tabii ki.

Kaç ameliyat geçirdi şu ana kadar Dağhan?

2 kalça çıkığı, 1 kalp, 1 el ameliyatı geçirdi. Kalbine bir spiral taktılar. Kalbinde hala bir üfürme var. Damarlarında daralma var. Daha ameliyatları var.

HiÇ AĞLAMIYORDU DOĞDUĞUNDA MOSMORDU

ilk öğrendiğinizde neler hissettiniz?

Epidural sezaryenle doğurduğum için izledim doğumu. Dağhan doğuyor; fakat hiç hareket etmiyordu. Eller kollar kilitli. Ağlamıyordu hiç. Mosmordu. Benim içimde hep bir şüphe vardı zaten; kendime itiraf edemediğim. Hiç rahat değildim; hep tedirgindim. Bir şey biliyordum sanki. Doktorum bir psikologla içeri girince hissettim. Krize girdim, gözyaşlarımı tutamadım.

işitmede, görmede sorunlar var mıydı?

işitmede yok. Gözde hafif bir kayma var.

Kaç anomali var Dağhan'da?

Kalça çıkığı var; parmak yapışıklığı, eklem gevşekliği var; 6-7 anomali. Birden çok anomalinin yan yana geldiği durumlara sendrom deniyor. Dağhan'da ufak ufak o kadar çok anomali var ki adını koyamıyorlar. FG'ye benzetiyorlardı ama o da değilmiş.

ANNELER DiKKAT! ÇOCUĞUNUZU TV ÖNÜNE KOYMAYIN!

Peki şu an Dağhan nasıl bir tedavi görüyor?

Dağhan şimdi Ankara'da tedavi görüyor. Annem ve annemin eşinin yanında kalıyor. Baba yarısı diyebileceğim bir adam. Kendi babam bile hayret ediyor, ben olsam yapamazdım diyor. Bize hep dua ediyor "Allah sizden razı olsun; bana torun sevgisi yaşattınız" diyor. Annem çok çilekeş kadındı; çok acılar çekti. Annemin şu hayattaki ödülü Veysi babammış.

Dağhan haftada 5 gün fizyoterapi; 2 gün psikoterapi görüyor. Çocuklardan hoşlanmıyor. Parka gidiyoruz; kendi akranı bir çocuk gördüğünde yüzünü kapatıyor. Şu an farklı sesler çıkarmaya başladı; de-de-de; ba-ba-ba diyor. Gelişimi uzmanları da mutlu ediyor. Ben hep şükrediyorum eğitilebilir bir çocuğum var; çok daha zor durumda olan çocuklar var. Dağhan'ın otizme yatkınlığı da vardı. Aslında çocukta bir sorun olması gerekmiyor. Ne yapıyoruz işimiz var; televizyonun karşısına oturtuyoruz çocuklarımızı. işte otizm orada başlıyor. Aslında çocukla oynamak gerekiyor. Eğitici oyuncaklar alıp onunla oyun oynamak gerekiyor ki sonra kendi başına özgürce oynamayı öğrenebilsin.

EŞiM 1 YIL BOYUNCA iŞSiZDi ÇOK SIKINTI ÇEKTiK

Maddi olarak nasıl başa çıkıyorsunuz? Sigorta karşılıyor mu?

Dağhan doğduğunda maddi manevi çok sıkıntı çektik. Sigortalar karşılamıyor tabii ki. Çok yüksek rakamlar. Bir dönem kredi alıyordum; sonra özel bir hesap açtım. Eşim NTV'nin Radyo Operasyon Direktörü'ydü o zamanlar sonra Canvest Medya'nın Genel Müdür Yardımcısı oldu. Profesyonel medya yöneticisi ama Canvest satıldıktan sonra 1 yıl boyunca işsiz kaldı. Volkan gibi donanımlı doktorasını yapmış adamlar açıkta kalıyor medyada. Sanıldığı kadar biz haberciler çok paralar kazanmıyoruz. Tek maaşla bunların altında kalkmak kolay değildi. Evimizi değiştirmemiz filan hep bundan.

HiÇ KiMSEYE GÜVENMEYECEKSiN BABANA BiLE

Benim baba tarafım varlıklı bir aile. Ama hiçbir zaman onların maddi desteğini almadım. Bu istanbul'a ilk geldiğim o zor yıllarda da öyleydi. Ama herkes kendi tavında kavruluyor. Ben onu düstur ediniyorum kendi kendime. Hiç kimseye güvenme; babana bile. Bu eşin için de geçerlidir. Yarın öbür gün o da gidebilir. Çocuk annenindir her zaman için.

Eşinizin bu sorumluluk dağılımında rolü nedir?

işsiz kaldığı dönemde Dağhan'a daha da düştü. Çok yoğun çalışıyordu daha evvel. O dönem tek başınaydım ben hep. Şimdi bu işsiz kalması bir sınav oldu hepimize. Elindekilerin kıymetini daha iyi anladığını düşünüyorum. Şu hayatta para dediğin ne ki diyebilmeliyiz aslında. Ama maalesef olmuyor. Türkiye şartlarında hele ki özel bir çocuğun varsa, doğru doktoru bulabilmek doğru merkeze gidebilmek hep bir şans işi.

Çok tempolu işiniz arasında bütün bu sorumlukları yerine getirebilme başarınızın sırrı nedir?

Herhalde başına gelince yapıyorsun. Özel bir sırrım yok. Kendi kendime de tatmin olduğum; başarılı olduğumu düşündüğüm bir işim var. Bizim işimiz narsist bir iş biraz da. Kamerada konuşmayı çok seviyorum.

EKRAN BENiM TERAPi ALANIM DEŞARJ OLIYORUM ORADA

Peki bu işleri yaparken Dağhan nerede?

O her zaman orada. Aslında orası da benim terapi alanım. Bir arkadaşım arıyor; "Nasıl bir enerjin var sabah sabah hap mı içtin" diye soruyor? Herhalde bütün enerjimi orada atıyorum. Deşarj oluyorum ve rahatlıyorum. Kendimle de dalga geçiyorum.

Bu arada sizin gaflarınız da çok dalga konusu oldu; özellikle "balata" gafı. Nasıl çıktı o? Neler hissettiniz medyada ağır eleştirilere uğrayınca?

Oldu bir kere. Komikti gerçekten çok. Bacak mevzusu; balata mevzusu; önceden çok üzülüyordum bunlara, çok ağlıyordum. Sonra dedim ki kendi kendime ne gerek var; ben nelerle uğraşıyorum; onlar hala bacakta, balatada.

""SEN SABAHLARI iNSANLARI AYILTIRSIN"" DEDiLER

CNN Türk'e nasıl geldiniz? Birand mı çağırdı?

Gizli görüşmeler yaptık Yavuz'la Rıdvan Abi'yle. Çok heyecanlandım. "CNN Türk sonunda beni keşfetti" dedim. Sabah kuşağı teklifiyle geldiler doğrudan. "Çok acayip enerjin var; sabahları insanları ayıltabilecek" dediler. Televizyon habercisi deneyimim de var; bir taraftan da çılgın bir kadın var tabii"

Sabahları ne tür haberler daha çok izleniyor?

Sabahları uzun siyaset istemiyor izleyici. Biraz da gülümsemek istiyor. Twitter'dan anlık mesajlar geliyor. izleyicinin de talebi üzerine 3 saate çıktık. STK'lara, engellilerle ilgili çalışanlara; çocukları ilgilendiren konulara daha çok özen gösteriyoruz programda. Ben de Engelleri Kaldır Platformu ile birlikte çalışıyorum zaten. Çocuklarla ilgili istismar konularında da objzektif olamıyorum açıkçası.

Eşiniz ne diyor; gecenin 3'ünde yatağından çıkıp giden bir kadın var yanında.

Hiç farkında olmuyor. Duymuyor bile gittiğimi.

Bir medya insanı olarak ekranda ve göz önünde olan bir kadını nasıl tolere ediyor peki?

Kıskanıyor.

Başarıyı hazmedeme gibi bir durum var mı?

Ben okumadım ama doktoralı bir iletişimciyle evliyim. Programa dışarıdan çok destek atıyor; eleştiriyor; yönlendiriyor. Motivasyonumu kuvvetlendiriyor.

Dağhan'ın gelişimi olumsuz seyrettiğinde nasıl yansıyor işinize?

Geçenlerde bir cumartesi ameliyat oldu; pazartesi sabah 4.5’ta ben Ankara'da stüdyodaydım. 1 hafta boyunca Ankara'dan yayın yaptım. Stüdyoya girdiğim an işime gömülüyorum. Sağolsun kanalda bu konuda bana çok anlayışlılar; 1 hafta bıyunca Ankara'dan yayın yaptım. Bazen Birand "Hadi sen perşembeden git; oğlunu özlemişsindir" diyor; yayını oradan yapıyorum.

Dağhan'la beraberken nasıl tepkiler alıyorsunuz etrafınızdan?

Alçılıyken daha çok tepki alıyorduk. Şimdi ondan daha minik çocuklar pıtır pıtır koşup oynuyorlar. Ben onu oturtucam, poposunu yerleştiricem; dakikada bir onu dikleştirmek zorundayım. Çekine çekine soruyorlar nesi var diye.

Sıkılıyor musunuz bu sorulardan?

Yoo hayır sıkılmıyorum. Dışarıda down sendromu olan, fiziksel beyinsel engeli olan bir sürü çocuk var. Anne babalar maalesef bulaşıcı hastalığı varmış gibi kendi çocuklarını uzak tutmaya çalışıyorlar. Aslında tutmasalar; diğer çocuklarla oynatsalar, diyalog kursalar kaynaştırılmış okullarda anne babalar bilinçlendirilseler her şey çok farklı olur.

NE GÜNAHKAR BiR KADINIM NE BEDEL ÖDÜYORUM!

"Keşke onlar gibi sağlıklı bir çocuğum olsaydı"; dediğiniz oluyor mu? Özel bir çocuğunuz olduğu için neler hissediyorsunuz?

Tam tersine çok şanslı hissediyorum kendimi. Dağhan beni çok güçlü kıldı. Ben çok çocuk istedim. Tanrı bana çok özel bir çocuk verdi. "Al bakalım sen madem anne olmak istiyorsun sana hiç elini bırakamayacağın; uğraşıp didineceğin; iki kat emek harcayacağın bir çocuk veriyorum" dedi. Ki Dağhan'da başardığımız şey şu an bir mucize. Ben bu mucizeyi başarabildiysem çok güçlü bir kadınım. Ne çok günahkar bir kadın olduğum için Allah bana bu çocuğu verdi ne de bir şeyin bedelini ödüyorum. Dağhan'la beraber büyüdükçe cennete daha çok yaklaşıyorum ve inanıyorum onun adaletine.

DEMEK Ki BENiM TAŞIMA KAPASiTEM BUYMUŞ

Hiç isyan ettiğiniz anlar olmuyor mu?

Oluyor tabii olmaz mı! Hepimiz isyan ediyoruz. Sonra öyle bir şey çıkarıyor ki karşıma tamam diyorum. Tanrı hiç kimseye kaldıracağından çok yük vermiyor. Benim kapasitem buymuş. Omuzlarım genişmiş. Özellikle 1 yılda ev değiştirdik; borcu borçla kapatmaya çalıştık, çok zor günler geçirdik tamam. Ama aslında Türkiye'de çoğunluğun yaşadığı şeyi yaşıyoruz.
--spoiler--
(bkz: git ya)

--spoiler--
nesini beğeniyosunuz
--spoiler--

(bkz: #7673528)
(bkz: zeynep karamustafa)
odatv'de özel çocuğu hakkında yürek burkan duygulandıran tebrik edilmesi gereken anlamlı bir yazı yazmış olan cnn türk'ün başarılı spikeri.
yazı çok duygusal paylaşmazsam içimde bir şeyler kalıcak:
http://www.odatv.com/n.ph...ra-aglarsiniz--1502121200
sadece çocuğu için verdiği mücadele için bile saygıyı hak eden kadın.

not: elinde ki kağıt tomarı ile göbeğini gizlemeye çalışmayıp acil kilo vermesi gerekiyor.
duygulandırmıştır.

--spoiler--

yine geldi ayrılık vakti

Ankara'ya öyle yakışırdı ki kar..
asfaltlar ışıldar, buz tutardı resmi yalanlar...

Kimse keman çalmaz belki ama
çok keman çalınsın balolarında
diye yapılmış
gri sisli binalar...”
Akşamın 10’u… Kızılay’dayım… Ankara’da yaşayanlar bilir.
Kış geldiğinde akşamları, genzi hafif yakan bir is kokusu vardır Ankara’nın…
Çocukluğumda daha yoğundu o is…
Hava kirliliği azalmış olsa da hala hamurunda var. Hep kokar…
O kesif kokuyu çekiyorum ciğerlerime… Çok rüzgar esmese de yürüdükçe yüzüme çarpan ayaza bırakıyorum kendimi…
Yürüyorum…
Bir çok kişi bu şehri neden bu kadar sevdiğime hayret ediyor… istanbul varken, hatta izmir, nasıl bu gri, sisli, denizsiz şehir sevilebilir…
Beni ben yapan, sokaklarında kendimi özgür hissettiğim yer burası…
ilk gençliğimde nefret ettiğim, bir an evvel kaçmak istediğim… Kaçtığım… Yıllar sonra da büyük bir özlemle hep geldiğim…
Özlemek… O özlemle anın kıymetini bilmek…
Şehirleri özlemek aslında insanları özlemeye benzer…
Gidersin, en sevdiğin yerlerine dokunursun, kokusunu derin derin çekersin içine…
Bazen çok konuşur, bazen de susarsın… Ve büyük bir huzurla uyursun kollarında…
Sonra alışkanlık başlar (ki bazıları sever bunu)…
Ne genzi yakan is, ne yüzüne vuran ayaz, ne de en sevdiğin yerler… Aynı heyecanı, kalp çarpıntısını hissetmezsin…
Nasılsa O oradadır… Hatta şikayet etmeye başlarsın o grilikten.
Halbuki, sen o griliğe vurulmuştun…
Bir şehre olan aşk aslında insana olan aşka benzer…
O kavuşamama hali çeker hep kendine seni…
Çilingir sofralarında özlemin artar, bir şarkı da şehrin için söylersin…
insanın bir şehir ile olan ilişkisi, bazen bir insanla olana benzer…
Tek taraflı bir sevda gibi…
O şehrin kollarından kaç insan geldi geçti, sardı, uyuttu kollarında…
Ama sen sadece sana ait sanırsın o ışıkları, yanılgı bunda…
Ankara, benim tek taraflı sevdam… Gri bulutlarını sevdiğim, kara gözlerinden öptüğüm…
Yine geldi ayrılık vakti… Ben yüreğimin yarısını, sızısını bırakıp dönüyorum başkasının sevdası istanbul’a…
Benim sevdiğim gibi Ankara’nın da beni sevmesini artık beklemeden…
Özleyip geri dönmek için, o beni özlemese de…
Ankara’da geçirdiğim anların kıymetini bilmek için…
Bazı insanların neden bu kadar çok O’nu sevdiğime hayret etmelerini gülümseme ile izlemek için…
“Ankara’yı sevmeyene bir zulümdür
bu kadar insanın neden Ankara’yı sevdiğini anlamadan
Ankara’da yaşamak… “ (Yılmaz Erdoğan’a Sevgilerle…)

--spoiler--
TRT DEKi GÖREViNE AN iTiBARi iLE SON VERiLMiŞ.
görsel